İrfanımız Amelimizdir
Tarih 1 Kasım 2015; Türkiye, demokrasi tarihindeki 26. Dönem seçimlerini gerçekleştirdi. 2002 yılından bu yana ülkeyi yöneten AK Parti % 49 gibi bir rakamla tekrar tek başına iktidar oldu. 7 Haziran’da ki seçimlerden sonra ‘Nankörlük’le suçlanan halkımızın, ne kadar irfan sahibi olduğunu ve nasıl bir ferasetle hareket ettiğini aynı kalemler bize anlattılar. Bizler yine ne kadar cahil ve ne kadar kör olduğumuzu gördük. Bu kadar irfan sahibi olamadık ne yapalım.
Tarih 8 Kasım 2015; Taksim’de Galatasaray Lisesi’nin önünde Adalet Arayan İşçi ailelerinin yanında, 45. Vicdan ve Adalet Nöbetini gerçekleştirdik. Her zamanki gibi yine bir avuç insan vardı. Oralarda maalesef o kadar büyük kalabalıklar bulamıyoruz. Halkımız kendisinin en büyük meselelerinden birine sahip çıkmıyor. Oradan geçenlerin bazıları takılıyor, bazıları göz ucuyla bakıyor, bazılarının hiç umuruna gelmiyor. Orada ana akım medyamızdan da kimse olmuyor. Herhalde onlar buralarda halkımızın ferasetini anlatacak bir şey bulamıyorlar ki gelmiyorlar. Halbuki mesela bu sene 10 ay içinde 1460 insanımız İş Cinayetlerinde ölmüş, yani günde ortalama 5 işçi, işi nedeni ile hayatını kaybetmiş, bu rakam ne demek biliyor musunuz? Türkiye İş Cinayetlerinde Avrupa’da birinci sırada, Dünyada ise El Salvador ve Cezayir’in arkasından üçüncü sırada, buna rağmen büyük bir irfanla iktidarı devam ettirme kararı aldı!
Bir sürü şey kafamı karıştırıyor, bazen kızıyorum. Bazen şaşırıyorum. Bazen anlamaya çalışıyorum ama galiba bir şeyi atlıyorum. Maalesef bu işlerin ‘fıtratında’ bu var. Bu işler insanın yalnızlaştığı işler, meşgaleler galiba! Evet, ateş düştüğü yeri yakıyor, bazen o ateşin ısısı biraz etrafa vurunca bazı insanlarda destek verebiliyorlar. Hele ki günümüzde herkesin ekmeği ile sınava tabi tutulduğu bir zamanda bu daha da güç hale gelebiliyor. İşçiler ekmekleriyle, işsiz kalmakla, eve ekmek götürememekle tehdit altında. Burada tercih kullanmak zorunda kalıyorlar. Nasıl mı?
Kadın Kokusu diye bir film var bilirsiniz? Kadın Kokusu, Al Pacino’nun en iyi erkek oyuncu Oscar’ını kazandığı 1992 yapımı bir film. Al Pacino’nun efsane oyunculuğu ile Oscar ödülü aldığı filmde, Pacino gözleri kör emekli bir Albay’ı canlandırmaktadır. Paraya ihtiyacı olan ve burslu okuyan Charlie, bir hafta sonu iki günlüğüne Frank’a adeta bir bakıcılık için görevlendirilmişken, o kör Albayın organizasyonuyla inanılmaz bir hafta sonu yaşar. Filmin son sahnesinde Charlie’nin zengin arkadaşları tarafından okul müdürüne karşı yapılan bir şakanın kazara görgü tanığı olan Charlie, arkadaşlarını ispiyonlamadığı için okuldan atılmakla karşı karşıya kalır ve okul disiplin kurulu ile karşı karşıya olduğu anda Yarbay onun adına nefis bir savunma yapar. Savunmanın sonundaki şu cümleleri özellikle paylaşmak istiyorum.
“Benim hayatımda da dönüm noktaları oldu biliyorum. Doğru yol nedir biliyordum ama asla o yolu seçemedim. Neden biliyor musunuz, çünkü çok zordu. Doğru yolu bulmak gerçekten çok zordu. İşte Charlie burada! O da şu anda bir dönüm noktasında, onun da önünde yollar vardı. Ama o doğru olan yolu yani zor olan yolu seçti. Bu çok zordur, bırakın yoluna devam etsin.”
Doğru yolu bulmak, gerçekten zor bir tercih ve belki de en büyük hatayı bizler herkesten böyle bir tercih yapmasını bekleyerek yapıyoruz. Bakın Beled Suresi’nde ne deniyor. Hani Rabbim 10. Ve 11. Ayetlerde diyor ya
10. ve ona [kötülüğün ve iyiliğin] iki yolunu da göstermedik mi?
11. Ama o, sarp yokuşa tırmanmayı denemedi
Sonra devam ediyor 12. Ayetle “Bilir misin nedir o sarp yokuş?”
“O köleleri özgürleştirmektir, Yahut kendi aç iken başkasını doyurmaktır, yakını olan bir yetimi, yahut toprağa uzanıp kalmış bir yoksulu; ve imana ermişlerden ve birbirine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.” 13 ile 17. Ayetler arasında Mekke’nin özelinde Hz. Peygamber ve ashabına gelen bu ayetler evrensel olarak her dönem için biz Müslümanların boynuna borçtur. Açlık sınırının altında bir ücrete çalışırken ölenlere sahip çıkmak onların ‘köleliğine’ karşı çıkmaktır. Savaştan kaçıp ülkemize gelen bir Suriyeli’yi ya da bir evsizi doyurmak, onlara barınacak bir ev bulmak, toprağa uzanmış kalmış bir yoksulu doyurmaktır. Bu günlerde de birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etmekte, iman etmenin gereğidir.
