İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek mi?
Geçtiğimiz günlerde Haleplilerin acısını gecesiyle gündüzüyle yaşadık, kendi evlerimize taşıdık her haberi. Daha çok içimizi dağlayan daha okul yaşına bile gelmemiş çocukların bombalanıp, savaşa bilfiil iştirak etmeyen sivillerin bedenlerine karşı yöneltilen tecavüz tehlikesi ve işkence görmüş insanların haberleriydi. Sosyal medya hesaplarında insanlık ve müslümanlık üzerinden insanlar kendilerini sorgular ve hesap sorar durumdaydılar. Sonunda Halep insanlarının çoğu şehirleri yerle bir olmasına rağmen tahliye edildiler, evlerine değil bir kampa gitseler hatta ailelerinin, komşularının, tanıdıklarının çoğunluğunu kaybetseler dahi kurtulanlar adına sevinmek durumundaydık. Sevindik de… Sonra İran, Rusya ve Türkiye’den devlet adamları toplandılar da Suriye’de 5 yıldır süren ve 283bin kişinin ölmesine sebep olan yıkıcı savaşın bitmesi için anlaşmaya yaklaştılar diye sevindik. Suriye’yi yakıp yıkan ve içten içe bitiren bu savaşın yaraları kaç yılda sarılacak kim bilir…
Komşuya dair konuşmanın refahından sıyrılarak kendi ülkemize dönersek; acıları yarıştırmayı, kıyaslamayı sevdiğim yoktur fakat ikiyüzlü vicdanlara ve politikalara karşı parmakla işaret etmelik anlar olduğunda zorlanıyor insan. Aynı Müslümanların Ortadoğu’da yaşanan bir katliam karşısında Avrupa’da yaşanan acı olayları hatırlatarak tutarlı olmaya davet etmeleri gibi dürtüyor insanı aklı.
Barış sürecinin bitmesi, şehirlerin abluka altına alınması ve gittikçe şiddetlenen canlı bombalar, saldırılar, intikam yeminleri, basılan binalar, linç edilen insanlar, parçalanmış cesetler, gözaltılar… gözaltılar… gözaltılar…
Meselenin konuşulabilir onlarca kolu bacağı var ama benim sözü getirmek istediğim yer Türkiye’de gözaltında ve hapishanelerde maruz kalınan işkenceler. İnsan Hakları Derneği’nin 16 Aralık’ta ilan ettiği raporda özellikle İstanbul’da bulunan Vatan Emniyet Müdürlüğünde gözaltında yaşanan işkenceler dile getirilmiş. Özellikle OHAL’ler ile birlikte uzayan gözaltı süreleri ve avukatlarla görüştürmeme hukuksuzluğunun işkenceler için olanak sağladığı çok açık raporda. Bunlar inanılması zor mevzular değil elbette, çünkü biz 15 Temmuz sonrası gözaltına alınan darbeci askerlerin işkenceye maruz kaldığı AA kameraları aracılığı ile şahit olmuştuk. Hatta işkenceye karşı çıkanları vatan haini bile ilan ettik. Hayır, burada sizden darbecilerin ya da gözaltına alınanların neler yaptığına ya da yapmış olabileceği ihtimaline binaen işkenceyi aklamaya çalışan herhangi bir savunma dinlemeyeceğim.
İHD sadece 16 Aralık’ta değil, 14 Temmuz’da Urfa’da gözaltında ve hapishanede işkenceye uğrayanların başvuruları üzerine bir basın açıklaması yapıyor. Yine Eylül 2016’da Silivri’de yaşanan işkencelerden bahsediyorlar. Kasım 2016’da da Urfa cezaevinden mektuplar ve görüşmeler aracılığı ile kendilerine başvuran tutukların uğradığı işkenceye dair bir açıklama yapıyorlar. Benim görebildiğim ve kaçırdığım bunca açıklamaya rağmen herhangi bir iyileşme olmadığını 16 Aralık’ta Vatan Emniyetteki işkence raporundan anlıyoruz.
