Gerçek Islah Bu Değil
Son zamanlarda dinin reforma ne denli ihtiyacı olduğuna dair akıl almaz bir tartışma yürüyor. Tartışmaya sebebiyet veren sözüm ona dinin kendisini yenilemesine mani olan bir takım marjinal çevreler. Asırlar öncesinin fıkhını asrın idrakine söyletmeyi beceremeyen bu çevreler (yahut alimcikler) bizler için zamansal ve insani anlamda geride bıraktıklarımızı bugüne çağırmakla suçlandılar. Tartışma dedik fakat bunun tam anlamıyla bir tartışma olması için tarafların varlığını görmemiz gerekirdi. Olayın dini çevrelerde gündem olmasını sağlayan tabi ki de bu marjinal ulema değil, CB’nin beklenmeyen açıklamalarıydı. Fakat yürürlükteki tartışmanın tarafları sanıyoruz ki tek bir hitabın art arda gelen iki cümlesindeki çelişkilerde saklanmışlar. Bir önceki cümlede kızgınlıkla ifade edilen “yahu hükümler değişmez” ilkesi iki cümle geçmeden neshedilip “ahkamın değişeceğini kim inkar edebilir” haline geliveriyor. Açıklamayı “ziyadesiyle olumlu” karşılayan ilahiyat ekollerinin mukabeleleri, hocası dersi dinlemediğini anlamasın diye kafa sallayan öğrencinin halini andırıyor.
Marmara ve Ankara İlahiyat Fakültelerinin açıklamalarına bakan orta düzey zekaya sahip bir insan kaygının mahiyetini kolaylıkla teslim edebilir. Onlar için esas sorun, dine kimin önderlik edeceği ve dini hakikatin nasıl belirleneceği meselesidir. Şu tabloya bir daha bakalım. İki uzlaşmaz cenah, biri gelenekçi öbürü modernist iki ilahiyat çevresi, ikisi birden dinin reforme edilmesi gerektiği yönündeki açıklamaları “çok ama çok haklı ve yerinde” buluyor. Oysa iktidar eliyle uzlaştıkları bağlam, aralarındaki kavganın sebebiydi. Bitmedi, Diyanet günlerdir dinde tek yetkili mercinin kendisi olduğunu ve marjinal tiplere itibar edilmemesi gerektiğini açıklayıp açıklayıp duruyor.
Sözcü Kalın, vaziyetin çığrından çıkma ihtimalini erken görmüş olacak ki hiç gecikmeden efsane bir tedbir açıklaması yaparak tevillerle durumu kotarmaya çalıştı: “Kuran ve Sünnet’teki hükümler değişmez, zaten CB de onu kast etti”. Ha bir de son olarak “ayetleri sorgulamak kulların işi değil” diyen bir CHP’li var elimizde. Olmasa olmazdı. Bereket hiçbir AKP’li o CHP’liye dinde akletmenin, sorgulamanın ehemmiyetini anlatan bir çağrı yapmaya girişmedi. Hal böyleyken durumun ilim adamlarından kimsecikleri rahatsız etmemesi düşünülemezdi elbet. CHP bile irrite olmuşken, alaylı gelenekçiler durur muydu? Geleneksel çevrelerin popüler âlimi Ebubekir Sifil’den yanıt gecikmedi. Sifil, ilim adamlarının iktidardan bağımsız uyarıcı bir rolünün bulunduğuna ve birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu zor zamanlarda mezkur ifadelerin oldukça tehlikeli olduğuna dikkat çekti. Benzer bir açıklama da Akgündüz’den geldi. Ona kalırsa Erdoğan’ın dini konulardaki yorumu “haddi aşmak” idi. Fakat ikisi de Erdoğan’ı ve ülkelerini çok sevdiklerini ifade etmeden geçmedi.
Ufak tefek destek mesajları almış olsa da Yıldız, yeterli özgüveni bulamamış olacak ki henüz ikinci bir Kuytul olmaya pek hevesli gözükmüyor. Muhtemeldir ki devasa bir şaşkınlık içerisinde. Cemaatten cevabi mahiyette yapılan sosyal medya açıklamasının bu denli naif olması sizi şaşırtmasın. Açıklama, ifadelerin cımbızlandığını ve bu işin birilerinin algı operasyonu olduğunu söylüyor. Korku sadece muhalifleri terbiye için değil. İştirakçiler, işbirlikçiler ya da muhafazakâr taban da korkunun amansız girdabında cesaret eritiyor.
Yukardaki adam için bu bir ilk değil, yıllar önce belediye başkanı iken, yani bu işlerin muhafazakâr entelijansiya için çok daha popüler olduğu yıllarda (1997), Fazlurrahman sempozyumunun açılış konuşmasını yapmış ve yine bir takım çevrelerden ciddi tepkiler almıştı. Biraz tuhaf gelecek belki ama geçen sene, “sünneti sorgulamaya başlayan türedi tipler çıktı” diyen de aynı kişiydi. Siz şimdi hemen bu ne perhiz, bu ne makasıdüşşeria diyeceksiniz. Aynı konuşma içerisinde cümleden cümleye fikri değişen bir insan, yıldan yıla değişmiş çok mu? Elbet esnek bir dini yorum, modern iktidarların zamana uyarlamak isteyeceği birçok “tarihsel gereklilik” için ziyadesiyle işlevsel olabilir. Yani sözgelimi gelenekçinin biri çıkıp yahu peygamber döneminde zorunlu askerlikler, kitle imha silahları, tabiatı mahveden santraller, göğü delen gökdelenler yoktu dese, günün gereklerinden bahsedebilecek kadar da özgüvenliler. Fakat burada tartışmayı bu kadar açıktan yürütürken itikadi bir tercihten çok farklı bir motivasyon göze çarpıyor.
Aslında biz, şimdi burada, maddi yaşamla atbaşı giden bir takım gerçek hareketler tarafından yaratılmış durumları konuşuyoruz. Yani maddi yaşam, kadınları erkekler dolayımıyla sosyalleşmek zorunda olmaktan uzaklaştıran bir durum olarak kendisini dayatıyor. Bunu hazret kadar iyi göremeyen marjinal ulema, üzülerek söylüyorum gün be gün daha da marjinalleşecek. Zira bu aynı ulema asgari ücretle çalışan bir erkek cemaatine eşlerini çalıştırmamalarını salık vermekle meşgul. Ne gerçeklikle uyumlu, ne de onu dönüştürmeye talip. Erdoğan ise, çok daha stratejik bir yerden, hem dini cemiyetleri yıllardır Kemalistlerin yapmaya çalıştığı şekliyle kontrol altında tutmak ve dini önderliği resmi kurumlarda birlemek, hem de Kadınların haklı gayretinden nasiplenmek peşinde. Kadınların ne kadar güçlü, örgütlü ve öfkeli olduğunu düşününce projenin ikinci hedefine ermesi epey zor gözüküyor. İlki ise tc’den de eskiye giden bir tür siyasi iktidar – dini cemaat gerilimini hortlatmaya namzet ve belki de yepyeni bir kırılmanın habercisi. Strateji her zaman akıl dolu olamayabiliyor. İtikat zaten siyaset için. Tin suresinde üzerine yemin edilen zeytinden ilham alındığı rivayet olunan “zeytin dalı operasyonu” örneğinde olduğu gibi. Herhalde sıradaki hedef helva operasyonu olacak, İslam’ı güncellemek derken kast edilen buysa… Artık zihinlerinde ve icraatlerinde iyiden iyiye nesneleştirdikleri İslamı, bir “din” olarak dahi yeterince ciddiye almıyorlar. Son derece işlevsel, “devletü ve yerli” bir dinin, (Comte’u aratmayacak cinsten) inşasına hevesliler.
Mücadelesiyle dini-dünyevi iktidarlara kendi varoluşlarını dayatan direngen mazlumlardan rol çalarken yapılagelen, elbette ki ıslah değil. Ya da zaten hâlihazırda “laf var, icraat yok”. İçine düştüğü yozlaşı bataklığından kurtulmak için çırpındıkça dibe doğru ilerleyen çelişkilerden müteşekkil bir dini düşünceden ve koltuk uğruna her gün yepyeni bir tutarsızlık ve ilkesizlik peyda eden “dinsiz” iktidardan ibret alıp, gerçek ıslahçılığa giden yola talip olmak gerek.
Islah demişken Şeriati’nin duasını ikrar etmemek olmaz:
Tasavvuf çevrelerinden duyduğum kırklar meclisinde bileti kesilmiş yukarıdakilerin