Gazozuna İftar Katanların Hikayesi
İftarlık Gazoz, emeğine imanını katanların muhtelif öykülerini anlatıyor. İsmet Özel’in “Türkiye’nin hakikati” dediği Amentü şiirini harca katıyor ve bir zamanların Türkiye’si gibi nostaljik bir vurguyla değil, tam da şimdi’ye dair, “yerli yersiz” konuşuyor. Yani kimimiz tam yerine oturtamayabilir bu hikayeyi, başıyla sonu ne alaka diyip “solcu filmi bu” reaksiyonuna bağlayabilir. Kimi de tam takır yerliciliğe -popülizm- malzeme devşirebilir. Bense kısaca, Yüksel Aksu’nun gösterdiği bir “şeye” bakmayı deneyeceğim, ahlanıp vahlanmadan, imkân, ihtimal ve tahayyül sözcüklerine hiç uzanmadan.
Bu şey, iyisiyle kötüsüyle, ufukta beliren bir imkanı değil yaşanan, tam ortada olan ve parmakla göstermeye hacet olmayan bir mekânsal var oluşu seriyor. Entelektüel bir şey söylemeye çalışmıyorum. Sahur vakti birlikte tütün toplayan sâkinleri düşünmek yetiyor bu şey’in gözümüzde canlanması için. Kimse kimsenin rızkına yan gözle bakmıyor ama sadece bu değil. Hz. Peygamber zamanında kapılar açıktı, Ömer bin Abdulaziz devrinde zekat verilecek kimse bulunmuyordu, olay bu. Bunlar arasında bir ilişki var ama sadece bu da değil, filmde bu ülke’nin doğrusuyla yanlışıyla hakikati var. Yurtta sulh cihanda sulh sloganı altında mahvedilen bedenlerin, kayıtsız düşmanlıkların da resmi var. Tarihini buradan bakarak çizmeyenlerin geçemeyeceği bir sırat köprüsü var bu toprakların.
Kork(utul)arak ama insan olma bilinci aşılanarak büyüyoruz hepimiz. İnsan olmanın ne olduğunu, telef olmanın değil bir muamma olarak göçüp gitmenin, gitmeden evvel en “primitif” görülen çelişkilerde en dürüst ve samimi imtihanı vermenin ne demek olduğunu her birimiz, kendi hikayemizde tecrübe ediyoruz. Adem’in hikayesi, kâh milliyetçi bir lazın, yer yer isyancı bir Kürdün tecrübesine dönüşebilir. Her tecrübe ak ve pak olmayabilir. Ama ancak bu tecrübeler, Hz. Peygamber’in “orta yol” öğüdünü tutup CHP’ye gönül veren gazozcu ile yevmiyesini verdiği çalışanlar dara düşünce yardım eden Menderes sevdalısı ağayı aynı resmin içine sığdırabilir. Türkiye’nin kimseden ibaret olmadığını, “milli iradenin” yekpare olmadığını anlamayı sağlıyor bu tecrübeler. Ama sadece bu da değil, bu hikayeler, nostalji olmuş bir devrimci sevda ile, artık geride kalmış bir emek’leme türü olan gazozculuğu “iftar” mefhumu ile bağdaştırabilir.
İftar ve gazoz, bunlar birarada durmanın sembolleri gibidir. O günler geride kaldı diyenlerin bugüne dair hatırlaması gereken şeyler var. Bu film, bir anma değil, telmihtir; “düşünmez misiniz” uyarısını hatırlatacak kadar ciddi bir çağrı ama dillere pelesenk bir propaganda olmaya da niyetli görünmeyen bir doğallık içeriyor. Mahalleli içinde yaşanan ve taşınan hakikatler, anlaşılmaz değildir. Ama onlara üst perdeden seslenen söylemler de her zaman bir ölçüde eğretidir. İmam ile devrimci aynı şeyi söylüyor olabilir. Ama onu anlamayı ve anlatmayı öğrenmek için mahalleli içinde kalmanın etkileri görülmeye değerdir. İyi de bu nasıl olabilir? Bu film bir reçete değil, bir hatırlama. İlhamı bu ülkenin tarihselliğinden alan, bu ülkenin tarihsizleştirilmesine inat, bugünün güya eşit ve güya müreffeh seyircilerine konuşan bir dost. Bu filmde bir reçete yok ama emekleye emekleye gidilecek yolların ipuçları var.