Bu raporlara işkence olarak neler mi geçmiş dersiniz?
Çıplak arama, Hakaret/Küfür, Cinsel taciz, ters kelepçe, pense ile diş çekme, cop veya sopa ile darp, kadınlara göğüslere ve genital bölgeye tekme, kadınlara tecavüz ile tehdit, hasta tedavilerinin engellenmesi, askıda işkence, elektrikle işkence… Sizin de yüreğiniz sıkışmış olmalı belki ama vatan emniyette işkence gündeme geldiğinde twitter’da onlarca insanın bu işkenceleri onayladığını görüp aynı insanların Halep’e kan ağladığına da şahit oluyorduk.
Birhan Keskin “taş parçaları” şiirinde: “adaletin içinde bir zalim oturur” diyordu. O belki bunu söylerken aklında politik herhangi bir mevzu yoktu ama ben hepimizin içinde bir zalim oturduğuna eminim. O zalim dizginlenmesi gereken nefis, dizginlenmesi gereken bir öfke… O zalim seni yiyip bitirmeden önce durdurman gereken bir ur.. Eğer ülkedeki bu öfke nöbeti durdurulmazsa sonunda kaybeden ülkede yaşayan tüm insanlar olacak.
15-16 yaşlarında kız çocukları olarak zamanında ailelerimizin devletle yaşadığı sıkıntılar üzerine konuşabiliyorduk. Çünkü arkadaşımın babası soyadı sebebiyle “kaplancı” olması ihtimaline binaen gözaltına alınmış ve türlü türlü işkencelerden geçirilmişti. Kendisine cinsel organından elektrik verilmiş ve tabanı su olan bir hücrede kalmıştı mesela. Sonra serbest bırakıldı suçsuzluğu ispatlandı, anılarını ise elbette unutmadı ve unutmaz asla. O unutsa kızının arkadaşı olan benim hafızamda işkence ile birlikte yer edinmiş oldu. Velev ki suçlu olsun; yine de işkenceyi haklı çıkarak hiçbir sistem yok şuanda. İşkence sadece yapılan üzerinde bir etkiye sahip değil, işkenceyi yapan da özünü değiştiriyor, fıtratını bozuyor ve vahşiliğe kapı aralıyor.
İnandığım Allah gönderdiği elçisine indirdiği ve hepimize seslenen ayetlerinde; Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin (Maide-8), der; sizinle savaşanlarla savaşırken sakın ha aşırıya kaçmayın (Bakara-190), der. Kuran’da işkence görenler olarak anılanlar Peygamberler ve onlara inananlardır (Buruc-4, Mümin-28, Enam-34…). Müslümanlara ise hiçbir zaman işkence için açık kapı bırakılmamış her daim bir aşırılık olarak görülerek sakınılması, uzak durulması gerektiği söylenmiştir.
Peygamber aleyhisselam’ın hayatına dair yazılmış eserlerin hiçbirinde düşmanlarına veya kendi insanlarına yönelik herhangi bir işkence bilgisine ulaşamaz, buna dair verilen bir izni bulamazsınız. İslam dininin ilk yıllarında Peygamber ve ona inananlar bir takım siyasi ambargo ve bedensel işkenceye maruz bırakılmışlardır. İşkence sırasında inançlarından dönmeleri baskısı yapılmış ve şiddetlenen işkenceler birçok müslümanı canından etmiştir.
İşkence mazlumların, adil olanların değil, zalimlerin, firavunların geleneği ve yöntemi olmuştur tarih boyunca. Öyleyse her konuşmasında İslam dinine ve Allah’a atıf yapan ülke yöneticilerini hakka davet ediyor ve işlenilmesine izin verdikleri bu haram faaliyetleri sonlandırmalarını ve hesap vermelerini bekliyorum.
İşkencelerden haberi olan tüm vicdan sahiplerinin bu konuyu gündem etmeleri ve şahit olduğumuz bu zulme karşı (elimizle, olmadı dilimizle, hiç olmadı kalbimizle) mücadele etmenin elzem olduğunu hatırlatmak istiyorum.