Halatın İki Ucu
Metne soyut kelimesiyle başlamayı düşününce “ıkı ıkı” diye güldüm. Televizyonda soyut kelimesini duyduğumda büyüklerimden biri küfrü yapıştırmıştı. Edepsizlere bakın ki ahlaki olarak işaretlenmiş bir kelimeyi kullanmakla ne mal olduklarını izhar etmişlerdi. Kelimede bir günah yoktu malum. Söyleyiş tonuyla da birleşince sınıfı ve ideolojik konumu izhar ediyordu soyut ve somut kelimeleri.
Yine de tazir yeme pahasına da olsa soyutlama yapmaya kararlıyım. Biliyorum ki insanlar halat yarışı oynar gibi bir hattın iki tarafına ayrılmış değiller. Halat boyunca uzanıp duran insancıklar var. Ama tartışmanın selameti açısından hatları birbirinden ayırmak, teşhis etmek, sonra tekrar birbirine girdirmek oldukça elverişli bir tutum.
Bağlamımızı unutmayalım. Kendimi içinde bulduğum ahlaki ikilemleri analiz etmek istiyorum. Onun için çevremde ve kendimde rastladığım kimi durumlardan hareket ederek az buçuk sistemli bir eleştiri oluşturmaya çalışacağım.
Halatın bir tarafına ahlaki olarak her şeyi belirlenmiş sayanları bir diğer tarafa da onların muarızları olan ilkecileri koyacağım. Bir insan hem ilkeci hem de belirlenmeci olabilir fakat dediğim gibi şimdilik böyle bir ayrım olduğunu varsayarak hareket edeceğim. Bu ayrıma dair anlatacaklarımı genel olarak aşağıdaki tabloda toparlamaya çalıştım.
Belirlenmeci | İlkeci | |
Temel Düşünce | Dinde her şeyin hükmü vardır. | Din ilkeler koyar. Detaylar ilkelere göre zamanla belirlenir. |
Kurmak İstediği Âlem | Asrı Saadet simülasyonu | Modern dünyada İslam ilkelerine dayalı yaşam |
Avantajlar | Otomatik meşruiyet | Şartlara ve zamana kolay adaptasyon |
Dezavantajlar | Şartlara ve zamana ayak uyduramama | Sahih bir yorum yaptığını ispatlama ihtiyacı |
Eylemlerin Ahlaki Değerleri | Külli-cüz’i tüm davranışların ahlaki değerleri din tarafından belirlenmiştir. | İlkeler va’z edilmiştir. Cüz’i durumlar bu ilkelere göre yorumlanmalıdır. |
Yeni Bir Durumla Karşılaştığında Muhtemel Tepkisi | Bin Ba’z’ın ölüm oruçları fetvası | Karadavi’nin demokrasi fetvası |
Paket Cümle | “İslam öyle mükemmel bir dindir ki onda tuvalete hangi ayakla girileceği bile belirlenmiştir.” | “Atalar ocağındaki külü değil közü taşımak gerek.” |
Akıl-Nakil | Naklin verdiği bilgiler akılla elde edilemez. | Naklin verdiği bilgiler akılla elde edilebilir. |
Yeni durumla karşılaşınca ne yapar? | Kara kaplı kitaba bakar, bir otoriteye sorar. | Meale bakar, düşünür. |
Bolca örnek verilen ayet | Maide, 3 ve En’am, 38 | Bakara, 71 |
Tablo.1: Belirlenmeciler ve ilkeciler arasındaki bazı farklılıklar
Aslında yukarıda kurduğum şekilde bir karşıtlaşmanın olmadığı iddia edilebilir. Ben de kendime aynı itirazı yapıyorum. Bununla birlikte insan aklı kategorize etme ve bu usul üzere anlamakla malul. Kombi kurcalayan bir avcı-toplayıcı torunu olarak kendimi insanın kategorileştirici tavrının konforuna bırakıyorum. Başta iki tarafı iyice soyutladıktan sonra gerçeğe dönmeye çalışacağım.
