Hükümetlerin Kentleşme Politikaları: Bir Özet
Giriş
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi boyunca yürütülen kentleşme politikalarını bir bütün halinde inceleyen çalışmalar yok denecek kadar azdır. Zira Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde 60’ı aşkın hükümetin neredeyse bir o kadar kentleşme politikası olduğu söylenebilir. Yaklaşık 92 yıllık cumhuriyet tarihi, kentleşme ve çevre sorunlarına, planlı ya da plansız çok sayıda çözüm önerisini, imar programını ve uygulamayı beraberinde getirmiştir.
Kentleşme, her şeyden önce kentlerin büyümesiyle sonuçlanan bir nüfus hareketi olup (Keleş, 2013: 31-32), toplumsal ve ekonomik boyutlarıyla hayatlarımızı etkileyen bir olgudur. Kentleşme hareketleri sonrası kentlilerin yaşayışlarının zaman içinde değişmesi veya kırsal alanlardan anakentlere yahut bir kentten diğerine göç edenlerin yerleşme sorunları, bu değişimlerle ve ortaya çıkan sorunlarla baş edebilecek kentleşme politikalarını planlayıp uygulamayı zorunlu kılmıştır. Merkezî hükümetler, vatandaşların hayatlarındaki ve ikamet ettikleri mekandaki değişimleri yönetmek ve yönlendirmek durumunda kalmış, bu yönetme pratikleri hükümetlerin hazırlattığı imar programarı ve konut politikalarında somutlaşmıştır.
Bu çerçevede Türkiye’de kentleşme, genellikle “1923-1950”, “1950-1980” ve “1980 Sonrası” olarak üç bölümde incelenir. Bu çalışmada bu bölümlendirmeye sadık kalarak ilk bölümü “Kurucu Dönem Kentleşme Politikaları,” 1950-1980 arasını “Kalkınma Dönemi Kentleşme Politikaları,” 1980 sonrasını ise “Neo-liberal Dönem Kentleşme Politikaları” olarak adlandıracağım. Kurucu Dönem politikalarını açıklamak için Melih Ersoy’un Kentsel Planlama Kuramları çalışmasında yer verdiği Kapsamlı Planlama yaklaşımından (2011: 117) yararlanacağım. Kapsamlı Planlama, toplumun ihtiyaç ve istekleri doğrultusunda hazırladığı iddiasında olan; bu bağlamda kentsel yerleşmenin nasıl şekil alacağını, imar politikalarının nasıl uygulanacağını gösteren çok yönlü, geniş açılı bir rehber olarak tanımlanır. Kapsamlı Planlama, bir kentin bütününü etkileyen, uzun vadeli ve merkezî otoritenin toplumsal ve ekonomik siyasetiyle uyumlu programları içerir. Bu açıdan, Tek Parti döneminde, özellikle Başkent Ankara Kapsamlı Planlama sayesinde imar edilmiştir. Bu yaklaşımda siyasal aktörler veya onlarn yetki verdiği plancılar (yani karar vericiler) kararlar üzerinde büyük ölçüde denetim sahibidirler. 1960’larda bu yaklaşıma ve uygulamalarına tepki olarak doğan Aşamalı Planlama yaklaşımı ise aktörlerin değil yapıların, bireysel iradeden çok çevresel koşulların belirleyici olduğunu ifade eder.
Ayrıca Aşamalı Planlama, toplumsal hayatın girift yapısının kapsamlı ve uzun vadeli planlarla anlaşılamayacağını ve öngörülemeyeceğini kabul eder. Dolayısıyla karar alıcılar, süreç içinde yeniden ve yeniden sorunu tanımlamalı, hasar-tespit çalışması yapmalı ve adım adım iyileştirme politikalarıyla sorunu yönetilebilir kılmalıdırlar (Ersoy, 2012: 199). 1950-1980 arası, özellikle Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde Kapsamlı Planlama’nın örneklerini vermekle birlikte, ağırlıklı olarak Aşamalı Planlama ile anlaşılabilecek politikaları kapsar. 1960’lı ve 1970’li yıllara hakim olan Beş Yıllık Kalkınma Planlarını ve göç sorununa spesifik bir çözüm öneren Köykent projesini böyle açıklayabiliriz. 1980 sonrası kentleşme politikalarını ise, bu çalışmada, Stratejik Mekansal Planlama kavramıyla izah edeceğim. Buna göre, sermaye artık küresel bir güçtür ve yerel yöneticiler, sermayeyi kendi kentlerine çekmek için yarışırlar. Merkezî otorite, kentlerin yöneticileriyle birlikte yukarıdan aşağıya planlar yapmak yerine güç dengelerinin ortasında bir moderatör gibidir. Dolayısıyla kent girişimciliği anlayışının hakim olduğu 1980’ler ve sonrasında, merkezî otoritenin neo-liberal politikaları, kent düzeyinde muhtelif aktörlerin koalisyonuyla gerçekleşti. Stratejik Mekansal Planlama, gerçekçi bir analizle, eyleme yönelik bir vizyon çerçevesinde serbest piyasayla uyum içindeki yaklaşımları ifade eder (Ersoy, 2012: 252) ki Turgut Özal’ın başbakanlığı dönemiyle başlayan AKP iktidarıyla süreklilik gösteren kentleşme politikaları bu çerçevede okunabilir.
Şimdi üç döneme ayırdığımız kentleşme politikalarına göz atalım ve hükümetler nezdinde süreklilikleri ve farklılıları tespit etmeye çalışalım. Birinci bölümde Ankara’nın imarına, İnönü hükümetleri döneminde ortaya çıkıp Saraçoğlu hükümetlerince çözülmeye çalışılan gecekondu sorununa ve İstanbul’un mimarîsinin nasıl değiştiğine; ikinci bölümde Menderes döneminde yürütülen imar programlarına ve konut politikalarına; üçüncü bölümde Özal iktidarının başlatıp Erdoğan hükümetlerinin tamama erdirdiği kentsel dönüşüm siyasetine değineceğim.
