“Gavurdan Medet Ummak”: İşçilerin Tek Umudu mu?
Başlıkta tabii ki istihza var. Liberal politik doğruculuğun basitliğinden bizi koru Yarabbi: ironi yani. Bu tespiti Mehmet Bekaroğlu sendikalaştıkları için işten atılan ve yılmayıp fabrika önünde hakkını arama gayretlerini sürdüren Texim triko işçilerini ziyaretinde yapmıştı. Texim’deki işçiler ve güvendikleri sendikalarının, işçileri işe sendikalı bir şekilde geri aldırabilmek için asıl umutları “gavur”da. Texim firması büyük ölçüde Alman Hugo Boss markasına fason üretim yapıyor. İşçilerin asıl umudu da Hugo Boss’un üzerinde baskı oluşturmak, ki Hugo Boss Texim firmasına baskı yapıp işçileri geri aldırsın. Hugo Boss büyük bir marka olduğu için küresel “itibarını” önemsiyor, bu yüzden Avrupa’da 1990’lardan itibaren oluşmuş tüketici hareketleri ve nispeten hala güçlü olan sendikal hareketler bu tip büyük markalara biraz olsun diş geçirebiliyor. Avrupa’daki bu hareketler markaya üretim yapan Türkiye, Mısır, Bangledeş ve sair ülkelerdeki kötü üretim koşulları üzerine sağlam delillerle markanın üzerine gidip kampanya yaptıklarında, markalar yerelde tedarik yaptıkları firmaya “bunlar beni sıkıştırıyor, toparlan biraz hafif makyaj yap” diyebiliyorlar. Tabii bu makyajın söz konusu firmada üretim yapan işçiler için anlamı büyük: İşe geri alınma, sendikalaşma önündeki baskının hafiflemesi, iş koşullarının biraz insanileşmesi gibi hayli önemli değişiklikler gerçekleşebiliyor. Ne kadar acayip demeyin, bunun örnekleri var. En taze örnek Texim işçilerinin sendikası Teksif’in iki sene önce örgütlediği Remax fabrikası. Orada da işçiler sendikalaştıkları için kapı dışarı atılmışlardı fakat bu kısaca anlattığım mekanizma sayesinde, hem atılan işçiler geri alındı, hem de fabrika sendikalaşabildi çok şükür. Bir diğer akla gelen örnek UPS Amerikan kargo şirketinde yaşanan başarılı sendikalaşma.
Peki eyvallah, güzel, ama gelelim başlıktaki soruya. Bekaroğlu çadıra gelip vaziyeti ve bu taktiği işçilerden ve sendikacı Asalettin Arslanoğlu’ndan dinlediğinde mealen demişti: “Memlekette ahlaktan, vicdandan, devletten, hükümetten umut yok, biz hakkı yenen insanların hakkını yerde komamak için gavurdan mı medet umucaz yani?” Bekaroğlu’nun bu istihzalı tespiti üzerine ne kadar düşünsek az. Elbette ki haksızlığa karşı gavuru, müslimi elele dururuz, durulur. Mazluma dini milleti sorulmaz. Emek mücadelesinin teorisyen ve gönüllüleri bu mücadelenin ulusal ve kültürel sınırları aşan boyutuna haklı olarak hep dikkat çekmişlerdir. Burada bir sorun yok. Sorun, bugün neredeyse tek umudun “gavur”da olması, yani memleket içinde hiçbir umut kalmamış olması.
Bugün hükümetin, devletin “ben eziliyorum, burada bir adaletsizlik var” diyen işçiye bakışı üç aşağı beş yukarı belli. Medya desen zaten kendisi büyük işverenlerin tekelinde, emek mücadelelerine ilgi bilinçli bir şekilde sıfır. Okur-yazarlara baksak durum ortada: Bir kurum olarak sendikaların handikapları, hataları, yozluklarını bahane edip bu zorlu topa girmemek için havalı cümleler kuruluyor. Sanki memlekette misal siyasi partiler, misal devlet kurumları, misal sivil toplum örgütleri hepsi çok tastamam, pür-i pak, bir sendikalar yozluktan ölüyor.