İkinci bir husus olarak da yukarıdaki ayrımın mutezile-eşariye, usuli-ahbari ayrımında da mevcut olduğu ve hatta bunların bir devamı olduğu söylenebilir. Böyle bir hızlı yorum/soyutlama muhtemel ki birçok yorum hatasına, gerçeğin bir kısmını hasıraltı etmeye götürebilir. Hedefimiz daha çok kendi bağlamımıza yaslanarak iki düşünceyi kapıştırmak yerine ikisinin doğruları ve yanlışlarını bulmaya çalışarak kendi düşüncemize daha sahih bir rota çizmek.
Öncelikle iki taraf arasındaki temel dünya görüşü farklarını düşünelim. Belirlenmeci için din her şeyin değerini tayin etmiştir. Bu değeri tayin edilenler dünyasında insan hayatı için oldukça önemli -öldürmek- gibi fiillerle birlikte -tırnak kesmek- gibi kıymetsiz fiiller de puanlandırılmıştır. Her bir işi yapmanın sahih ve sahih olmayan yolları vardır.
İlkeci içinse din asli olarak külli ahlaki kaideler getirmiştir. Müslümanın görevi kendi yaşadığı çağ içerisinde bu ilkeleri hayatına uygulamaktır. Din asli olarak bu ilkelerle ilgilidir. Onun dışındaki ufak meseleleri tartışmaya mahal yoktur. Zaten dinde belirlenmeyen bu gibi ufak hususlar dine daha sonraları yedirilmiştir.
İki tarafın dine ve ahlaka bakışlarındaki bu temel farklılık şüphesiz onların dünyaya karşı tavırlarına da sirayet etmektedir. Asrı Saadet her iki grup için de oldukça önemli bir kaynaktır. Vahyin indiği dönemde yaşanmış olan olaylar ya Kur’an’daki ayetlere yansıdığı şekilde bizzat Allah’ın müdahalesine uğramış ya da Rasulullah tarafından değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Böylelikle bu dönemde işlenmiş olan fiiller bir manada ahlaki değerleri bakımından akredite edilmiş fiillerdir. Belirli bir konuda akredite edilmiş olan bir fiil, o konudaki tek doğru fiil olmamasına rağmen tek akredite edilmiş fiil olabilir. Böylelikle bu dönem, doğruluktan ayrılmak istemeyenler için akredite edilmiş davranışları öğrenebilecekleri bir kaynaktır. Bununla birlikte belirlenmeci mantalite en doğru olanın direk o günleri yaşar gibi yaşamak olduğunu düşünerek zamanın getirdiği yeniliklere kerih gözle bakar. Bu düşüncenin başarmaya çalıştığı şey Asrı Saadetin bir tür simülasyonunu kurmaktır. İlkeciler ise bu manada değişime direnme taraftarı olmayıp önemli olanın Asrı Saadetteki yaşam mantığını bugüne uygulamak olduğunu öne sürerler.
Her iki grup da planlarını hayata geçirmek noktasında belirli avantajlara ve dezavantajlara sahiptir. Dünyadaki yaşam teknik, toplumsal birçok bakımdan dönüşüme uğramaktadır ve bunlar karşısında direnmek oldukça zorlu sınavlar ortaya çıkarmaktadır. Modern toplumda yaşamak ve yaşamamak ikileminde seçimini yaşamaktan yana yapan belirlenmeciler kendi gelenekleri tarafından belirlenmeyen birçok durumla karşılaşmaktadır. Oysa ki modern hayata karışmamak ahlaki karmaşalar noktasında bir konfor sunar. Asrı Saadetteki dünyayı yaşayabildiğin yerde ahlaki karmaşalar da yoktur, her şey kitapta yazılıdır. Modern hayat kendisinin de bilmediği birçok soruyu sorarak gelir. Belirlenmeci genel olarak geleneksel dini otoritenin taşıyıcısı kabul ettiği kimselere müşkilatlarını sorarak bu durumu aşmaya çalışır.