Beled Suresi tokat gibi çarpıyor, eğer anlayabilirsek:
1. Lâ uksimu bi hâzel beled
“Ben bu beldeyi tanıklığa çağırırım”
2. Ve ente hıllun bi hâzel beled
“senin serbestçe yaşadığın bu beldeyi”
3. Ve vâlidin ve mâ veled
“Ve (tanıklığa çağırırım) anne, babayı ve çocukları”
Allah, üzerinde yaşadığımız beldeyi şahitliğe çağırıyor. Nerede yaşıyorsak beldemiz odur, bu bir köy, kasaba ya da bir şehir veya metropol de olabilir, kısaca üzerinde yaşadığımız dünya şahitliğe çağırılıyor; sonra Anne, baba ve çocukları şahitliğe davet ediyor. Yani bizleri yani bütün insanlığı şahitliğe davet ediyor. Çünkü kainattaki her varlık, her şeye şahittir ve her şeyi bilir ve görür. Peki yarattıklarını neyin şahitliğine davet ediyor?
4. Lekad halaknel insâne fî kebed
“Gerçek şu ki, Biz insanı acı, sıkıntı ve imtihan [ile yüklü bir hayat]a gönderdik”
5. E yahsebu en len yakdira aleyhi ehad
“İnsan, kimsenin kendi üzerinde güç sahibi olmadığını mı zannediyor?”
6. Yekûlu ehlektu mâlen lubedâ
“Övünüp duruyor: “Ben, yığınla servet tükettim!””
7. E yahsebu en lem yerahû ehad
“Peki, kimsenin kendisini görmediğini mi sanıyor?”
Gerçek şu ki Biz insanı Yarattık, acı, sıkıntılı ve aynı zamanda imtihan ile dolu bir hayata gönderdik. Bu imtihan ile yaşayacaklarını biliyorlar. Buna rağmen kendilerinin üzerinde hiçbir gücün olmadığını zannedip o kendilerine verdiğimiz servetleri boş yere tüketmekle övünüyorlar. Bütün bunların görülmediğini mi sanıyorlar. İşte bütün bu olanlara, canlı cansız bütün varlıklar şahittir.
8. E lem nec’al lehu ayneyn
“Biz ona iki göz vermedik mi?”
9. Ve lisânen ve şefeteyn
“Bir dil ve bir çift dudak”
Üstelik insana görecek göz verdik, konuşacak dil ve dudaklar verdik. Çünkü ondan şahitliğini yerine getirmesini istedik ama o ne yaptı. O zorlu yola girmek istemedi, sarp yokuşa tırmanmak istemedi.
Beled Suresi daha sonra, şu ayetlerle bitiyor. 18. İşte böyleleri dürüstlüğe ve erdemliliğe erişmiş olanlardır. 19. Bizim mesajlarımızın doğruluğunu inkara şartlanmış olanlar ise kötülüğe batmış kimselerdir. 20. Üzerlerine salınmış ateş ile
Evet Kur’an bize durmamız gereken yeri, yapmamız gerekenleri en açık şekliyle ifade ediyor. Elbette hiç de kolay olmayan, fedakarlık isteyen, diğergam olmayı gerektiren bir yol gösteriyor. Bu hiçte kolay bir seçim değil, mesele bizim neye inandığımız değil, inandığımızın ardınca gidebilmemizdedir.
Bu haftaki Vicdan ve Adalet Nöbeti’nin konusu olan, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde taşeron olarak çalışırken, yapmaması gereken bir işe zorlanıp, bunun sonucunda kaptığı bir virüs sonucu ölen Rahmetli Zafer Açıkgözoğlu’nun ölümü beklerken yazdığı mektupla bitirmek istiyorum.
“Yaşarsam, malulen emekli olacakmışım. Şimdi bunları düşünemiyorum bile, sonum ne olacak, yaşayacak mıyım bilmiyorum ki! Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği vasıtasıyla yürütülen dava süreci devam ediyor, hastane yetkilileri bizden daha yüksekler, daha üstünler; belki onlar kazanırlar. Ne karar çıkarsa saygı duyacağız, elden ne gelir ki! Biliyorum arkamdan iki gün ağlayıp üçüncü gün unutacaksınız. Hayatınıza hiçbir şey olmamış gibi devam edeceksiniz. Benden önce her sene ölen bin 500 işçi gibi. Soma’da ölen 301 maden işçisi gibi. Şimdi diyorum ki, iş buldum, ekmek buldum diye sevinirken güvenlik önlemlerinin alınmamasından, gerekli eğitimin verilmemesinden, altyapı eksikliğinden canımdan oldum. Yaşamak istiyorsanız, sevdiklerinizle mutlu bir yaşam sürmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak istiyorsanız; var olan şartların, eğitimlerin tamamlanmasını isteyin. Çalışma Bakanlığı başta olmak üzere, tüm sorumluların yasalarca cezalandırılması en büyük dileğimdir. Ceza alsınlar ki tekrar aynı hatalar yaşanmasın. Güle güle…”
Rahmetli’nin davası görülüyor ve ben biliyorum ki diğer birçok dava gibi bunda da adalet sağlanamayacak ve belki de hiçbir sorumlu yargılanamayacak bile, ailesi ve bugün hıçkırıklara boğulan sevgili babası yine katıla katıla ağlayacaklar ama bizlerin elimizin erdiği dilimizin döndüğü kadar bu davayı sürdürmesidir yapılması gereken. Zor olan, sarp olan budur. Ama Allah bize bu yolda olmamızı emrediyor. Bir Müslüman’ın ‘irfanı’ da tam buradadır.
KAYNAK: https://otekimahalle.wordpress.com/2015/11/08/irfanimiz-amelimizdir/