Yasalar desen sendikalaşan işçiyi kadir-i mutlaklaştırılan işvereni karşısında doğru düzgün korumaz. Mahkeme sizin sendikal nedenlerden dolayı atıldığınızı 1.5 – 2 yıl süren uzun ve zorlu bir dava sonunda tespit etse bile, iş yasaları o kadar işverenden yanadır ki, bu durumun işveren için tek yaptırımı şu olur: Söz konu işçinin işten çıkarılma tazminatına 4 ila 8 maaş daha ek yapar ve sendikalı işçiden sonsuza kadar kurtulmuş olur. Hakkını arar, işverenin önünde eğilmezsin ha! Güle güle! Hukuk da burada fazla parazit yapmaz. 4-5 maaş daha fazla tazminat ver kurtul. Parası olan her şeye kadir, hak hukuk guguk.
İşten atılmalarının ilk günlerinde bir işçi şunları söylemişti:
“Dün burada patronun kendisi geldi dedi ki, bize verdiği değere bakın, ben diyor “sizin paranızı vereyim diyor, priminizi, kıdeminizi. Sendikanız da hesaplasın ben de hesaplayım yapın hesabı, ben size paranızı vereyim. Hatta bakın önümüz bayram siz köyünüze gidin, memleketinize gidin, yol paranızı da ben vereyim.” Resmen benim başımdan gidin diyor, ama alttan alttan da gelen mesaj şu, herkes de öyle anlamıştır eminim ki: Benim size verdiğim değer cebimdeki para kadar.”
İnsan eşref-i mahlukattır. Ve kapitalizmin her şeyi parayla ölçülür, alınır satılır hale getiren, kasıp kavuran rüzgarına karşı bir izzet-i nefsi, bir haysiyeti çok şükür ki vardır, olacaktır. Bu haysiyet mücadelesi zaman zaman dinginleşse de alttan alta durmayacaktır. E(k)mek mücadelesinin insan haysiyetiyle irtibatlı bir şey olduğunu kaçırmamamız lazım. Mevzu üç-beş kuruşun hesabından daha başka bir şey.
Velhasıl-ı kelam konumuzu toparlayacak olursak, evet, “Müslüman”lar kendilerine çeki düzen verip, e(k)mek davasına kulak kabartır oluncaya kadar işçi kesiminin, işçi hareketinin “gavur”dan medet ummaktan başka çaresi olmayacak gibi duruyor.
Bu sebeple hakkını arayan Texim işçileri dün önce Levent İş Kuleleri önünde o kulelerden birinde Türkiye ofisi olan Zara markasını protesto ettiler. Daha sonra da Tarabya’daki Alman- Türk Ticaret ve Sanayi Odası önüne gidip Hugo Boss’u protesto ettiler. Özellikle Levent gibi “şık” bir yerdeki birinci protesto hayli ilginçti.
kısa bir süre önce çalışma bölgeyle işkuru birleştirdiler, işçi şikayetlerinede artık işkur bakıyor. hikaye şöyle; 16 temmuzda işçi maaşını alamadığı için şikayette bulunmuş, memur arkadaş bu dilekçeyi incelemiş işvereni çağırmış, belgelerini falan istemiş, işverende “evet maaşını ödeyemedim diye” suçunu kabul etmiş, velhasıl evraktır yazışmadır derken eylül ayı olmuş ve sonuç raporu işçiye gönderilmiş. “evet haklısınız maaşınız ödenmemiş, iş mahkemesinde dava açabilirsiniz”. şaka gibi. memur arkadaşlarda bu işe yeni başlamışlar ama şunu hemen farketmişler”bu şikayet dilekçe olayları falan sırf işçiyi oyalamak için yapılmış, hiç bir yaptırımı yok, işvereni zorlayan hiç bir para cezası müeyyide yok. işveren işçinin maaşını “delikanlıca” ödemediğini söyleyip elini kolunu sallaya sallaya yoluna devam ediyor, işçide de genelde lanet olsun deyip haklı olarak iş mahkemesine gitmiyor..sonuç; hukuk guguk
“Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının düşünceleriyle değil.
“Üstümde yıldızlı gök”demişti Königsberg’li
“içerimde ahlâk yasası”.
Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?
İster gözünü oğuştur,istersen tetiği çek
idam mangasındasın içinde yasa varsa.
Girmem,girmedim mangalara
Yer etmedi adalet duygusu
içimde benim
çünkü ben
ömrümce adle boyun eğdim.”
demiş ismet özel.