Günlerdir tartışıyoruz
Nesiller insanlara deneyimler, birikimler, değerler ve olanaklar bırakır. Bu bıraktıkları ile beraber ezberler, yargılar, önyargılar, kin ve düşmanlık gibi şeylerde bırakır. Eğer mirasçısı olduğunuz nesil size değerden çok değer yargısı bırakmışsa devrimci bir dönemdesiniz. Fazla havalanmadan reddi miras yapın. Yıkmaktan korkmayın ve kurmak için mücadele azminden vazgeçmeyin. Bu durum Allah’ın bizi soktuğu en güzel sınavdır. Bu nesiller şanslıdır. Babalarından kalan miras tükendiği için kendi ayakları üzerinde yaşamasını öğrenen fakir baba evlatları gibidir. Ekmeğini taştan çıkartır bu nesil.
Bu yaptığım babalara isyan çağrısıdır.
28 Şubat zamanları, ben liseye gidiyorum. Yasaklar felan var. Alevi Kürt bir ailenin çocuğuyum lakin durumu sineye çekemedim. Nerede başörtüsü eylemi görsem destek oldum, bulunduğum gruplarda bu meseleyi çok rahat tartıştım ve taraf oldum. Bazen el kaideci bile dediler sonunda buraya kadar geldim. Yakınlarıma ve çevreme itiraz etmeseydim kendimi kandıracak onlarca sebep bulabilirdim. Abim cezaevinde ve açlık grevindeydi, Şevket Kazan “elbette yiyorlardır, içiyorlardır” diyordu. Güner Ümit’in ardından çekinmeden “Aleviler mum söndü yapıyorlar” dedi, Susurluk kazasının üstünü gulugulu dansı ile örtüyordu hoca…
Kısacası Refah Partisi-Fazilet Partisi’nin gitmesini istemek için onlarca haklı gerekçe bulabilirdik. Ancak hiçbir gerekçe bizi başka haksızlıklara sevk etmemelidir. Hele hele arkana katil devlet-ordunun desteğini alıp, devlet için memurluk yapmak hiçbir zaman şerefli bir iş olmasa gerek. Ulan başımız belaya girdiğinde devlete sığınmayı ahlaken reddettiğimiz bir zamanda devlet için okul kapılarında başörtülü kadın avlamak kadar aşağılık bir iş olamazdı. Biz gariban Aleviler için bu dönem bir intikam dönemine dönüşse de devletin karşısında duranlarla beraber oldum. O gün devlet için avcılık yapanlar bugün devletin memuru durumundalar.
Bunu niçin anlattım?
Devletin nasıl memurlaştırdığını göstermek için anlattım. İslamcı gelenekten gelen arkadaşlar bu memuriyete daha yakın dönemde şahit oldular. Evet, küçük-büyük İslamcı cemaat ve örgütlerimiz AKP iktidarı ile beraber nasıl da memurlaştılar ve nasıl da duyarlılıklarını kaybettiler. Bunu İslamcı gelenekten gelen arkadaşlar daha iyi açığa çıkartabilir. Devlet öyle bir günah meyvesidir ki geri dönüşü olmayan bir yol gibidir. İnsandaki bütün sinirleri alır, duyguları öldürür, aklı felç eder geriye bir tek yalan bırakır, bir de o yalanı koruyan vahşet. Öyle bir sistemdir ki bünyesindeki namussuzu yukarıya doğru, namusluyu aşağıya doğru iter. Yalan söyledikçe rütbelenir, dalkavukluk ile şenlenilir bir yerdir. Haramı-helâli bileni bir şekilde bünyesinden atar. İşte insanın meselesi, bu devletin üstesinden gelmek, İslam’ın meselesi de bu diyalektiği tersine çevirmektir.
Bu bahsettiğimiz devlet bugün Türkiye İslamcılığını dumur etmiştir. Sinir sistemini çökertmiştir. Onun için insanlığa bir İslam bırakacaksak cesur olmalıyız. Hakkın ve adaletin ipine tutunduktan sonra (havalara girmeden) herkese ama herkese meydan okuyabilmeliyiz. Eğer Allah varsa bundan niçin tereddüt edelim.
Bakın şöyle anlatayım, iş yerinde Ramazan ayında oruç tuttuğumda, Alevi arkadaşlarım “Korkuyor musun?” diye soruyorlar. Ya da AKP’li belediyeden bir beklentim olduğunu düşünüyorlar. İslam’ın durumu bu. Fırsat kapısı, yükselme şapkası vs. İslam’a öyle bir kapı açmışlar ki Müslüman olamıyorsun, münafık oluyorsun.
Ya da buradan bakın; Bana bir İslam ülkesi söyleyin, başı belaya girenlerin siyasi sığınma alabildiği. İnsanın şerefini ve haysiyetini, gavurdan daha iyi koruyan tek bir Müslüman ülkesi yok. En azından bunu hedefleyen, bunu programına koyan tek bir İslamcı parti yok. Müslümanlar bu dünyaya ne söyleyecekler? Sözü olan Müslüman sayısı her gün erimektedir.
Gelelim Akp-cemaat kavgasına: Cemaat’i benden iyi tanırsınız. Ben hemen hemen hiç tanımam. Tanıdıklarım da göz hizasında insanlar. Birçok insanın anlattığı mevzuların bir kısmı abartma olsa da en azından Ahmet Şık’ın anlattıklarına itibar ediyorum. Uzun yıllardır kadrolaşıyorlar. Ayrı bir emir komuta zinciri de vardır. Kürt meselesinde esnek olsalar da PKK meselesinde şahindirler. Bir tarafında Şefkattepe diğer tarafında Dünya tv. Bir tarafında Güney Kürdistan’daki okulları, diğer taraftan Rojava’ya yönelik düşmanlığı.
Yukarıda saydığım İslamcıların krizini cemaatin aşabileceğini düşünmüyorum, ama kendi krizini aşabileceği bir yola girdiği kanaatindeyim.
AKP’yi de benden iyi tanırsınız. Tek tek problemlerini anlatmayacağım. AKP İslamcıların girdiği bu krizin kaynağıdır. Yani günah meyvesini İslamcı ideali olan insanlara sunan AKP’dir. Biriktirilen birikimi, geliştirilen olanakları har vurup harman savuran AKP’dir. Herkesi kendisine ortak eden, herkesi devlete memur eden AKP’dir.
Türkiye’de Müslümanlar Afganistan’a, Bosna’ya, Çeçenya’ya cihada giderlerken Türk dış politikasının sınırları içerisinde gittiler, ama tüm bunlara rağmen bu politikanın dışına çıkabilme olanakları vardı. Bu ilişki Müslümanları da rahatsız ediyordu. Ama bugün Türkiye Cumhuriyeti Milli Güvenlik Siyasetinin sınırları İslamcılığın kutsal sınırlarıdır. İHH araçlarının MİT tarafından korumasını problem etmiyorsak; Mit ile çalışmayı problem etmiyorsak; cemaatin gizli-paralel bir yapı olduğunu neden dert ediyoruz? (mesela İHH Rojava’ya yaptığı yardımı Semelka Sınır Kapısından yaptı. Yani Barzani-AKP dış politikası doğrultusunda)
Milli Güvenlik Kurulu Türkiye deki en güçlü gizli örgüttür. İnsan onurunu yakışır tek bir kararın alınabileceğini zannetmiyorum orada. Nitekim bütün kararları gizlidir. Orada alınan bir karar ile başka bir klik (cemaat) tasfiye ediliyor. Öncelikle ben bu kararı kabul edemem. Ama cemaatin ırkçı, mezhepçi, zenginci, hurafeci, cicici anlayışları ile mücadeleye varım. Mücadeleyi toplumu korumak için yapmalıyız, devlet için değil. Ama MGK adına bu işi yaparsak, birilerinin bizdeki öfkeyi kendilerinin menfaatine yönlendirmesine sebep olmuş oluruz.
Gelelim daha somut duruma.
Gazeteciler ve yazarlar vakfının bildirisi ortada http://gyv.org.tr/Aciklamalar/Detay/112 bunu cemaat reklamı olsun diye yapmıyorum. Basın özgürlüğü, kuvvetler ayrılığı, şeffaflık, insan hakları diyor GYV. Hükümet ise komplo, faiz lobisi, milli mücadele diyor. Bunların hangisi ile nereye gidilir? Şimdi samimi değil diyeceksiniz, ama ben onların samimiyetine değil kendi samimiyetime bakarım.
AKP benim yalanlarıma kayıtsız şartsız teslim olun diyor. Eğer benim yalanlarımı sorgularsanız, tereddüt ederseniz cehennemlik olursunuz diyor. Bu ne büyük bir zulümdür. Siz bu yalana sarılın ben sizi rahatlatacağım diyor. Cemaat ile hesaplaşacaksa yapsın açık bir mahkeme. Her şey elinde, çıksın er meydanına…
Cemaat er meydanı teklif ediyor. Şeffaflık, kuvvetler ayrılığı, insan hakları, basın özgürlüğü diyor. Yedirebilirsen bunları cemaate yedir, biz de katılalım senin milli mücadelene. Ama yok cemaate bunları kimler yedirebilir? Kürtler, Aleviler, solcular, cemaatzadeler… Hükümet de bunları salıyor cemaatin üstüne. Bence “bir durun, biz devletin köpeği değiliz!” demeliyiz.
AKP cemaate bunları yedirtemez. Cemaat ise bunları söyledikçe şeffaflaşmak ve bu söylediklerini içermek zorunda kalacaktır. Yani Fazilet Partisi’nin AB, AB diye diye 2002 AKP’sinin yenilikçi ve reformcu bir partiye dönüşmesi gibi… Cemaat reformcu AKP’ye gebedir.
Gezi’den sonra AKP dönülmez bir yola girdi. Bütün bir birikimi har vurup harman savurup son damlasına kadar israf edecektir. Onlardan kurtardıklarımız çocuklarımıza göstereceklerimiz olacak. Önce ruhumuzu kurtaralım.
Kürt meselesi konusunda yazmama gerek yok yazılmışı var. http://www.ozguruniversite.org/index.php/guencel-yazlar/1423-akp-cemaat-catmasnda-kuertlerin-tavr-uezerine
Kürtlerin tavır almalarındaki tereddütlerin kaynağı olarak
http://zete.com/2013/12/kurtler-birlesirken-ayrisma-tohumlari-mi-ekiyor/
İHH ile Mit’in çalıştığının kanıtı var mı ? Medya öyle bir şeydir ki insanı sui zan tuzağına çok rahat düşürür. o yüzden iyi de bi medya tahlili yapmanı beklerim. Ayrıca İslamcı deyip çok genel konuşmuşsun ama maalesef genellenebilenecek kadar kolay değil bu meseleler..
Barzani-AKP dış politikası ifadesini kanıtlayacak sağlam veriler ortaya konmalı. Aksi durumda küçümseyici bir ton taşıyan bu ifade Kürtlerin siyasal tercihlerine yönelik bir kötülemeye dönüşür. İki ayrı bölge liderinin ortak dış politikası ile kast edilen başka bir dış bölge olan Rojava ise orada PDK’nın da kendi siyasal taktiklerini görmezden gelerek konuşamayız. Sanki PÇDK Güney Kürdistan’da hep Barzani’yi desteklemiş gibi, sanki Barzani’ye yakın Hikmet Fidan, Kani Yılmaz gibi alternatifler bir şekilde halledilmemiş gibi başka bir yerden her Kürt siyasal yapısının PYD politikasına eklemlenmesini beklemek, eklemlenmediği takdirde onu daha kibar bir ifade ile AKP işbirlikçisi olarak itham etmek bir tür self oryantalizmdir.
barzani-akp ilişkisi nedir onu yazmıyorum. bir ilişki var ve her iki taraf içinde anlaşılır yanları var.
İHH niye nusaybinden değil de semelka’dan rojavaya yardım yapıyor. hemde rojava boşalmasın diye pyd semelka sınırına silahlı adam yerleştirmişken.
madem insani yardım yapıyorsun, gazze’ye yaptığın gibi ambargo delsene.
hayır
çünkü gazze türk dış politikasının parçası, nusaybin kapısı değil.
meseleyi sündürme gerek yok, anlattığım meseleye bir şey diyorsan ona de.
“Türkiye’de Müslümanlar Afganistan’a, Bosna’ya, Çeçenya’ya cihada giderlerken Türk dış politikasının sınırları içerisinde gittiler…” Bu hangi kafa ile yazılmış inanın ki anlayabilmiş değilim. Bu kanaatinizi hangi veriler üzerine kuruyorsunuz Saim Bey? “İHH’nın olduğu iddia edilen” tır mevzusu üzerinden cihadi hareketleri nasıl bu kadar bir çırpıda kirli ilişkiler zeminine oturtuyorsunuz? İHH, tırın kendisine ait olmadığını avaz avaz bağırırken, hangi “gerçek” bilgiler ışığında bu iftirayı atabiliyorsunuz? Zanlarınız üzerinden iftiralar atmayı hangi “ideal” İslam anlayışınıza sığdırıyorsunuz?
Emek Adalet Plat.’nu, hassas zeminlerde, kırmadan, dökmeden söz üretmeye çalışan, bir imkan, bir ihtimal olarak görürdüm. Herkesi dinledikten sonra, adil bir söz üretme gayretini ne zaman kaybetti bu platform? Bu yazı sadece Saim Eroğlu’nun değil, bu yazıyı bu yalan-yanlış bilgilerle yayınlatan yürütme ehlinin de bir utancıdır/olmalıdır.
Yazıyı neresinden tutsam dökülüyor. Kocaman bilgi hatalarıyla dolu.
Uzun uzun değerlendirmek, şerhlerimi uzunuzadıya ifade etmek isterdim lakin anlaşılıyor ki burada da kimsecikler “hakikat” gayretinde değil. Çünkü bu kadar çok bilgi hatasını burnunun dibindeki “dostlarını” dinlemeden kaleme alan Saim Eroğlu da yürütme ahalisini de “gerçekten de böyle mi arkadaş?” deme zahmetine girişmemişler ve görmek istedikleri dünyanın penceresinde birilerini tahkim etmişler.
Ne diyelim, Allah yolunuzu açık etsin.
yazının yayınlanması yönünde karar belirtenlerden biri olduğum için gelen taş sebebiyle dahil oluyorum Salih Bey. şaka şaka, tabii ki bu jargonla konuşmayacam.
salih reis ben siyasetin bu düzeyinden çok anlamam biliyorsun, ama bir şeylere kızmışsın ve öfken bence görme kabiliyetini epey köreltmiş. çok ilginç geldi bana bu kadar öfkelenmen. bilemiyorum tabii ne olduysa.
saimle bu hususlarda şahsen pek anlaşamadığımı da biliyorsun. rahmi bey’in yorumunu görünce rahatlamıştım. biraz benim de aklımdan geçen soruları sormuştu kendisi. yani burada yapmaya çalışacağım şey saimi savunmak değil, senin gerçek yazıdan farklı bir yazıya, bir algıya bunca öfkelenmiş olduğunu göstermek olacak.
bunca büyük lafının, tozun ve dumanın ötesinde, yazıya getirdiğin somut iki eleştirin var: saimin selefi hareketlere ve İHH’ya dair söyledikleri. “neresinden tutsam dökülüyor ama uzun uzun ifade etmeyecem” cümlesi üzgünüm ama salih reis çoğu zaman bir kaçış cümlesidir, pek inandırıcı değildir. bence bunu sen de biliyorsun.
tam saymadım ama yaklaşık 20 paragraflık bir yazının bir paragrafındaki iki cümledeyiz yani. evvela onu bir farkedelim. olmaz demiyorum, öyle iki cümle olur ki değil kısa bir yazıyı koca bir kitabı bile yeri geldiğinde çöp haline getirebilir. peki cümlelere bakalım:
“Türkiye’de Müslümanlar Afganistan’a, Bosna’ya, Çeçenya’ya cihada giderlerken Türk dış politikasının sınırları içerisinde gittiler, ama tüm bunlara rağmen bu politikanın dışına çıkabilme olanakları vardı. Bu ilişki Müslümanları da rahatsız ediyordu.”
bu cümle senin cımbızlayıp dövdüğün kısımdan biraz farklı değil mi? bakalım:
“Türkiye’de Müslümanlar Afganistan’a, Bosna’ya, Çeçenya’ya cihada giderlerken Türk dış politikasının sınırları içerisinde gittiler…”
yani saimin kattığı iki nüansı da atmışsın ve belki de görmemişsin: dışına çıkma ihtimalinin varlığı ve bu ilişkinin müslümanları da rahatsız ediyor oluşu. saim bu kanaati nereden çıkarmış bilmiyorum. ama burada bu kadar kızılacak bir şey olduğunu sanmıyorum. bir eleştiri var, bir hakaret yok, üzgünüm. bu aşağı yukarı örneğin şunun gibi bir tespit: “türkiyedeki sosyalist hareketler kemalizmin sınırlarının dışına pek çıkamadılar. kürt meselesi bağlamında kemalizmi önemli ölçüde aşabilen gruplar olduysa da iş islama gelince ne yazık ki kemalizm sosyalist hareket üzerinde belirleyici oldu” İlk cümleyi gören bir sosyalistin öfkelenmesi anlaşılır olur, ama sonraki cümleleri de okuması gerekir vs.
daha somut bir ortak tecrübemize de atıf yapayım. ilk zamanlarımızda burhan kavuncu abiyi ağırlamıştık bir perşembe sohbetinde ve yaşadığı bir tecrübeyi anlatmıştı. ayrıntıları yanlış hatırladığıma eminim ama hikaye mealen şöyle bir şeydi: burhan abi bir coğrafyaya cihada gitmek üzere havaalanındayken birkaç sivil gelip kendisiyle konuşuyordu, bir türlü yoklama, “farkındayız haberin olsun” gibisinden. yani vaziyet biliniyor ve en azından göz yumuluyor.
ben bu hikayeden saimin çıkardığı büyük tespiti çıkarmam, o anlamda zaten saimle çoğu zaman uyuşamıyoruz. ama takdir edersin ki “ne alakası var, durum hiç böyle değildi” demek de zor sanırım. ama eminim ki çok farklı tecrübeler de vardır, saimin kaçırdığı ve yanlış yaptığı burası sanırım. devrimci bir geleneğe sahip çıkmak önemlidir reis amenna, ama biri olası bir eksiği dillendirdiğinde de anamıza sövmüş muamelesi yapmaya gerek yok. eleştiridir. dostumuzdan ise, biliriz ki tikel de olsa kendince bir dayanağı vardır vs.
gelelim ikinci noktana, sanırım şurası, aynı paragrafın devamı:
“Ama bugün Türkiye Cumhuriyeti Milli Güvenlik Siyasetinin sınırları İslamcılığın kutsal sınırlarıdır. İHH araçlarının MİT tarafından korumasını problem etmiyorsak; Mit ile çalışmayı problem etmiyorsak; cemaatin gizli-paralel bir yapı olduğunu neden dert ediyoruz?”
sen bu cümlelerden hareketle şunu diyorsun:
““İHH’nın olduğu iddia edilen” tır mevzusu üzerinden cihadi hareketleri nasıl bu kadar bir çırpıda kirli ilişkiler zeminine oturtuyorsunuz? İHH, tırın kendisine ait olmadığını avaz avaz bağırırken, hangi “gerçek” bilgiler ışığında bu iftirayı atabiliyorsunuz?”
evvela çok net bir yanlışına dikkat çekeyim. sen sanırım baştaki “cihadi” harketler eleştirisine o kadar kızmışsın ki, algıda seçicilikle, saimin İHH muhabbetinin de cihadi hareketlerle ilişki olduğunu varsaymışsın ama bu görebildiğim kadarıyla yanlış. saim ihh – mit ilişkisi iddiasını cihadi hareketlere bağlamamış, kendi başına, ayrı bir mesele. yani argüman şu, gayet basit, son cümleye bakalım: “Mit ile çalışmayı problem etmiyorsak; cemaatin gizli-paralel bir yapı olduğunu neden dert ediyoruz?” katıldığım bir argüman değil bu, ama bu meselenin algıladığının aksine cihadi hareketlerle alakalı olmadığını anlatmaya çalışıyorum. böyle bir şey düşündüğüne imkan vermediğim için cihadi hareket derken İHH’yı kastetmediğini varsaydım tabii burada. yani saim “cihadi hareketlerin” değil, ihh gibi önemli bir kurumu nezdinde türkiye islamcılarının mit ile iş tutma konusunda yeterince eleştirel ve duyarlı olmadıklarını iddia ediyor. bu eğilim zaman içinde güçlendi diyor. önceki cümlelerdeki cihadi hareketler başka bir şey yani.
gelelim en somut iddia içeren bölüme: “İHH araçlarının MİT tarafından korumasını problem etmiyorsak, Mit ile çalışmayı problem etmiyorsak”
sen bunu hızlıca şöyle çevirmişsin: “İHH’nın olduğu iddia edilen”
haklı olabilirsin, saim gerçekten bu tırı kastetmiş olabilir. tır meselesi ile ilgili de fazla bir bilgim yok, yurtdışında olduğum için o meseleye hususi eğilmedim. ama bence cümlenin ağırlık noktası, asıl anlatmaya çalıştığı şey, anlatıp, argümanını üzerine kurduğu yer şurası: “Mit ile çalışmayı problem etmiyorsak”. Tır meselesini araya sıkıştırıp, bir şeyi delilsiz (ya da zayıf delille – bilemiyorum) varsayması eleştirilebilir ama “yazar”ın burada nihai olarak iddia ettiği şey “mit ile iş yapmak” olgusu.
ben yazıyı okuduğumda ihh’nın mit ile hafiften iş yapıyor olma ihtimalinin o kadar da fantastik bir ihtimal olmadığını, dahası bir hakaret, bir korkunç iddia, bir iftira filan olmadığını düşündüm, hiç bir somut bilgim olmamasına rağmen. doğrudur kesindir filan demiyorum, ama yani “arkadaşım ne alakası var resmen hakaret ediyor, iftira ediyorsun” tepkisi de bana biraz aşırı geliyor. yani sen türkiye islamcılarının bugün mitle iş tuttukları iddiasının çok fantastik, çok hakaretamiz, çok gerçekdışı olduğunu düşünüyor musun gerçekten? öyledir filan demiyorum, öyle olduğunu kabul et demiyorum, ama bunu iddia etmenin kendisi iftira olarak göreceğimiz bir şey, yani dillendirilmenin günah sayılacağı bir zan mi? burada bariz olana işaret etmeyi zul sayıyorum ama erdoğan’ın arkasında dizilen islamcı camianın % bilmem kaçının, erdoğan’ın an itibariyle en çok güvendiği kritik devlet kurumu olan mite yönelik özel bir eleştirelliği olduğunu iddia etmek bana biraz garip geliyor. ki saimden farklı olarak olası mit-ihh ilişkisi bence o kadar feci bir şey de değil ya neyse, kendi görüşlerime girmeyim.
vehasıl salih reis bana pek aklı selim bir yorum gibi gelmedi yazıya dair tespitlerin ve oradan hareketle emek adalete dair söylediğin daha büyük tespitler.
“yalan-yanlış bilgiler”i, “neresinden tutsan dökülen” yerleri, “kocaman bilgi hataları”nı, “bu kadar çok bilgi hatası”nı kusura bakma ama dostların anlasın diye biraz daha emek harcasayarak açsaymışsın, tartışsaymış, gösterseymişsin haklılık payın artabilirdi. haklı olma ihtimalini yok saymıyorum, göremediğim bir şeyler olabilir. ama bu kadar çalakalem bir şekilde bu kadar büyük laflar, sana yakışmamış reis. bu haliyle biraz boşluğa bir kroşe olmuş. ama iyi vurmuşsun, acıttı.
“imkan ve ihtimal” her zaman aşağı yukarı 50 insandan ibaretti. başta biraz daha azdı, şimdi işte aşağı yukarı buralarda. bu kadar mütevazi bir arayış işte. sahip çıkar emek harcarsan var, yapmazsan yok, harcadığın kadar var, harcamadığın yok… anladın sen onu. emek adalete yönelik her ne eleştiri geçiyor ise içinden, “dostum sen de oradaydın”.
inşallah burada göremediğin ihtimali başka bir zeminde yeşertmek üzere yola koyulmuşsundur reis. “en içten devrimci duygularımla” selamlıyorum. senin de yolun açık olsun. nasıl olsa bir yerlerde yine kesişiriz.
salih’e öncelikle biraz sükunet. saim nasıl belli 1 angajmanla nesnel hatalara düşebiliyorsa, salih de benzer angajmanlardan mütevellit benzer hatalara düşme riskinde. bi sekine.
türkiyeli mücahidlerin afganistan’dan suriye’ye cihadi mobilizasyonlarının isviçreye kayağa gitmek kadar rahat ve masumane olduğunu iddia etmek abesle iştigal. rahmetli özal’ın başımıza sardığı projelerden biri olarak içerdeki radikal unsurların yurtdışındaki cephelerde mobilize edilmesi, hatta buradan mezkur bölgelerde müdahiliyet kartlarının kozlanması bir devlet stratejisi olarak uygulandı. bununla ilgili olarak çeşitli mücahidlerin hatıralarına başvurabilir. yıllar önce nuray mert de benzer bişeyi iddia etmiş, hatta hakan ona çok sert yazılarla karşılık vermişti.
ez cümle devletin onlar üzerinden iş görmesi, operasyon eylemesi mücahidleri %100 hain, natocu, piyon felan yapmaz. nihayetinde kimse başkası için ölmez. bosna’da da 6. alayın savaşa katkısı hakkı teslim edilen bir hakikattir. savaşta abd’nin tavrını ve müslümanlarla ilişkisini ayrıca tartışmak lazım. bütün bunların bir takım dengelerden bigane olduğunu varsaymak naiflik. yani demem o ki kimse saf, masum, pirupak değil.
İHH’ya gelince. aynı geleneğin uzantısı olarak AKP sistemle barıştıkça, İHH’nın da AKP ile barıştığını gördük. mavi marmara’da davutoğlu mossad’la pazarlık yaparken, bülent reyiz de talimatla gemiyi gazze’ye değil mısır’a çevirmişken (O GEMİ GAZZEYE DEĞİL MISIRA GİDİYORDU; O GEMİYE BİNEN İNSANLAR KANDIRILDILAR ve GAZZEYE GİTTİKLERİNİ ZANNEDERKEN KATLEDİLDİLER) 9 insanımız katledildi, Allah şehadetlerini kabul etsin. İHH’nın gerek yardım konvoylarında, gerek hassas bölgelerdeki diğer kampanyalarında dışişleriyle operasyonel birlikteliği zaten açık. suriye meselesinde ise “masum” bir insani yardım kuruluşu olmanın çok ötesinde işler yaptığını, açıktan savaşta pozisyon aldığını biliyoruz. savaşta “taraf” olması sorun değil. mesele suriye gibi bir yerde nerede “taraf” tutacağımıza karar vermenin çok güç olduğudur.
İHH artık bir insani yardım örgütü değil, yarı-kontrgerilla teşkilatına dönüşmüştür. ha bu onu vahşi felan yapmaz. eskiden de öyleydi, ama o zamanlar kendi hesabına çalışırdı, görece sivil idi. devletle bu kada iş tutan, içiçe geçen, e nihayetinde eteğine de ister istemez kan bulaşan kurumlar “masumiyet”lerini de yitirirler. ben gönüllü olduğum, çalıştığım kurumun beni başbakanı karşılamaya çağırmasını kabullenemiyorum. senin de bunun kabullenememeni beklerim.
İHH sivillikten yana tercihini, devletlu olmaktan yana kullanmış ise kızacağım ilk adres ne EAP’deki yoldaşlarım, ne yurtsever reflekslerle yazan 1 gundidir salihçim. bunlara çok takılmaya lüzüm yok gibime geliyor. vesselam
Alpkan şöyle bir durum var,şiddet uygulamak için illa ki hakaret sözcüklerine ihtiyaç yok.İnsanlar hafızalarıyla birlikte konuşurlar, anlarlar. Eleştiri nedir bildiğimi sanıyorum. Kimsenin cepheye giden mücahidler hakkında böyle totalci cümleler kullanmaya hakkı yok. Bunun anlamı şudur, t.c yolunda ölmeyi tağut yolunda ölmek olarak gören insanların çabalarını bok yoluna gitmekle eşitlemek anlamına gelir.
2012 Ekim’de Emek Adalet yürütme grubunda aynen şunu yazmıştım.
“Neyse işin bu kısmı değil asıl meselem, uşaklar ben Mücahidler konusunda biraz hassasım ve bu konuda daha dikkatli konuşmak gerekir diye düşünüyorum.
Bu insanların bir kısmı canlarını vermek için çıktıkları mücadelede, artık dönecekleri hiç bir yer kalmayacağını bilerek bu yolu tercih ediyorlardı. Yani hasbelkader o savaştan canlı çıkanlar hiç bir zaman muzaffer komutanlar olarak değil; hem gittikleri ülkede hem geldikleri ülkede barındırılmayacaklarını bilerek çıktılar bu yolculuklara.
Hepsi kusursuz muydu, akla hayale gelmiycek rezilliklere bulaşanlar da var ancak bu tüm o insanların adanmışlıklarını değersizleştiren bir durum olamaz.
Ama şu durum biraz insafsızlık; o insanları bir tür mayın eşşeği yerine koyup, eline silah verince neriye sürersen oraya gider tarzında düşünmek, her şiddet eylemi yapanı 3-5 aklı başında olmayan çapulcu devlet tarafından kullanıldı demekten bir farkı kalmaz sanırım.
Bu insanlar tek tip değil ki PKK gerillasıyken, bırakıp Çeçenistan’da şehid olan adamlar var.”
o yüzden bu cümle çok anlayışla karşılayabileceğim bir durum değil.
Salih kızgınlığını anlamakla birlikte, bu konuda Alpkan’ın sana kırıldığı gibi ben de daha önce kırıldığımı yazmıştım, ‘siz’ diye bir şey yok, ‘biz’ diye bir şey var.
Yazının diğer kısmına gelirsek, evet Saim söylediğin gibi sen Gülen cemaatini tanımıyorsun ama tanımamana rağmen yaptığın yorumları çok anlayamadım. Ben de siyaseten niyet okumaya karşıyım, zahir üzerinden eylemeli diye düşünüyorum ama Ziya Paşa’nın güzel bir sözü vardır; ‘ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz’, bu grup dün çıkmadı ortaya belli bir seceresi var, yazdığı metni bundan bağımsız okumak neye karşılık geliyor tam olarak anlıyamıyorum.
Ama Ak Parti-Aydınlık yakınlığına bakarken, Koray Çalışkan’ın Gülen cemaatine yönelik yaklaşımının da siyaseten daha geniş bir karşılığı var diye düşünüyorum.
Bu tartışmada bir iki şey de ben söyleyeyim, birincisi eğer herkes aynı yada benzer konusacaksa burası bir platform olmaktan çıkar, adı baska bir şey olur. Onun için bu yazıyı niye koydunuz, ötekini niye koymadiniz demek dogru bir hal değil, platform olma hali tamda bu hoslanmayacagini düşündüğün bir tezi dinleyebilme halidir. İkincisi bu memlekette bir konu uzerinde tartışırken en çok yaptığımız şey toptancilik, renkler siyah yada beyaz olarak ortaya konuluyor. Halbuki hayat bana göre hep gri, yalnız bu grinin tonlari degisiyor. Yazarin bu yazidaki ana tezi çok net bir sekilde görülüyor. Devlete bulaşan herkes ve her grup bir sekilde kirleniyor. Devletin darbesini yiyen herkestebir sekilde arınma surecine giriyor. Bu dogrumu bana göre tamda oyle bir şey degil ama tezi bu sekilde öne sürüyor. Cemaat dedigimiz zaman dershanelerde yada yurt dışında üç otuz paraya, Allah rızası için ders veren bir öğretmenle, Baransu’yu veya Emre Uslu’yu nasıl ayni kefeye koyamazsak, Afganistan veya Bosna’ya cihad yapmaya giden birisi ile bu organizasyonda devletler tarafından bir takım çıkar ilişkilerine girenleri aynı kefeye koyamayiz. Her savaşın, her mücadelenin malesef iki yüzü var, bir olen ve yok olan masumlar, birde kirlenen ve kazanan organizatörler, tartışırken böyle bakarsak daha iyi olur gibime geliyor.
ben de bir kaç şey söyleyeceğim.
öncelikle salih,
türkiye’de cihat hareketi ve türk dış siyaseti arasındaki ilişkiyi sen benden iyi biliyorsun. en azından Atasoy Müftüoğlu’ndan afgan cihadını dinlemiş birisin. yada Burhan Kavuncu’dan bosna cihadını…
ama o cihadın türk dış siyasetinin dışına çıkma ihtimalini bu gün senin savunduğun dernek ve hükümet tüketti. Allah izin verirse ömrümüz var ve göreceğiz.
bir diğeri ben yalan konuşmam orada söylediğim her şeyi sana kanıtlarım. ve en sevmediğim şey yalan konuşmaktır. keşke saygılı olsaydın.
bu meseleyi onlarca mekanda beraber tartıştık. ve bu sözlerimin hepsini bulunduğum her yerde söyledim. oralarda konuşsaydık daha sağlıklı olurdu. lakin bence yukarıdaki sözler bana söylenmedi.
alperen içinde
benim başka insanlar için kendini feda eden mücahitlere söyleyecek tek sözüm saygımdır.
ama mesele faşist özel harekat ya da kontr gerillaya saygı duymam. dünyanın bir ucundan gidip rojava’da dünyanın en gariban halkına kurşun sıkanlar mücahid değildir. işgalci devletlerden destek alıp (türkiye-suud-katar-iran) şu kadar pkk’lı vurduk diyen güçler paramiliterdir. http://www.incanews.com/haberler/6234/suriyenin-haseki-sehrinde-pkkya-agir-darbe
bu cinayetleri türk askeri işleyince onlarda mücahid oluyor mu?
Saim yorumunun bana düşen kısmına tamamen katılıyorum. Zaten bu söylediklerinde çelişecek bir şey yazmadığımı düşünüyorum. Sen de takdir edersin ki ben verilen mücadeleden bağımsız olarak kişilerin kendilerine atfettikleri kimlikler üzerinden yargı belirtmem, başka bir deyişle biri sırf Müslüman olduğu için solcuyu haksız bulmam ki öyle olsaydı Boğaziçi’nde yıllarca solcularla oturup kalkmazdım:)
Sen hassas olduğum bir meselede yazınca, ben de biraz fazla tepkisel davrandım sanırım, varsa bir hatamız affola Saim reyiz.
Bu arada Gülen cemaati konusunda bilgiye dair de artizlik yapmış gibi olmuyayım, söylemesi ayıp Trabzon’da 10 sene kolajlerinde okudum:)
Merhabalar,
Saim harkulade bir yazı yazmış. Dahası da gelir inşallah. Eğer burası bir platformsa ve Saim istediğini yazamayacaksa zaten platform olmaktan çıkar. ikinci olarak Salih için bişey demiyorum. İyimser bir yorumlamayla; umarım ne yaptığının ve söylediğinin nereye gittiğinin farkına varır.
yazıyı okuduğumda uzun süre beni de rahatsız eden birşey vardı. bunu yazmak değil bunun yerine daha önce yapılmış yüzyüze konuşmalarla devam ettirip bir sonuca götürmek daha iyi olur diye düşünmüştüm. ama açıkçası uzun yıllardır bu tür tartışmaların çok da bir yere götürmediğine bunun yerine hayatın bizi kendiliğinden apaaçık bir şahitliğe çağırarak yolumuzu belirginleştirdiğine kanaat getirmiş durumdayım. tabi ki neye niyetliysek karşımıza gelen maceralar sadece onu berliginleştirir. iyiyi ve hayrı umuyorsak Allah sonunda bize onu veriyor, nefsimizin hoş gördüğünü istiyorsak ısrarımıza bağlı olarak bize o da veriliyor.
bu tür tartışmalarda birşeyi ispatlamaktansa bundan dolayı iyi niyetin, hayra yönelen eylemselliğin sonucu gerireceğine bel bağlamaktan başka çare düşünemiyorum.
saimin yazıda dile getirdiği ilk tez, anladığım kadarıyla, bilmeden de olsa devletin memuru olmaktansa toplumu güçlendirecek bir noktaya çekilmenin daha hayırlı bir iş olacağıydı. sanırım platform olarka bizi birarada tutan şey bu ilke. “gariban bir alevi” olarak kendi macerası üzerinden meselesini belirgin kılmaya çalışıyor ve İslam’ın sözünün ne olabileceğine, geleceğe ne miras bırakabileceğimizi de hesap etmeye çağıran bir sorguya çekiliyor. eyvallah. ama islam gariplerin dinidir ve bırakılacak miras hamdolsun ki bizim değil Allah’ın takdirindedir. iyi ve güzel müslümanların hayırlı işler yaparak geleceğe birşeyi taşıması benim gücümü aşar. Allah o işi kendi bildiğince bir hale yola koyar. fakat bu arada ameliyle hesaba çekilecek biz ne yapacağız. devletin memuru olmaya heves edip nefsimizin arzuladığına mı meyledeceğiz yoksa hayra mı emek vereceğiz. bu sorunun cevabı benim kurtuluşum ya da batışım olacaktır.
yazının ana omurgasına eyvallah fakat akılyürütmesini kurarken bazı sorunlar var. ilk olarak faziletin akpartiye dönüşmesi ve şimdi cemaatin kendi krizini aşmak için özgürlükçü bir yapıya dönüşme ihtimalinin bağlandığı yer. referans noktası batının iyi değerleri. o değerlere bir şekilde gönderme yapan yapıların değişebileceği zannı. ve bu aynı zamanda türkiyenin iyileşmesinin halihazırdaki umudu oluyor. burada şunu atlıyoruz, faziletten ayrılanlar batılı değerlerin güzelliğini görüp onlara referans vermeye başlamadılar, böyle bir fikri değişim falan olmadı, sadece güç ilişkileri içinde iktidar olmanın yollarına bakarak batılı bir desteğin izini sürdüler ve söylemlerini buna göre yeniden kurdular. ha bu arada halk omuz verdi, bu yapı yükseldi ve bazı mazlumlarda nefes aldı, haklarıdır, Allah darlık göstermesin onlara. yine cemaatin referans verdiği değerler de iyi bir değişimin haberi olur mu? bilemem, bekleyip göreceğiz. ama söylemin değil güç ilişkilerinin neden olduğu bir değişimi izliyoruz.güç ilişkilerine bağlı fikri değişimler de maalesef kalıcı olmadığı gibi(ki özgürlükçü biri pat diye despot birine dönüşebiliyor çünkü)bizi aldatmaktan başka işe yaramıyor. bu noktada cemaatin o değerlere ne kadar bağlı kalacağı da bir muamma ve umudumuzu bağlıyacağımız birşey değil. ama bana asıl rahatsızlık veren şey, batının iyi değerlerinin tek iyi yönelim olabileceği zannı. evet iyi bir islam ülkesi resmi göstermekte zorlanıyoruz. ama atladığımız şey şu, islam ülkeleri içlerindeki bu kötülüğü kendi başlarına inşa etmediler, dünyadaki güç dengelerinin sebep olduğu ve her seferinde bizi bir daha içine attığı keşmekeş olmasaydı, ortadoğulular manyak mı ki durmadan birbirlerini yesinler, birbirlerinin haysiyetini kırsınlar. bunu söylerken derdim “her kötülük emperyalistlerin işidir” demek değil, sadece iyi değerleri kendi içinde işleten batının bizi kötü olmak için kavgaya kışkırtan güç sisteminin büyüklüğü. eğer bizim bir sözümüz olacaksa bu büyük güç sistemine rağmen kurabileceğiz ve bunu kurmak için tam da kendi referanslarımızı yeni baştan keşfetmeliyiz, içimizde kötülük kadar iyiliği de taşıdığımıza dair bir iyimserliğe tutunmalıyız. evet islamın bir sözü olacaktır ve bunun ne olduğunu nice yoldaşla beraber öğreneceğiz. biraz zaman, emek ve sabır.
yazıya dönersek cemaatin bugünki pratiği neyle sonuçlanır. bunu anlamak için sadece söyleme değil aynı zamanda güç edinmek, bir misyonu sürdürmek için yapılana da bakmalayız. diyelim ki söylenen herşey iyi, ama bu arkadaşların sahip olduğu güç meşru yollarla ele geçirilmiş bir güç müdür? bu güç ele geçirilirken hangi amaçlar için ve hangi usulle kullanılacağının şartı şurtu halka sunulmuş muydu. cevap hayırsa, meşru olmayan ve hukuku belirginleştirilememiş bir güçten korkmalıyız abisi. çünkü bu gücün kendini devam ettirmek için bunda sonra da ne yapacağını bilemeyiz. bu bilinmezlik sadece bir bilgi sorunu değildir, komşundan hiç emin olamama halidir.
yazıdaki başka bir sıkıntı islamcılığın sözünün heba edilmesini akpartiye ve etrafında büyüyen kurumların pratiğine bağlanması. hamdolsun islamcılık akpartiyle sınırlı bir dava olmadı hiç, hep onun çeperinden uzaklaşarak söz söylemeye çalışan insanlar oldu ve biz bu çabanın geleceğine odaklanalım, derim.ihh’da taşıayamayacağı yüklerin altına girdikçe devletle daha fazla içlidışlı oldu ama bu bile onun sadece milli güvenlik eksenli bir iş yaptığını göstermez. ihh hakkında bir yargı dile getireceksek bunun için, aynı çapta başka yardım örgütlerinin dünyanın başka bölgelerinde başka devletlerle nasıl ilişkiye girdiğini görüp bir karşılaştırma yapmalıyız. bunu ihh’nın hatalarını unutttumak için söylemiyorum aksine özellikle yardım faaliyetlirinin ve örgütlerinin güçlü bir ahlaki sorgusuna en çok yardım işini yapanların ihtiyacı olduğu için sağlam bir çerçeve kuralım diye söylüyorum. uzun düşününce şuna kanaat getiriyorum; her yardım örgütünün yardımı ulaştırırken partner olarak seçeceği yerli aktörü kendisinin seçme hakkı olmalıdır, yeter ki çatışan gruplar arasında bir güç mücadelesinin tarafı olmasın, birini zayıflatıp diğerini güçlendirmeye çaba göstermesin. evet ihh, pdk’yle ortak iş yapabilir niye yapmasın, pyd’den uzak durmak isteyebilir. yardımı pyd eline vermiyen herkes düşmandır diyemeyiz. hatta,bence semelka kapısına rojava boşalmasın diye silahlı adam koymanın da ahlaki olarak doğru olup olmadığını bir daha düşünmeliyiz.siyaseten doğru olan şey ahlaki bir nazarda doğru olmayabilir.
özür dileyerek devam edeyim.
mit-ihh ilişkisi nedir bilmiyorum ama bir ilişki olduğunu uzaktan görüyorum fakat bunu bu kadar kısa yoldan yargılamak biraz kötülük atfetmek için acele edildiğini gösteriyor. ben de elbetteki devletle girilecek her ilişkinin potansiyel kötülüğüne kaniyim fakat ihh çapında bir kurumun personelinin ve sürekliliğinin güvenliğini sağlamak için girdiği her ilişkiyi alelacele yargılamamak gerekir. elbetteki yarın öbürgün kötü bir işleri ortaya çıkabilir belki suriye gibi riskli bir coğrafyada yardım işini aşan siyasi roller oynamaya da çalıştılar. fakat bunun yargısı için sadece rojava denklemindeki role odaklanmak yanlış bir kürtmerkezcilik olur.
mücahiler meselesi ve milli güvenlik alanlarının özdeşliğine gelince bence yanlış düşünüyorsunuz. mesela 80lerin afganistanı neydi, türk siyasetinin alanı mıydı,ikinci çeçen savaşında rusyanın yanında yeralantc’ye rağmen çeçen saflarında yer alan türk ve kürt mücahitler niye ordaydı, hatta cevher dudayevin karısı ve çocuğunu bile türkiyeye almayan bir tc karşısında o mücahitler nasıl milli güvenlik siyaseti ajanıydı ki. mesela s.arabistan’ı düşünelim, başına bela olmasın diye selefilerin ülkesi dışına çıkışını teşvik ederken, arada cenk kalesi gibi bir yerde 800’e yakın mücahitin gazla öldürülmesine niye destek vermiişdi. ya da suriyede yarın öbürgün ölümlerine destek verilecek cihadiler için, sadece şunu mu diyeceğiz “önce ajan olarak onlardan yararlandılar sonra öldürdüler”. ya da almanaynın üçüncü kuşak son raf militanların pkk saflarına katılışını teşvik edişini nasıl düşünelim, “almanya pkk’ye destek veriyor” mu diyelim, bence hiçte değil, kendisi içerde öldürmektense “gitsinler bunlar kendilerine yakın gördükleri bir safta ölsünler de, insancıl görüntümüze zarar gelmeden kurtulalım” diye düşündüler. elbette ki türk milli güvenlik siyasetinin mücahidlerin savaş alanları ile çakıştığı yerler oldu ve elbetteki mücahidler yanlış işler yaptılar, bunun eleştirisi için güçlü bir fıkha da ihtiyacımız var. fakat bence hepsini aynı torbaya atıp hızlıca yargılamayalım. hatta kötü haber vereyim; yarın öbürgün tc, amerika ve rusya hepsini bir torbaya doldurup yakacak, işaretler verildi bile. burhan abinin söyledikleri de sanırım benim söylediklerim ile çelişmiyor. nihayetinde tc, radikal bulduğu islamcıları başına bela almaktansa, yurtdışında ölmelerini tercih etmiş de oalbilir, bence almanyanın refleksi ile de benzer bir durum.
ama meselemiz şu ise, kürtler ve araplar, kürtler ve türkler, kürtler ve farslar, elbette burda kötülüğü eleştirelim. fakat bir örgüte karşı başka bir örgütün safında savaşan birilerine bakıp, iyi örgüt-kötü örgüt ayrımı yaparak birine iyi birine kötü demeyi sert bir toptancılık olarak görüyorum. bunun yumuşamasına ihtiyacımız var.
bu arada salih’in yorumuna gelince, bunu anlamak gerekiyor. benim kadar uzun yazmaktansa bir dostuna sertçe ve hızlıca kızmışsa biz bu hakkı dostluğumuz nedeniyle çok göremeyiz. o mücahitleri ben de tanıdım, hayatımda tanıdığım en nezaketli insanlardan biri uzak bir ülkede, türk dış politikasının ufkunun varmadığı bir yerde, abdest alırken su kenarında vurulup, şehit olduğunu öğrenmiştim. hatırayı koruma çabası bazen insanı öfkeye kışkırtır. sakin yazmak için ben de kaç gün bekledim. bazen çocukluk ya da okul arkadaşlarımı hatırlıyorum, pkk saflarında savaşırken ölenler oldu, paramparca edilmiş bir ceset düşünün, onun hatırasını da korumaya çalışmak ne kadar değerlidir, anlarsın saim kardeş. evet bazen dostlarımızı kırarız, dostlarımıza kırılırız, dostlarımızın söylediği buraya, kalbimize doğru geliyor, başka yere değil. hamdolsun, kapılarımız birbirine açık, birbirimize kelimeler fırlatacağız elbette, ama o kelimeler fırlatıldığında kapılarımızı ve kalbimizi daha çok açacağız.