1. Bölüm: Kurucu Dönem Kentleşme Politikaları (1923-1950)
Cumhuriyet Halk Fırkası’nın hem siyasete hem de bürokrasiye egemen olduğu 1923-1950 yılları arasını “kurucu dönem” olarak adlandırabiliriz. Çünkü yeni yönetimin bütün bürokratik kurumlarıyla iktidarını inşa ettiği, merkez ve taşra teşkilatındaki yapılanmasıyla (örneğin CHF il başkanlarının aynı zamanda vali ve belediye başkanı olarak atanmaları) inkılapları hayata geçirme görevini üstlendiği bu dönem, aynı zamanda ulus-devletin tüm ideolojik pratikleriyle kendini gerçekleştireceği bir başlangıçtı. Bu çerçevede kentleşme politikaları, elbette yine CHF kadrolarının etkin olduğu merkezî planlamalar etrafında şekillendi. Özellikle Başkent Ankara’nın adeta sıfırdan inşa edilmesi, İstanbul’un Cumhuriyet’in ilk on yılında (bilhassa) ihmal edilmesi ve Anadolu’nun dört bir yanına yayılan demiryolu ağıyla merkezî hükümete bağlılığın tesis edilmeye çalışılması, Türkiye kentlerinin gelişiminde kurucu etkiler yaratmıştı.
Tarık Şengül (2009: 112) CHF iktidarının modernite projesinin bir parçası olan kentleşme politikalarını, ulus-devletin inşa sürecinde orta sınıfın rolüne vurgu yaparak açıklıyor. Şengül, sadece devlet bürokrasisinin değil orta sınıf ailelerin, ticaret erbabının ve yeni gelişen yerli sermayenin Ankara’ya yerleşme tecrübelerini hatırlatıyor. Bu açıdan yeni rejimin orta sınıfı diyebileceğimiz memur kadrolarının ve entelijensiyanın arsa alma ve konut bulma hikayeleri, Ankara’nın ‘bir avuç yerden’ bölgenin dört bir yanından göç alan, hem siyasal hem ekonomik bir merkeze dönüşmesini (Şenyapılı, 2004) anlamlandırmaya yardımcı oluyorlar. Ankara’nın kapsamlı imar planlaması sayesinde hem orta sınıf hem de alt sınıf için nasıl bir çekim gücü oluşturduğunu, İnönü hükümetlerinin kentleşme siyasetine bakarak irdeleyebiliriz.
İnönü Hükümetleri ve Ankara’nın Planlanması
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde İsmet İnönü’nün başbakan olduğu hükümetler hem süresi, hem gücü bakımından devletin en ‘uzun boylu’ olduğu dönemlerdir. CHF’nin iktidarını kurup perçinlediği 1923-1937 yılları arasına İnönü hükümetleri damgasını vurmuş ve İsmet Paşa, 22 Kasım 1924’ten 3 Mart 1925’e 4,5 ay süren Fethi Okyar hükümeti dışında, bu 14 yıl boyunca başbakanlık yapmıştır. Bu dönemde yerli sermaye devlet eliyle desteklenmiş ve ulus-devlet yaratma ideali etrafında İttihat ve Terakki iktidarları döneminden beri ihtiyaç duyulan millî burjuvazi adeta inşa edilmiştir. Ankara’nın yeni bir başkent olarak imarında ideolojik olduğu kadar bu politik-ekonomik saikler de etken olmuştu. Bu bağlamda sanayileşme ve kentleşme, birbirini de etkileyen olgular olarak ulus-devletin kurucu dönemine zeminini sermişti.
Kentleşme politikaları başta Ankara sonra İstanbul’da nasıl bir değişim zemini oluşturdu? Cumhuriyet hükümetlerinin tarihini ‘değişim’ olgusu üzerinden okuyabilir miyiz? Eğer kent politikalarını merkezî hükümetin sosyal ve kültürel değişimi yönetme ve yönlendirme pratiği diye görürsek, evet, hükümetler ya değişimleri bizzat gerçekleştirme veya sosyal değişimleri yönetilebilir kılacak programları uygulamak ile sorumluydular. Bu açıdan kurucu dönemde nasıl bir imar siyaseti izlendiğini Asuman
Türkün, Şükrü Aslan ve Besime Şen’in (2014: 48) şu satırlarında görebiliriz:
“Mekânsal düzenlemenin ilk önemli adımı geçmişin izlerini taşıyan İstanbul’un yerine Ankara’nın 1923 yılında başkent olarak seçilmesi ve bir yaşantı kalıbını oluşturmak üzere, kentin sembolik ve estetik olarak Batı’da ortaya çıkmış planlama ölçütleri ve mimari stiller çerçevesinde yeniden düzenlenmesidir. Burada deterministik bir kabul bulunmaktadır. Çevre değiştiğinde, bireyin davranışı da değişen çevrenin gereklerine uygun olarak biçimlenecektir. Dolayısıyla, modern kent araçsal bir işlev kazanır ve bu kent modelinin diğer kentlerin de dönüşümünü hızlandıracağı varsayılır.”
1923 İzmir İktisat Kongresi’nden sonra belirginleşmeye başlayan iktisat politikaları, bazı ham maddelerin yurt içinde üretimi, bazı sanayi kuruluşlarının devlet tarafından kurulup desteklenmesi (1928’de kurulan çimento fabrikası, 1930’da kurulan usta yetiştirme okulu vb.) Ankara’nın imarı için çözülmesi gereken altyapı sorunlarının ise yabancı şirketlerce kurulan elektrik ve havagazı şirketleriyle çözülmesi, Ankara’nın planlanmasıyla yakından ilişkiliydi (Türkün, 2014; Şenyapılı 2004). 1927’de, Ankara’nın Nüfusu 74 binken, memurlar için bahçeli evler inşa edilmeye başladı ve özel sektör tarafından Kızılay ve Sıhhiye’da yapılan inşaatlar üst gelir gruplarına yönelik oldu (Yavuz, 2012).
Ankara’nın eski yerleşim yerlerinin yakınına, yeni bürokrasi ve burjuva sınıfının yerleşmesi için kurulan yeni şehir aynı zamanda devlet kurumlarının da merkezi olacaktı. Bir yandan sermayenin dönüşümü ve sanayinin gelişimiyle ‘eski Ankara’ büyürken, bir yandan da Çankaya ve Ulus gibi yeni semtler devlet ricaliyle orta seviyedeki memurların konut ihtiyacını karşılamak zorundaydı. Ankara’nın imarı, 1928’de sonuçlanan bir yarışmayla Berlinli mimar Herman Jansen’e bırakıldı ve bundan sonraki yıllarda, kentte planlı bir gelişim görüldü. Jansen, eski kenti yönetim merkezi olan Ulus’a ve oradan da Çankaya’ya bağlayan ana hatları belirledi; Ankara kalesini her yerden görülebilecek şekilde yedi meydan ile çevreledi. Yeni gelişen sanayinin yaratacağı konut sorununu öngörerek kentin çeperinde bir amele mahallesi tasarladı. (Şenyapılı, 2004)
Ayrıca Jansen Planı, yeşil alanların sürekliliği ve yeşili alanlarla yapılı alanlar arasında bir denge gözetmişti. Çubuk Çayı vadisi, İncesu vadisi ve Bent deresi rekreasyon ve dinlenme alanları olarak düzenlenmişti ve Gençlik Parkı, üçte biri su olan büyük bir kent parkı olark düşünülmüştü. Serap Kayasü’nün ifade ettiği gibi (2006: 174-175) bahçeli evlerin yoğunlukta olduğu bir doku önerilmişti.
Jansen’in imar planını uygulamak için 1928’de Ankara kenti İmar Müdürlüğü kuruldu, 1930’da ‘modern belediyeciliğe’ geçmek adına Ankara valisi, belediye başkanı olarak atandı. 1930’larda Amele Mahallesi projesi gerçekleşemeyince çevre illerden gelen düşük gelirli ailelerin konut sorunu baş gösterdi ve daha sonra büyük bir gecekondu sorununa dönüşecek olan “barakalaşma” bu dönemde başladı. 1940’larda ayyukan çıkan ve yasal düzenlemelerle çözülmeye çalışılan konut sorununa geçmeden önce, değişimin Ankara ile sınırlı olmadığını görmek için İstanbul’un 1930’lardaki durumuna bakalım.
6 Mayıs 1930 tarihli Umumi Hıfzısıhha Kanunu, nüfusu yirmi binden büyük kentlere üç yıl içinde imar planı yapma zorunluluğu getiriyordu. Bu çerçevede 9 Haziran 1934 tarihli Belediyeler İstimlak Kanunu’na kadar çok sayıda yasal düzenleme yapıldı ve kamulaştırmada objektif ve rasyonel kriterler belirlendi; İstanbul’un imarı için Prost’un 1936-1937 yıllarında hazırladığı Beyoğlu Nazım Planı, 1939’da yürürlüğe girdi (Tekeli, 2013: 130). Bu bağlamda, yukarda bahsettiğimiz altyapı ihtiyacının bir yansıması olarak 1933’te İstanbul Sular İdaresi, 1939’da İETT kurulmuş, 1938’te Üsküdar ve Kadıköy Su Şirketi, 1939’da İstanbul Tramvay ve Tünel Şirketleri yabancılardan satın alınmıştı.
Prost, İstanbul için köklü değişimler düşünüyor, “Haliç’in sol yakasını Taksim’e kadar yıkmak ve yeniden yapmak lazım gelir” diyordu; bunun için kademeli bir strateji öneriyor, Taksim-Harbiye, Dolmabahçe-Maçka arasında geniş yeşil alanlar öngörüyordu (Tekeli, 2013: 139-140). Prost’un ‘kapsamlı planlama anlayışı’ doğrultusunda, Beyazıt Meydanı’nın yeniden düzenlenmesi mümkün olmuş, Taksim’i Haliç köprüsüne bağlayan iki anayol yapılmıştı ve Anadolu’da Üsküdar Meydanı’nda birleşen ana arterler, Kabataş-Üsküdar araba vapurlarıyla Avrupa’ya bağlanmıştı. Böylece İnönü hükümetleri ve İnönü’nün cumhurbaşkanlığında aktif olduğu ilk yıllar boyunca kentleşme politikaları, Kapsamlı Planlama dahilinde bir süreklilik arz ediyordu.
Saraçoğlu Hükümetleri ve Konut Politikaları
İsmet İnönü, Kasım 1938’de cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra yönetimde yeniden etkin olmuş; Celal Bayar’dan (1937-1939) sonra Ocak 1939’dan Temmuz 1942’ye kadar süren Refik Saydam hükümetlerine başkanlık etmişti. Temmuz 1942’de başbakanlığa geçen Şükrü Saraçoğlu ise iki dönem boyunca yönetime ağırlığını koymuş ve ‘kapsamlı planlama anlayışı’ dahilindeki kent ve konut politikalarıyla adından söz ettirmişti. Dolayısıyla, Kurucu Dönem Kentleşme Politikalarını İnönü’nün başbakanlığı ve devlet başkanlığı sırasında hazırlanan ve uygulanan imar planları kadar, yine onun devlet başkanı olduğu 1940’larda başbakanlık yapan Saraçoğlu’nun çalışmalarıyla da bağlantılandırabiliriz.
1943’te İstanbul için 10 yıllık bir imar programı hazırlandı ve bu kapsamda, Mısır Çarşısı restore edildi; Sultanahmet’e Yerebatan caddesi yapıldı; Yedikule Eyüp’e, Topkapı Aksaray’a bağlandı; Yenikapı’dan Unkapanı’na uzanan Atatürk bulvarı tamamlandı; Şişli-Mecidiyeköy yolu ve Şişli Camii yapıldı, Topçu Kışlası yıkıldı; o zamanki sayfiye semtleri Kartal, Pendik, Bostancı ve Erenköy’ün yol bağlantıları da sağlanınca buralar şehir merkezine katılmış oldu (Tekeli, 2013: 149-150). İlerde göreceğimiz gibi 1940’ların kentleşme politikaları ve değişimi yönetme pratikleri, 1950’lerde Menderes hükümetlerinin programlarınndan ayrı düşünülemez.
Adnan Menderes hükümetleri boyunca baş edilen konut sorunu ve yürütülen kentleşme politikalarına geçmeden önce 1930’larda “barakalaşma” şeklinde beliren gecekondu sorununu 1940’lardaki Şükrü Saraçoğlu ve Hasan Saka hükümetlerinin nasıl karşıladığına bakmamız gerekiyor. Bu yıllarda İstanbul’daki konut sorunu İlhan Tekeli’ye göre (2013: 157) sanayinin yer seçimi ve sermayenin el değiştirmesiyle ilgiliydi… Sanayi levantenlerden Türklere geçerken Asya yakasında arsa spekülasyonu ve konut bunalımı, konut kooperatifleriyle ve Emlak Bankası’na semaye aktarımı gibi yollarla çözülmeye çalışıldı.
1945’te gecekondu sorunu mecliste çokça tartışılmaya başladı. 1948’de nihayet bir yasal düzenleme yapıldı, fakat bu yıldan itibaren bütün düzenlemeler varolan gecekonduları affetme eğilimiyle düzenlenmişti ve yeni gecekondulaşmaya da engel olamadılar. 1948’deki 5218 no’lu yasa ile gecekondu bölgelerindeki hazine arazileri belediyeye devredilmiş, belediyenin bu arsaları düşük bedelle ikamet edenlere vermesi planlanmıştı. Bu yasadan iki hafta sonra, 5228 no’lu Bina Yapımını Teşvik Kanunu çıkarıldı, belediyenin yetki alanı geişletildi ve talibi çıkmayan arsaların kooperatiflere devri sağlanmaya çalışıldı. Saraçoğlu hükümeti, ayrıca, 1944’te memurlar için düşük maliyetli konutlar yaptırmak istedi, ancak maliyet çok yüksek olunca bu konutlar, yüksek dereceli memurlara kiralandı. 1946’da Emlak ve Kredi Bankası kurulup düşük maliyetli konut yapmak ve konut kooperatiflerine kredi vermekle görevlendi. 2. Bölümde tüm bu yasal düzenlemelerin daha önceki kapsamlı planlama anlayışıyla uyumlu bir şekilde Kalkınma Dönemi’nde de değişimi yönetme çabalarından biri olarak sürekli hale geldiğini göreceğiz.
2. Bölüm: Kalkınma Dönemi Kentleşme Politikaları (1950-1980)
1950 seçimleriyle iktidar olan Demokrat Parti büyük bir değişim beklentisiyle başa gelmiş ve hem kentsel değişimi gerçekleştirme, hem de toplumsal değişimi yönetme yolunda büyük bir sınavla karşı karşıya kalmıştı. 1936’dan beri görev yapan Prost görevden alınsa da, yeni ve kapsamlı imar programları uygulana kadar onun projeleri uygulanmaya devam etmişti. Ayrıca Saraçoğlu döneminde başlayan konut politikaları da takip edilmişti. Bu çerçevede, Emlak ve Kredi Bankası’nın toplu konut girişimleri, 1949’dan 1957’e kadar Levent Mahallesi’nin inşa edilmesinde, 1954’te Atatürk Bulvarı üstündeki blok inşaatında ve 1959’da Kozyatağı’nda 54 konutun inşaatında sürdü; belediyeler yoluyla bu kooperatiflere yasal kolaylık ve fon sağlandı (Tekeli, 2013: 230). 1950-1960 yılları arasında İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin büyük kentleri, hızı nüfus artışı, konut bulamama sorunu ve gecekondu, sanayileşmenin hızlanması ve sanayiye yer talebinin karşılanamaması gibi problemlerle baş etmek zorundaydılar. Ayrıca İstanbul’da bir yanda kent içi trafik sıkışıklığı ve yol altyapılarının yetersizliği, öte yanda da arsa spekülasyonlarının belediye sınırları dışında parsellenmeye sebep olması (Tekeli, 2013: 162-164) söz konusuydu.
Menderes Hükümetleri ve İstanbul’un Planlanması
Adnan Menderes hükümetinin emriyle 1952’de hazırlanan imar raporunda Prost’un planı eleştiriliyor, bir Şehri İmar Planı Daimi Komisyonu kurulması öneriliyordu. Bayındırlık Bakanı tarafından onaylanan rapor gereği Beyoğlu Ciheti Nazım Planı yapılmış, daha sonra planlama büyütülerek 100 bin kişilik yeni konut alanları öngörülmüştü. Planda, 2010’larda yeniden gündeme gelip inşa edilen Taksim-Yenikapı metro hattı da yer alıyordu (Tekeli, 2013: 171-174).
Eylül 1956’da Menderes kısıtlı ekonomik imkanlara rağmen büyük bir imar operasyonu başlattı. “Sülemaniye’ye giden muazzam yol” diye tanıttığı Vatan ve Millet caddeleri, arazi üzerinde ikamet edenlerin bazen zorla yerlerinden edilmesi pahasına tamamlandı, havalimanı yolu ve Ankara Caddesi gibi ana arterlerin genişliği artırıldı, böylece trafik sorunu çözülmeye çalışıldı (Tekeli, 2013: 178-181). Bu politikalar geçmişteki devlet politikalarının devamı diye görülebileceği gibi, devletçi ve liberal kadroların ideolojik karşıtlığı üzerinden de okunabilir. Zira liberalizm yanlısı DP’nin imar hamleleri, 1960 Mimarlar Odası bildirisinde ‘hazırlıksız, plansız, birdenbire’ olmakla eleştirildi. Nitekim 3,5 yılda 7300 bina yıkılmış, 1958’de İstanbul İmar ve Planlama Müdürlüğü kurulmuş ve yeni bir plan üzerinde çalışılmaya başlamıştı. Prof. Piccinato tarafından hazırlanan yeni plan, 1960 darbesine rağmen, Geçit Devri Nazım Planı adıyla uygulanmaya devam etti.
Adnan Menderes’in bizzat ilgilendiği Vatan ve Millet caddelerinin yapımı sırasında orada ikamet edenlerin acele kamulaştırma ile çıkarılması, gecekondu sorununa da tuz biber ekmişti. Evlerinden edilenler Boyacıköy-Emirgan civarına kaçak olarak yerleştiler ve Celalettin Paşa gecekonduları diye bilinen sorun, 1962-1963 yıllarında yeni bir dalgayla büyüdü. Daha önce, 1950-1951’de 150000 Bulgaristan göçmeni, 1954’te çok sayıda Yugoslavya göçmeni İstanbul sırtlarına yerleşerek gecekondulaşmayı hızlandırmış; aynı yıllarda Nafibaba-Hisarüstü mevkii Robert Koleji çalışanlarının gecekondularına ev sahipliği yapmıştı (Gül, 2013: 220-225).
