Her Şey Çok Güzel Olmayacak!

Bu yazı için seçimlerin tamamlanmasını bekledim ancak en iyi ihtimalle bir ay daha tamamlanmayacak gibi duruyor.

Bugünlere Gelirken

2010ların başlarında ülke içi muhalefetin ana çağrısı mevcut hukuk normlarına sadık kalınmasıydı. Çokça eleştirilen ve ülkeyi çoraklaştıran 12 Eylül Anayasası’na sadakat çağrısı en çok ortaya konulan muhalefet söylemiydi. Geldiğimiz noktada bu pek de devrimci görünmeyen talepten bile uzaktayız. Öyle veya böyle tutarlı işleyen herhangi bir norma sadık kalınmasını istiyoruz ancak esasında tam anlamıyla buna da razı değiliz ve çok yorulduk.

2013 Gezi Direnişi ülkedeki değişimin dinamiği olma iddiasıyla iktidarını tahkim edegelen AKP için sonun en somut başlangıcı olmuştu. Daha öncesinde 2009’da KCK tutuklamaları ve gizli kapılar ardında devam eden “çözüm süreci” görüşmelerinin bozulmasıyla biraz da olsa, bocalamaya başladığını ve pek de inançlı olmadığını göstermişti. 2011’de Robotski Katliamı sonrasında ise kuşanılan devlet ağzı pişkinliği ile gerçek yüzlerini göstermişlerdi. Ancak en somut kırılma momenti Gezidir. O tarihten sonra iktidarın tahkim ettiği iddiasını taşıdığı saflarda kırılma başlar ve ülkeyi kompartımanlaştırmaya yarayan etiketlerin anlamsızlığı görünürleşir. Bununla birlikte her yengisine rağmen gerileyerek, gerek ittifaklarla sağladığı ek takviyeler gerek de kasada birikmiş olanı tüketerek mevzi kaybetmeye devam ettiler. Ve Gezi’den sonra ülke neredeyse her yıl bir seçim yaşadı.

2014’te kaset savaşlarının damgasını vurduğu yerel seçimler, 2015’de Haziran hezimeti ve tek başına iktidar olamama, 2015 Kasımında şiddet kartı devreye sokularak kazanılan bir zafer(!), 2016 Mayıs’ta Pelikan Bildirisi sonrası sivil darbe kıvamında garip bir başbakan değişimi, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, 2017 Nisan’da Anayasa değişikliği referandumu, 2018 erken seçimler, 2019 yerel seçimler…  AKP cenahı için bu seçimlerin kazananı retorikte her zaman Erdoğan’dı. Son yerel seçimler için de böyle söyleniyor, zira kağıt üzerinde oyların çoğunu Cumhur İttifakı aldı. Ancak kaybettiklerinin herkes farkında. Ülkenin dinamik ve ekonomik merkezleri çok büyük oranda ellerinden çıktı.

Ahvalimiz

Hali hazırdaki koalisyon toplum ve ülke için bir sulh ve düzen vadetmiyor. Hukuk dışına çıkılarak temin edilen yara bantları da oluşan çatlakları kapatmaya yetmiyor. Müesses nizam işlemediğinde ise ya darbe mekaniği devreye girer ya da toplum bir şekilde dönüşümü sağlayıcı refleksler sergilemeye başlar. Şuan ikincisi gerçekleşiyor ve toplum Ekrem İmamoğlu figürü üzerinden siyasete ve kurulu düzene ayar vermek üzere. Her ne kadar YSK’nın kendi koyduğu kuralları ve teamülleri çiğneyerek verdiği kamu vicdanını yaralayan yeniden seçim kararı meseleyi hala neticelenmemiş bıraksa da Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı çok açık görünüyor. Seçimlerden galip ayrılmasa bile kazanan taraf olarak önünde uzun bir siyasi kariyer olduğu açık. Ancak esas üzerine konuşmamız gerekenler ise galip ve mağlup figürler değil başımıza gelecekler ve özgün siyasetimizin ahvali.

Bu seçimlerde Ekrem İmamoğlu’na oy verdim. Şöyle iki argümanım vardı: Gelen kim olursa olsun oy kazanma kabiliyeti mevcut olandan fazla olamaz ve yeni gelenlerin denetlenebilirliği mevcuttan daha fazladır. Hangi yapı olursa olsun siyasal mobilizasyonun iskeletinde yer alan paydaşların girift bir yapı sergilemesi liderde biriken otoritenin temerküzünü zorlaştırır. CHP bu anlamda AKP’den çok daha parçalı bir yapıya sahip ve parti içi denetim imkanı daha fazla. Yani CHP’nin “ileriliği”nden ziyade fiili durumu ve siyaset bagajları üzerinden bir tercih bu. Siyaset yapabilmek için tabir yerindeyse ehveni şer olanı tercih ettim/k.