Kurmak istediği âlem konusunda ilkelerin taşıyıcısı daha esnek bir konuma sahiptir. Kendi zamanının şartlarına ilkeleri uygulamaya çalışırken uymak zorunda kalacağı otoriteler bulunmamaktadır. Bununla birlikte ilkelerin taşıyıcısı için temel zorluk bunları halka kabul ettirmek noktasındadır. İlkelerin belirli zaman ve kültüre uyarlanması bir yorumlama işi olduğu için kişi yorumunu kabul ettirmek durumundadır. Bu gibi durumlarda meşruiyet krizine çözüm bulmak için genel olarak seleften kimseler şahit ve işbirlikçi olarak yardıma koşulur (Mustafa Öztürk’ün kendisine yönelik linç sonrasında ve öncesinde benim görüşüm seleften şunlar şunlar tarafından da seslendirilmiştir demesi gibi).
Görüşleri kabul ettirmek noktasında zaten geleneğin bağrından çıkmış olan belirlenimciliğin bir sorunu bulunmamaktadır. Gelenek ve geleneğin taşıyıcısı olan alimler bir silsilenin temsilcileridir. Biraz hızlı bir yorum yaparsak geleneği oluşturan üç ana rivayetin bulunduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan ilki Kur’an’ı Kerim’in hafızlar ve karilerce aktarılması ve rivayet edilmesidir. İkincisi bireysel çabalarla hadislerin rivayet edilmesi ve yazıya geçirilmesidir. Bu iki kaynak hayata dair her ne kadar birçok bilgi içerse de bir kişinin hayatını nasıl tam anlamıyla tamamen İslami bir biçimde idame ettireceğine dair bilgi vermez. Kur’an’daki senaryo sayısı oldukça az sayıdadır, hadisler oldukça detaylı olmalarına rağmen tabiri caizse üç boyutlu bir bilgi sunmazlar. Bununla birlikte üçüncü bilgi kaynağı olan ümmetin nesillerinin davranışsal rivayeti tam olarak bütüncül bir yaşam biçimi kaynağıdır.
Nesillerin davranışsal rivayetlerinin önemi bunların ilk İslam toplumundan aktarılarak geliyor oluşudur. Bu rivayet etme durumu hem önceki nesillere kutsal bilginin taşıyıcıları olarak bir saygıdeğerlik atfeder hem de ilk İslam toplumuyla bugünkü arasında davranışsal bir devamlılık sunar. Ritüeller üzerinden bugünkü İslam toplumunu vahyin ilk taşıyıcılarına bağlar.
Modern hayatın sosyal alanda getirdiği değişimlerse direk olarak bu rivayetlerin taşınma biçimlerine ve usullerine müdahale etmektedir. Artık nesillerce aktarılamayan bilgi, aslında dinin aktarımında en önemli kaynaklardan birisidir.
Belirlenimcilik bunu örneklik bulamadığı durumlar üzerinden müşahede eder. Kur’an’da ve hadislerde her şeyin detaylı olarak anlatılmasına imkân yoktur, bununla birlikte üst nesillerin yaşamı tamamıyla dogmatik bir kutsallık halesine bürünerek sonrakilere süper detaylı bir “yaşamın doğru yolu” tasviri sunar. Modernlik hem bu rivayetin aktarıldığı klasik toplumsal yaşama hem de bu rivayetlerin yaşandığı bağlamlara müdahale ederek onları sessiz hale getirir. Kendi başlarına bırakır.
Şüphesiz ki her iki grup son yüzyıldaki siyasi yenilgilerden oldukça sert bir biçimde etkilenmiştir. Muhafazakar belirlenimciler hem Batı ile hem de kendi ülkelerinin hükümetleriyle karşıtlaşmak durumunda kalmıştır. Muhafazakar belirlenimci zihin selefi görünümlerinde çeşitli Asrı Saadet simülasyonları kurmak girişimlerinde bulunmuştur, bulunmaya devam etmektedir. Bu çabalar sonucunda IŞİD gibi oldukça olumsuz tecrübelerin yaşanmış olması gelenekçi mantığı kendi iddiaları bağlamında daha da zorlamaktadır. İlkeciler ise kurtuluş savaşları dahilinde Batılılara karşı savunma durumunda kalmış, kendi ülkelerinde de kendi programlarına meşruiyet kazandırma, dertlerini anlatma konumunda kalmışlardır.
Bu süper basitleştirmeci yazıyı burada keserek bir sonraki yazıda her iki grubun ahlaki yargılarında izledikleri izlencelere göz gezdireceğim.
* Devam eden bu yazı serisinin ilki için tıklayınız.