Menderes hükümetinin ana hedeflerinden biri olan İstanbul’un imarı, 1952’den itibaren kentin Beyoğlu ciheti ve İstanbul ciheti diye iki elden planlaması yoluyla bir yandan kapsamlı planlama anlayışını sürdürürken, diğer yandan aşamalı planlamanın ilk örneklerini veriyordu. 1957’de Türk mimarlar tarafından hazırlanan Yücel-Uybadin Planı, 1958’den 1968’e kadar peyderpey uygulandı. Yücel ve Uybadin’in raporunda gecekondu sorunu için hazineye ait arazilerin belediyelere devredilmesi, belediyeler tarafından gecekondu sakinlerine satılması sağlanıp, elde edilen gelirle gecekondu bölgelerinin su, kanalizasyon ve yol ihtiyaçlarının karşılanması planlanıyordu (Gül, 2013: 33).
Yücel-Uybadin Planı’nda Ankara, o günkü belediye sınırları içinde kuzeyden güneye, doğudan batıya ana aksları içeren bir ulaşım şeması üzerine kurulmuştu (Kayasü, 2006). Yücel ve Uybadin raporu fazla kata müsaade edilmesini “estetiğe ve iktisada katkı yapacağı” gerekçesiyle olumlu buluyordu (Cengizkan, 2006: 34). Plan Ankara için bir çevre yolu yapılmasını sağladı (Cengizkan, 2006: 49). Ayrıca Ankara’nın altyapı sorununun çözülmesi için bir kanalizasyon ve temizlik sistemi önerildi. İstanbul ve Ankara kentlerinin kanalizasyon sorunu 70’lerde gecekondu bölgelerindeki kolera salgınıyla yeniden gündeme gelecekti (Gül, 2013: 46).
Demirel Hükümetleri, Kalkınma Planları ve 1970’ler
27 Mayıs 1960 askerî darbesinden sonra Cemal Gürsel’in bir buçuk yıllık, Emin Fahrettin Özdilek’in bir aylık ve Suat Hayri Ürgüplü’nün sekiz aylık hükümetleri boyunca kayda değer bir kent politikasına rastlayamayız. 1960-65 yılları arasında yalnız İsmet İnönü’nün üç yıllık bir yönetimi olmuştur ki o dönemde de kentleşme politikaları açısından en önemli gelişme beş yıllık bir kalkınma planının hazırlanıp uygulamaya konmasıydı. Bunun yanında, açıkça itiraf edilmese de, Geçit Devri Nazım Planı gibi örneklerde olduğu gibi, Menderes döneminin kent politikalarından büyük bir ayrışma görülmemişti.
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın (1963-1967) kentleşme politikalarına ilişkin kısmı şöyledir: “Geçmişteki hızlı nüfus artışı ile tarım ve tarım dışı sektörlerde yaratılan iş hacminin doğurduğu istihdam arasındaki dengesizlik, tarımda hızla artan bir gizli işsizlik problemi yaratmıştır. Bunun baskısı ile maydana gelen hızlı şehirleşme ise, tarım dışı sektörlerde bir açık işsizliğin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bugün 1 milyon olarak beliren gizli işsizlere ek olarak 15 yıl içinde çeşitli sektörlerde 7,5 milyon insana iş imkânı yaratmak gerekecektir,” bunun için plan, “işsizliğin önlenmesi için şehirlere akının, yaratılacak yeni iş alanlarıyla dengeli olmasını sağlamak ve tarım bölgelerinde tarım dışı faaliyet imkânlarını artıracak programlar” öngörmektedir (Devlet Planlama Teşkilatı, 1963: 36). Gizli işsizlik problemi, ilk kez böyle net bir şekilde kentleşme politikalarının gündemine alınmış ve onun köyden kente göçle doğrudan ilgisi vurgulanmıştı. Ne var ki, “Birinci Beş Yıllık Kalkınma” döneminde bu sorunun çözülemediği, 70’lerde daha da büyüdüğü görülmüştü.
Kalkınma Dönemi’nde İstanbul’a baktığımızda, 1962’de sanayi kuruluşlarının %25’inin Beyoğlu’nda olduğunu, 1950-1960 arasında kurulan 26 büyük sanayi tesisine 1960-1970 arası 55 büyük tesis daha eklendiğini görüyoruz. 1950’den 1965’e metropolde yaşayanların sayısı 80 bin artmıştı. Onbinlerce konut talebi karşılanamayınca 1950’de 8 bin, 59’da 60 bin civarı olan gecekondu sayısı 63’te 120 bine çıkmıştı (Gül, 2013: 216-219).
Süleyman Demirel’in Adalet Partisi, 1965 seçimlerinde tek başına iktidar olup 1971 askerî muhtırasına kadar kalkınma odaklı bir siyaset izlemişti. İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1968-1972) bu dönemde kentleşmenin olumsuz sonuçlarını göz ardı edip desteklenmesini ve ortaya çıkardığı hareketlenmenin artırılmasını amaçlamıştı. Planda sanayileşme, tarımda modernleşme ve kentleşme birbirinden ayrılamaz üç olgu olarak övülmüş, büyük kentlere göçle gelenlere iskân sağlanacağından bahsedilmişti (Devlet Planlama Teşkilatı, 1968).
1971 Askerî muhtırasından sonra Nihat Erim’in, Ferit Melen’in ve Naim Talu’nun kısa süreli, istikrarsız hükümetlerine rastlarız. Ocak 1974’te iktidara gelen CHP’nin Bülent Ecevit hükümeti de uzun süreli olmamış, yerini dokuz ay sonra Sadi Irmak’a ve sonra da Demirel’in yine kısa sürede ayakta kalabilen Milliyetçi Cephe Hükümetleri’ne bırakmıştı. Bu dönemde, kentleşme politikaları açısından Aşamalı Planlama yaklaşımının örneklerini görürüz. Zira, Beş Yıllık Kalkınma Planları yek diğerini reddeder biçimde yenilenmiş ve –ister istemez- kısa vadeli değişimler öngörmüştü.
Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973-1977) işgücünün ve sanayinin belli merkezlerde yoğunlaşmasının kentlerde “rasyonel olmayan arazi kullanımına ve spekülatif hareketlere yol açtığını” tespit edip, daha büyük sorunlara yol açmaması için yurt geneline dağıtılması gerektiğini söylüyordu (Devlet Planlama Teşkilatı, 1973). Bununla birlikte, bu dönemde KöyKent projesi ortaya atılmış ve 70’lerde olmasa da 1999-2003 arasında Ordu-Mesudiye’de hayata geçirilmeye çalışılmıştı: (1) kırsal nüfusun tüm ihtiyaçlarının verimli bir şekilde karşılanması, (2) işsizlerin köykentlerde iş bulması, (3) böylece büyük anakentler civarında oluşacak nüfus yoğunluğunun azaltılması ve sağlıklı kentleşmenin sağlanması amaçlanmıştı (Erdönmez, 2005: 38). Merkez köyler oluşturulup hizmet ulaştırmadaki sorunların çözülmesi öngörülmüştü. Ordu-Mesudiye’deki Köykent uygulamasıyla ilgili Cihan Erdönmez, alternatif iş olanakları yaratılamasa da öngörülen çalışmaların çoğunluğunun tamamlandığını belirtiyor (2005).
Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın (1978-1982) kentleşmeye ayrılan bölümünde bir önceki dönem kentleşme politikalarının uygulanmasındaki başarısızlıktan yakınılıp, kurumsal düzenlemelere gidilemediğinden bahsediliyordu. “İmar planları(nın), tek tip, seçeneksiz ve esneklikten uzak bir yapıda üretilmekte ekonomik ve toplumsal koşulların hızla değişmesine karşın durağan bir yapı göstermeleri, kısa sürede geçerliliklerini yitirmelerine” neden olduğu söylenerek (Devlet Planlama Teşkilatı, 1978: 77) adeta 80 sonrası döneme hazırlık yapılmıştı. Ayrıca gecekondulaşma ve altyapı yetersizliği hakkında “kentsel alanlarda doğal ve tarihi çevre devamlı olarak yıkıntıya uğramakta, yeşil alanlar geliştirilememekte, kent nüfusunun dinlenme gereksinimi karşılanamamaktadır” deniyordu (Devlet Planlama Teşkilatı, 1978: 81).
3. Bölüm: Neo-liberal Dönem Kentleşme Politikaları (1980-2011)
1980’li yıllarda sermaye birikiminin odağı olarak kentlerin önem kazanması, sermayenin uluslararası niteliğinin ön plana çıkması ve 70’ler boyunca bunalımdan çıkamayan siyasetin ve ekonominin yeniden yapılanmasıyla bağlantılıydı (Bal, 2011: 111). 1980 Askerî darbesinin ardından, özellikle Anavatan Partisi’nin tek başına iktidar ve Turgut Özal’ın başbakan olduğu 1983 seçimleri sonrası yürütülen neo-liberal “açılım” kentleşme politikalarını da etkilemişti.
Her şeyden önce kentler artık büyük parçalar halinde sermayenin yayılımına uygun bir şekilde yapılanmaya başlamıştı. Özal döneminde büyük sermayenin kentsel alana girişini özendirecek yönde adımlar atıldığı görüldü ve özellikle İstanbul gibi büyük kentlerde altyapı yatırımları arttı ve büyük sermayeyi çekecek politikalar izlendi: “Kentler sermaye birikiminin merkezine yerleşip, kentsel rantlar sermaye birikimi için önemli bir kaynak haline geldikten sonra, özel sermaye yapılı çevrede de doğrudan yatırımlarıyla yer almaya başlamıştır” (Şengül, 2009: 141).
Bu çerçevede, Stratejik Mekansal Planlama yaklaşımı çerçevesinde, 1980’den 2000’lere, Bal’ın da ifade ettiği gibi (2011: 109), önce ANAP’ın yapısal reformları başlatıp neoliberal hegemonyanın inşasını sağladığı, sonra iktidardan düşmesiyle yaşanan istikrarsız dönemlerin ardından 2000’lerde Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetlerinin kentsel dönüşüm siyasetinin somut sonuçları verdiği söylenebilir. Bununla birlikte, nasıl 1960’ları 1950’leri incelemeden kavramak zorsa, 2000’leri de 1990’lara bakmadan anlayamayız.
Özal Hükümetleri, Nazım İmar Planı ve 1990’lar
Hükümetler ve yerel otoriteler, bu dönemde, kent yöneticiliğinden kent girişimciliğine destek ve ön ayak olmaya, sermayenin yayılımında ve kentlerin büyümesinde moderatör işlevi görmeye başladı: “Özel sermaye için kent bir yatırım alanı haline gelirken, devletin yaptığı yatırımlarda da, özellikle büyük kentler önemli odaklar olarak belirmiştir. 1983 yılından başlayarak belediyelere yönelik kaynak ve yetki aktarımının arka planında bu tür bir strateji vardır” (Şengül, 2009: 176-177).
Bu bağlamda, Turgut Özal’ın önce başbakan sonra cumhurbaşkanı olarak devleti yönettiği dönemin (1983-1991) konut politikalarına baktığımızda, gecekondu sorununa affedici ve özel sermayenin önünü açıcı bir siyasetin izlendiği görülür. 1984’te çıkartılan 2981 sayılı yasayla Islah İmar Planları hayata geçmiş ve gecekonduların sayısı %10 azalmıştı. Ayrıca bir yandan gecekonduları yasallaştırma ve apartmanlarda fazla kata izin verme yoluna gidilirken, diğer yandan Kentsel Dönüşüm politikaları başlatıldı.
1984’te çıkartılan yeni Toplu Konut Yasası ileriki yıllardaki kentleşme politikalarının habercisiydi. Bu yasayla Toplu Konut Fonu işlerlik kazanıyor ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ) yeni bir aktör olarak ortaya çıkıyordu. “1985 yılında toplu konut fonu, konut yatırımları toplamının %31’ini karşılar hale gelmiş, 1988 yılından itibaren fonun gelirlerinin %30’u genel bütçeye aktarılmaya başlamış, 1995 yılında tamamı bütçeye aktarılır hale gelmiş”ti (Kaya, 2012).
1989’da başlatılan Dikmen Vadisi Konut ve Çevre Geliştirme Projesi bunlardan biriydi: 80 metrekarelik apartman daireleri, dönüşüm bölgesindeki gecekondu sahiplerine verilirken, projenin yapımı sırasında sakinlerin konaklama masrafları belediye tarafından karşılanmıştı. Projenin maliyeti de proje çerçevesinde yapılan lüks konutlardan elde edilen gelirle karşılandı (Uzun, 2006: 206-208).
1991’de hayata geçirilen Portakal Çiçeği Vadisi Kentsel Gelişme Projesi ise ilk aşamada, iki lüks konut kulesi ve bir ofis binası ile ikinci aşamada 50 bin metrekarelik bir yeşil alan, iki yeni konut bloğu ve alışveriş merkezi inşaatını öngörüyordu; alandaki gecekondu sahipleriyse Karapürçek ilçesine gönderilmişti. 1995’de gerçekleşme imkanı bulan Gecekondudan Çağdaş Konuta Dönüşüm Projesi ise, gecekondu bölgesindeki yoksullara konut vaadiyle başlatılsa da 47 aileden ancak 8’inin bölgede kalmasını sağladı (Uzun, 2006: 209-211).
Ankara bu kentsel dönüşüm projeleriyle ‘değişimin öncüsü’ olurken, 1990 Nazım Planı başkenti yağ lekesi gibi büyüyen tek merkezli yoğun bir kent olarak tasarlıyordu. “Vadileri kentsel yeşil olarak değerlendiren” bir yaklaşımın egemen olduğu bu plan, vadilerin birer rüzgar koridoru olarak düşünülmesiyle 1970’lerden beri artan hava kirliliğine çözüm olacaktı (Kayasü, 2006: 176).
1990’larda İstanbul ise, Büyükşehir Belediye Başkanı Erdoğan’ın gecekonduları “talan” ilan etmesine şahit oluyordu. Erdoğan bu sorunu kökten çözmek istediklerini söylüyordu. Bu çerçevede bir belediye kuruluşu olan KİPTAŞ’a 50 bin konut ürettirilmiş, Ali Müfit Gürtuna döneminde bu sayıya 20 bin konut eklenmiş, İkitelli, Pendik ve Kağıthane’de –o zamanki adı bu olmasa da- kentsel dönüşüm projeleri başlatılmıştı. Kiptaş, 1987 yılında yabancı sermaye ortaklığı ile imar planı ve mimari projeler yapmak üzere kurulmuş, 1994’te bu adı almıştı ve her ne kadar yerel yönetimlerin kent yönetimine dair bir örnek olsa da 2000’lerdeki merkezî hükümetin kentleşme politikalarına öncü olmuştu.
Nitekim 2000’ler TOKİ ve Kentsel Dönüşüm uygulamalarının kentleşme politikalarına egemen olduğu bir dönemdir. Asuman Türkün vd. (2014: 122) “büyük çoğunluğu 2000’li yıllarda çıkarılan yasalarla, özellikle İstanbul’daki hızlı dönüşüm talebinin yasal altyapısının hazırlanmaya çalışıldığını” söylüyor.
Erdoğan Hükümetleri, Kentsel Dönüşüm ve 2000’ler
Kasım 2003’te tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, dört aylık Abdullah Gül hükümetinin ardından Tayyip Erdoğan’ın milletvekili seçilip başbakan olmasıyla birlikte üç dönemdir iktidarda; dolayısıyla, 2000’lerin kentleşme politikalarına Erdoğan hükümetleri damgasını vurmuştur denebilir. AKP hükümetleri birçok açıdan yenilik ve değişim getirse de, kent ve konut politikalarında 1990’lardan alınan kentsel dönüşüm mirasını sahiplenmiştir.
4 Mart 2004 tarihli Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi, kentsel dönüşüm adının verildiği ilk yasal düzenlemeydi. 2005’te Belediye yasasının 73. maddesinde yapılan değişiklik, belediyelere kentsel dönüşüm projelerine karar verme ve uygulama aşamasında geniş yetkiler veriyordu. Buna göre, “kentsel dönüşüm projeleri; neredeyse her türlü kentsel yapılanmanın oluşturulması için bir araç olarak” kullanılabilecekti; ayrıca yerel yönetimler aracılığıyla, rantı yüksek alanlara sermayenin yasal engel olmadan girebilmesi sağlandı. Yasal engeller nedeniyle yatırım yapılamayan alanlarda artık yatırım yapılabilecekti (Türkün, 2014: 132).
Ayrıca 2985 Sayılı Toplu Konut Kanununda yapılan değişiklikle başbakanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda, her tür ve ölçekteki planları yapmaya, yaptırmaya ve tadil ettirmeye yetkili kılındı. Böylece TOKİ’ye planlama konusunda oldukça geniş yetkiler verildi ve TOKİ neredeyse bağımsız bir planlama mercii haline geldi (Türkün, 2014: 144).
TOKİ için Erdoğan hükümetleri döneminde inanılmaz bir iktidar alanı yaratıldı: “konut sektörüyle ilgili şirketler kurmak veya kurulmuş şirketlere iştirak etmek; yurtiçi ve yurtdışında proje geliştirmek; idareye kaynak temini için kâr amaçlı projeler uygulamak” yetkileri tanındı. 15 Aralık 2004’te Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü lağvedildi ve arazilerinin büyük bir bölümü başbakanın onayıyla TOKİ’ye devredildi. Türkün’ün ifadesiyle, TOKİ’nin arsa stoku iki sene içinde 16,5 milyon m2’den 194 milyon m2’ye çıkarıldı ve Hazine’ye ait arazileri de bedelsiz devralma hakkı verilen TOKİ, zamanla yasa denetiminden de arî tutuldu ve tüm kentsel dönüşüm bölgelerinde imar ve ıslah yapabilir hale geldi (Türkün, 2014: 132).
TOKİ’de de, tıpkı Kiptaş’ta olduğu gibi amacın düşük gelirli ailelere konut sağlamak olduğu söyleniyor, bu amaç uğrunda, maliyeti karşılayabilmek için lüks konutlar da üretilip TOKİ’nin yatırım arzı genişletiliyor. 2000’lerde sermayenin dolaşımına uyumlu bir şekilde üretilen kentleşme politikaları, yine sermayenin dolaşım koşullarına bağlı hale geliyor.
“Kentsel dönüşüm süreçlerinde madalyonun iki yüzü var diyebiliriz. İlki, dönüşüm sonucu toplu konutlara taşınmak zorunda kalan genellikle orta-alt sınıfın karşılaştığı problemler, ikincisiyse dönüşen bölgeye yeni yapılan rezidans-kapalı site tarzı konutların üst-orta sınıf sahiplerinin yaşadıkları değişim. Bir bölgenin kentsel dönüşüm bölgesi olarak ilan edilmesi TOKİ tarafından gerçekleştiriliyor. Belediyelerin hangi bölgenin dönüşüme uğrayacağına dair kararda bir söz hakkı olmuyor. Bu bölgelerde yaşayan alt-orta sınıf için yapılan toplu konutlar, özellikle İstanbul’da şehrin çeperleri kabul edilen, ulaşımı problemli bölgelere inşa ediliyor, Arnavutköy veya Bezirganbahçe gibi. Böylece taşınmak zorunda kalanlar, eski mahallelerinde kurdukları, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamalarını kolaylaştıran bağlardan koparılıyorlar.” (Doğusan, 2011: 27)
Görüldüğü gibi, merkezî hükümet geniş yetkiler verdiği bir kurumu piyasanın içinde var etmeye çalışırken, esas amacı olan düşük gelirli sosyal gruplara düşük maliyetli konutlar sağlamaktan geri kalıyor. Kaya’nın da dediği gibi (2012), TOKİ’nin kullandığı bütün yetkiler, onu konut sunumu için bir araç kılmanın önüne geçerek, kendi kendine bir amaç haline getiriyorlar.
Sonuç
Bu çalışmada, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi boyunca yürütülen kentleşme politikalarını bir bütün halinde özetlemeye çalıştım. Elbette kentleşmenin yaklaşık 92 yıllık tarihi, böyle kısa bir çalışmada anlatılamaz. Her dönemi, o dönemin arşivlerinden, aktörleri ve mağdurları açısından da incelemek gerekir. Burada ancak ve ancak kent politikalarının makro düzeyde nasıl bir bölümlendirmeye tabi tutulabileceğini göstermeye çalıştım. Ayrıca, birbirine tümüyle zıt gözüken parti programlarının ve ideolojik söylemlerin, konut politikaları açısından nasıl bir süreklilik taşıdığını görmüş olduk.
Birinci bölümde, “Tek Parti Dönemi” olarak da adlandırılan Cumhuriyet Halk Fırkası iktidarı boyunca yürütülen ve Melih Ersoy’un Kapsamlı Planlama Anlayışı diye adlandırdığı yaklaşımla incelenebilecek politikalara göz attık. Ankara’nın başkent ilan edilmesi ile birlikte, Jansen’in imar planı ile bir kentin nasıl inşa edildiğine ve sosyo-ekonomik koşulların merkezî hükümeti nasıl sınırladığına bakmaya çalıştık. Kapsamlı Planlama sayesinde siyasal aktörler ve onlarn yetki verdiği programcıların “Ankaralıların” yaşayışına nasıl etki ettiği hakkında fikir sahibi olduk. İkinci bölümde, Menderes hükümetlerinin İstanbul’u imar ederken, önceki hükümetlerin konut politikalarından apayrı bir çizgi izlemeden, kendinden sonraki döneme de etki ettiğini, 1960-1980 arası ise, Aşamalı Planlama yaklaşımı ile anlaşılabilecek kısa vadeli kalkınma planlarını irdeleme fırsatı bulduk. Üçüncü bölümde, ismiyle müsemma ‘Neo-liberal Dönem’i kentleşme açısından özetlemeye çalıştım. Kiptaş’tan Toki’ye kentsel dönüşümün Erdoğan hükümetlerinin bir icadı olmadığını ama bu hükümetler döneminde kentsel ve sosyal değişimlerin merkezinde yer aldığını görmüş olduk. Stratejik Mekansal Planlama, 2010’lar Türkiye’sinde etkin olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Kaynakça
BAL Eylem, Türkiye’de 2000 Sonrası Neoliberal Politikalar Çerçevesinde İmar Mevzuatındaki Değişimler ve Yeni Kentleşme Pratikleri, Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir 2011.
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara 1963.
Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı, Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara 1978.
DOĞUSAN Zeynep, “Ev”, BUcümle Dergisi, S: 3 (2011), s. 26-28. http://www.emekveadalet.org/arsivler/2511
ERDÖNMEZ Cihan, “Köykent: Olumlu ve Olumsuz Yönleriyle Bir Kırsal Kalkınma Projesinin Çözümlemesi”, Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, S: 2 (2005), s. 35-51.
ERSOY Melih, Kentsel Planlama Kuramları, İmge Kitabevi, İstanbul 2011.
GÜL Murat, Modern İstanbul’un Doğuşu: Bir Kentin Dönüşümü ve Modernizasyonu, Sel Yayınları, İstanbul 2013.
İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara 1968.
KAYA Emre, “İnşaat Sektörü ve Kapitalist Devlet”, 30.12.2014 tarihinde erişildi: http://www.emekveadalet.org/arsivler/2520 , 2012.
KAYASÜ Serap, “Ankara İmar Planlarının Açık ve Yeşil Alan Yaklaşımları”, (Ed. Tansı Şenyapılı) Cumhuriyet’in Ankara’sı, ODTÜ Yayınları, Ankara 2006.
KELEŞ Ruşen, Kentleşme Politikaları, İmge Kitabevi, İstanbul 2013.
ŞENGÜL Tarık, Kentsel Çelişki ve Siyaset: Kapitalist Kentleşme Süreçlerinin Eleştirisi, İmge Kitabevi, İstanbul 2009.
ŞENYAPILI Tansı, “Baraka”dan Gecekonduya Ankara’da Kentsel Mekanın Dönüşümü: 1923-1960, İletişim Yayınları, İstanbul 2004.
TEKELİ İlhan, İstanbul’un Planlanmasının ve Gelişmesinin Öyküsü, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2013.
TÜRKÜN Asuman (ed.), Mülk, Mahal, İnsan: İstanbul’da Kentsel Dönüşüm, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2014.
UZUN Nil, “Ankara’da Konut Alanlarının Dönüşümü: Kentsel Dönüşüm Projeleri”, (Ed. Tansı Şenyapılı), Cumhuriyet’in Ankara’sı, ODTÜ Yayınları, Ankara 2006.
Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı, Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara 1973.
YAVUZ Sıla, Belediye Politikalarının Kent Mekanının Biçimlenmesindeki Rolü: Ankara Örneği, Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2012.