Ancak, içine gireceğimiz kafesin duvarları eski kafesten daha kalın olabilir mi? Yani her şey bizim için daha zorlaşabilir mi? Kanaatimce üzerimize yüklenen yük şimdikinden hiç de hafif olmayacak.

Devletçi Kapitalizm Gerilerken Liberal Kapitalizme Kapılmak

Dünyanın iki kutupluluktan tek kutupluluğa geçtiği ilan edilmiş olsa da siyasi atmosfer modern zamanlar boyunca kapitalizmin farklı şekillerini aynı anda barındırarak sürdü. Establishmentlar ya devletin ve bir takım bürokratik elitlerin denetimindeydi ya da daha çok parası olan ve hukuk sitemi oturmuş olan ülkelerdeki gibi sermayenin daha serbest olduğu bir takım mekanizmalar üzerine kurulu olageldi şu güne kadar. İdeoloji kimliği giydirilerek imal edilen, kazananı genellikle halklar olmayan savaşlar ise kapitalizmin ve ideolojilerle önümüze servis edilen emperyalizmlerin kalkanı olageldi. Şimdilerde ise dünyadaki temel gerilimlerin de devletçiliği savunan kanat ile “daha fazla özgürlüğü savunan” kanat arasında geçtiği görülüyor. Ancak kapitalizmin geniş kitleler için ümitsizce teslim olunan bir olgu olması sorunu devam ediyor.

Liberal kapitalizmin merkezinin sürekli hata veren neo-liberalliği tedavüle sokmak için kullandığı araçlar, savaş, darbeler ve cuntalar gibi içinde zor yoluyla dönüştürme kartını barındıran argümanlar oldu. Şiddet kartı uygulanmış olmasına rağmen sonrasında oluşan siyasallık ister istemez anlamlı bir takım toplumsal muhalefetlerin de haklı gerekçelerle kendisini gösterir olmasına imkan tanıyordu. Ancak demokratik yollarla toplumun onayını almış bir liberallik, darbeyle hayatımıza sokulan bir liberallikten daha güçlü şekilde kılcal damarlara nüfuz kabiliyeti ve “meşruluğu” taşıyor.

Ekrem İmamoğlu tarzı güleryüzlü liberalizm kokan bir siyasetin demokratik yollarla devletçi olanı tasfiye edeceği görünüyor ve toplum olarak iki kapitalizmden ehveni şer olanı tercih etmiş oluyoruz. AKP/Putin/Maduro tarzı bir kapitalizm ise gerilim alanlarını hızlı beslediğinden radikal kopuşçular için “devrimci durum” yaratma kabiliyetine daha çok sahipler. Ve kolay yolla, toplumla beraber dönüşmeden bir değişim isteyenler için daha tercih edilesi. Ama kalıcı neticeler elde edebilmek için zor olanla yüzleşmek zorundayız. Şu an şafağımızda öyle ya da böyle demokrasinin imkanlarıyla kendini topluma kabul ettirmiş gerçek bir kapitalizm var. Haliyle işimiz bir hayli zorlaşıyor.

Fevkalade Sorunlu Kurucu Sembollerin Tekrar Dirilmesi

Şuan da içinde debelendiğimiz birçok sorunun kaynağı aslında AKP’ye gelinceye kadar ülkenin başına gelenlerdi. AKP bu hastalıklı devlet geleneğini düzeltme iddiasıyla kendine alan buldu ancak iyi kötü işleyen kurumları da tarumar ederek ve sorunları derinleştirirek miadını dolduruyor. AKP giderken bize Abdullah Gül’ün de bir beyanında söylediği gibi ‘bir arpa boyu yol aldırmadan’ gidiyor. Üstüne ülkenin sorunlu geçmişini muhasebeye mani olacak kolektif bir hınç bırakarak sahneden ayrılacak. Yeni gelenler ise muhasebe defterini buzdolabına koyarak konuşacaklar. Bu ülkede sorunların birçoğuna kaynaklık teşkil eden Atatürkçülük, Müdafa-i Hukukçuluk, bayrak-vatan-dil kutsaması gibi birçok şey zor yoluyla onaylatılarak değil, demokratik bir seçimle oylanmaya tabi tutulup halk onayı ile karşımıza çıkacak.

Menderes’e yapılan darbe sonrası ülkede esen “özgürlük” ortamı benzeri bir özgürleşme bekleniyor ancak bu sefer darbesiz olanı yani gayrı-meşruluğu çok daha zor tartışılabilir olanı geliyor.