çünkü bir sözü beraber büyüteceğiz. iyimser bir yorumlamayla biz daha çok kavga edeceğiz.
benim söylemediğim şeyleri söyleyip beni yargılıyorsunuz
1) ben bu yazıyı yazdığımda ihh tırları yakalanmamıştı. hiç bir yerde ihh tırlarından bahsetmiyorum.ama bir tırdır gidiyor.
2) ihh, kdp ile iş yapamaz demiyorum. türk devletinin pkk (dolayısı ile kürt halkı ile) ile yürütüğü bir savaş var. ve ihh bir yardım derneği ise halka yardım eder. bu savaşta türk devletine yardımcı olmaz. o zaman türkiye’de isalamcılarda ülkücüler gibi askere kontrgerillaya yazılsın, dağda pkk’lı vursun. bunların birbirinden farkı yok. vekaleten savaş diyorlar zaten buna.
3) bütün cihatçılar geçmişten günümüze devletin personeliydi demiyorum. türk dış politikası ile uyumluydular ama dışına çıkma olanakları vardı. şimdi o olanak tükeniyor dedim.
nuray mertin bir yazısı ve hakan albayrağın cevabı aşağıdadır.
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/nuray_mert/islamci_hareketlerin_karanlik_tarihi-820304http://www.radikal.com.tr/yazarlar/nuray_mert/islamci_hareketlerin_karanlik_tarihi_ii-821457
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HakanAlbayrak/nuray-mertin-yazisi/6124
5) hiç bir yerde iyi örgüt kötü örgüt ayırımı yapmadım. bu ayırımı rojavaya gidip pyd’li vuranlar yapıyor.iki örgüt bir birini vuruyor derseniz, iyi örgüt kötü örgüt demiş olursunuz zaten.
6) eleştiri yapılması ile ilgili bir problemim yok yalan konuştuğumun iddia edilmesi ile ilgilidir problemim. eğer yalan konuşuyorsam yazımı yayından kaldırınız. çünkü ben bir tek yalanı düşünce hürriyeti içerisine almıyorum.
Çok Yaşa sen sinan başkan.
yorumlar biriktikçe sanırım yazının içeriğinde sözü edilmeyen konular sanki yazıda varmış gibi bir algı oluşuyor. yazıda mücahidler ve davaları uğrunda can verenler üzerinden bir ifade yer almamasına rağmen ısrarla buradan bir eleştiri getirilmesini anlamıyorum. Sinan yorumunda “mücahitler meselesi ve milli güvenlik alanlarının özdeşliğine” işaret edildiğini söylemiş ama yazıda “Türkiye’de Müslümanlar Afganistan’a, Bosna’ya, Çeçenya’ya cihada giderlerken Türk dış politikasının sınırları içerisinde gittiler, ama tüm bunlara rağmen bu politikanın dışına çıkabilme olanakları vardı. Bu ilişki Müslümanları da rahatsız ediyordu. Ama bugün Türkiye Cumhuriyeti Milli Güvenlik Siyasetinin sınırları İslamcılığın kutsal sınırlarıdır” deniyor. Şimdi bu iki cümle bir birinden epey farklı şeyler bence. Türkiye devrimci hareketini eleştirmekle bu uğurda can vermiş insanları küçümsemiş onları boşu boşuna öldüler demiş olmuyorsak aynı şey İslamcılık davası uğruna ölenler içinde geçerlidir. Ayrıca Türkiye İslamcılığına yönelik çok daha sert eleştirileri perşembe sohbetlerinde dinlemiştik. Örneğin ilk aklıma gelen Kadrican Mendi. Bu bağlamda Sinanın son yorumda ki bu kısım benim rahatsız etti ve fazla demogojik buldum. Bu tarz ifadelerin yazının asıl içeriğinden uzaklaştırma potansiyeli çok güçlüdür çünkü çok gerçek ve çok hakiki bir şeyi söylüyor; davası uğruna can veren insanlardan bahsediyor. Bundan sonra tartışmak ve Türkiye’de islamcılık üzerine bir eleştiri getirmek ne kadar mümkün olabilir. Bundan dolayı yazıda bu olmadığı halde konunun buralara çekilmesini doğru bulmuyorum.
eyvallah filiz. eleştiriyi duygusal bir tona bağlayarak ya da hatıralar noktasına getirerek bitirmek gibi bir niyetim yoktu ama sanırım böyle bir etkisi oldu. bu arada saim’in yazısında hatıralara karşı işleyen bir saldırı olduğunu da düşündüüğümden yazmadım bunu. aksine söylediklerim, bir yorum trafiği içinde açılan alanların gerektirdiğini düşündüklerimdi. hatta ısrarla savaşçılığın güçlü bir eleştiriye ihtiyacı olduğunu yineleyeyim. yazıya dair uzun düşünmemin tek nedeni de, yazının işaret ettiği hakikate liyakat çağrısı idi. değerinin burdan kaynaklandığını düşünüyorum. “babalara isyan çağrısı olan” şey.
aslında mücahitlerle ilgili kısım küçük birşey. ama oradaki eleştiri noktam da yazıda olmayan bir niyeti görme çabasından ziyade sanırım şu cümle merkezinden kaynaklandı: “Ama bugün Türkiye Cumhuriyeti Milli Güvenlik Siyasetinin sınırları İslamcılığın kutsal sınırlarıdır.” bu cümle bugün için bir kayıt düşüyor, doğru, büyük çoğunlukla da gerçek. ama verdiğim aksi örneklerde zaten, akparti öncesi ve suriyeye dair kehanetim de bundan sonrası içindi. milli güvenlik siyaseti ile özdeşlik yaşadığımız dönem için çok baskın ama öncesini düşünmek için ara tonlara ihtiyacımız var.
yardım derneklerinin işleyişi ise ihh’dan bağımsız bir mesele olarak çok önemli. yazıda ihh örneğini sadece örnek olarak ve yorum trafiğinin sonucu olarak verdim. yoksa yardım örgütlerinin eyleyişinde ahlaki çerçeveye çokça muhtacız. bu çerçevenin net bir şekilde kurulamamış olması, emin olun, biz yardım örgütü olsak bizi de çok zora sokar. çünkü sahanın zorlukları en iyi niyetli insanları bile öyle mecburiyetlerle ansızın karşı karşıya bırakıyor ki.. ama ihh gibi büyük ölçekli kurumların bu çerçeveyi çoktan kurmuş ve kendilerini mukayyet kılacak şekilde ilan etmiş olmaları gerekirdi, burası net.
saim sanırım ahlaki çerçevenin gerekliliği diye söylediğim şey senin düşüncenle müttefik olduğumu göstercek bir durum. ama suriye diyince hala aklım karışıyor. orada gerçekten korkuyorum çünkü muhtemel daha büyük katliam dalgaları var ve bu dalgalar kürtlerin hakkını da aşan yeni algılara kapı açabilecek. yoksa kürtlerin kendi kaderleri üzerine söz söylemasi ve eylemesi hakkı olmasın, demek eşşeklik olur. herhangi bir kurum yada kişi aksi yönde işliyorsa onu da kendi sınırına davet etmek görevimiz elbette.