60’ların siyasal atmosferi henüz 50 yılını tamamlamamış bir genç cumhuriyette toplumun tabandan mobilize olarak irade gösterebileceği bir zemin sağlamıştı. Ancak o zeminde bile ülkede kutsal kabul edilen kavramlar üzerinde bir meşruluk arayışı hakimdi. Mustafa Kemal’in tarihsel gerçekliği ne olursa olsun onun bir “antiemperyalist” olarak sunulması üzerinden topluma ulaşma gibi siyasi temayüller ise gayet anlaşılırdır. Milli, milliyetçi, Türk gibi şuan için kuşatıcılığı tartışmalı olan kavramlar siyasal söylemlerde belirleyici bir yerde duruyordu. Tabi 70’lere gelindiğinde devletin sol siyasallık içinden çıksa bile bu gibi söylemlere pek de kulak asmadığını gördük. Bu arada sol siyasetin üzerine Kemalist etiketi yapışıp kalacaktı. Sol’un uzun süre elitlerin ideolojisi olmak gibi okunmasında 60lardaki siyasal atmosferin ve dönemi için anlaşılır temayüllerin payı mutlaka var.

Üzerine konuştuğumuz şu gün ki süreçte ise artık kutsallara açıktan söz söylemek daha devrimci ve dönüştürücü bir siyasallığın peşinde olan bizler için zorlaşıyor. Zira sistemin kutsalları referandumla onaylanmış ve tescillenmiş olarak muhatabımız olacaklar, darbe ile zayıflatılmış olarak değil.

Çözümünü Liberallere Bırakamayacağımız Kurumsal Sorunların Görünürleşmesi

Ülkenin içinde olduğu kriz nedeniyle hala diri olan birçok sorunlu yapı ve kurum ile yüzleşme şansını bulamadık ve bir miktar normalleşme aslında ne kadar çıplak olduğumuzu ortaya koyacak. Mevcudun tasfiyesi ile uğraşırken birçok ciddi meseleyi yeteri kadar sorun etmedik/edemedik.

Sınıf siyasetinin parçalanmışlığında bir eksilme yok. Sendikaların hala sınıfı temsil kabiliyetleri ve demokratik yapıları tartışma konusu. Bu parçalanmışlık ve sendikalardaki kurumsal karakter için maalesef kalıcı işler üretemedik. Evrim geçiren sınıf yapısına dair de teorik ve pratik yetkinlikten maalesef uzağız.

Toplumsal cinsiyet meselesi üzerine kazanılmış bir takım yasal haklar görece bir güvence sağlıyor ancak bu kazanımların toplum nezdinde de kalıcılaşması gerekiyor. Zor ve uzun soluklu çabalar gerektiriyor.

Dinin günün insanı için pek de iç açıcı teklifler sunmaması ve şekilciliğin ana akım olarak görülmesi sorunu artarak devam ediyor. Dini pratiklerle birlikte alternatif ve dönüştürücü siyasetin bağdaştırılması gerektiğinden söylem düzeyinde bile olsa bir ikna edicilik kurmaktan uzaktayız. Türkiye’de düşük gelirli sınıfın dindarlığı ile birlikte düşünülünce bu mesele de sınıf siyasetinin önemli kalemlerinden biri olarak duruyor.

Sistemin ürettiği ötekilerin iç meseleleri de bir yapısal sorun olarak alanımıza giriyor. Bu durumun da demokratikleştirme mücadelesiyle birlikte aynı anda düşünülmesi gerekiyor. Sadece ötekileştirilenlerin eşitlenmeleri sorunlarımızın çözümü için yetmeyecek yani. Burada da uzun bir patika bizi bekliyor.

Sonuç

Hülasa her şeyin çok güzel olacağı iddiası bizim için geçerli değil. Bu sahiplenebileceğimiz bir ifade de değil. Geçmişte bu gibi kritik dönüşümlerden sonra yaşananlara baktığımızda yelkenleri hemen indirmemek gerektiğini görüyoruz. Sıradan bir normalleşme anında siyaset üretme noktasında ne kadar geride kaldığımız ayyuka çıkacak. Haliyle her şey çok güzel olmayacak ve bizim için daha zorlaşacak.


*Öne çıkan görsel şuradan alınmıştır: https://www.flickr.com/photos/dipsphoto/34190142884

1 Response

  1. 27 Haziran 2019

    […] katılıyorum. Gelecek olanın çok matah bir şey olmadığını düşündüğümü de daha önce yazmıştım. Ancak “doğruluklar” eğer bir sistem tartışması yapıyorsanız tüm değişkenleri potaya […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir