Farrington Kompleksi
James Joyce, Dublinliler kitabındaki Suretler hikayesinde Farrington adında birinden bahseder. Müellif, bir öğlenden sonrasından sonraki günün sabahında eve dönüş vaktine kadar yaşadıklarını ve hissettiklerini resmetmeye çalışır. Bütün Joyce metinleri gibi bohem ve kasvetli bir hava hakimdir metne ve anlatılmak istenen bellidir.
Farrington bir hukuk bürosunda ara eleman olarak çalışmaktadır. El ile tekrar yazılması ve çoğaltılması gereken metinlerin kopyalarını çıkararak ilgili davalar için hazır etmekle görevlidir. Sıkıcı bir iş yapmaktadır. Üstelik bu sıkıcılığıyla birlikte hem az kazanmakta -ya da tatmin edici düzeyde kazanamamakta- hem de gün içinde sürekli azarlanmaktadır. İri ve uzun haline rağmen kendisinden pek korkulmamaktadır.
Sıkıcı bir mesainin sonunda gereksiz yere yine azarlanır, amiri tarafında ulu orta gururu incitilir, akşama arkadaşlarıyla Dublin sokaklarında gezmenin özlemini taşımaktadır, cebinde ise yeteri kadar parası yoktur. Saatini rehin vererek tefeciden bir miktar borç alır, harcayacağı parayı tedarik etmiştir. Gece boyunca “beleşçilere” içki ısmarlamaktan istediği kadar sarhoş bile olamaz ve üstelik bilek güreşinde onca iri haline rağmen zayıf görünümlü birine iki kere üst üste yenilmiştir. Farrington eve borç aldığı para suyunu çekmiş, iş yerinde tatsız bir gün geçirmiş ve gün boyunca gururu incinmiş şekilde döner.
Sabaha doğru eve döndüğünde önce eşine bağırır, kiliseye gitmiştir eşi, bulamaz, çocuklarından sadece bir tanesi evdedir. İsmini dahi hatırlamadığı çocuğuna gereksiz bir bahane ile kızar ve onu dövmek için peşinden koşar. Hikaye boyunca kendisine acıdığımız Farrington birden bir zalime dönüşmüştür, üstelik kendisini seven ve saygı duyan çocuğuna karşı zalimleşmiştir. Babası döverken oğlu yalvarmaktadır. Hikaye burada biter.
Ülke olarak bir Farrington kompleksine maruz kaldığımızı düşünüyorum.
Borçlanarak büyüdüğü için sürekli borçlanmak zorunda olan, evinin içinden başka hiç bir yerde ciddiye alınmayan, evinin içindekilere zulmeden ve düzen ihdasını becerebilecek bir ufka sahip olmamış/olamayan, öğrenme yeteneğini kaybetmiş, uzun ve hormonlu bir ömrü yaşayan, bağırmaktan ve korkutmaktan başka bir yeteneği olmayan ve bunca yetersizliğine rağmen evinin içinde terör estirme gücünü devam ettiren bir anlayışa mecbur kalmış hissediyorum.
Yetersizliğini ve tatmin olamamışlığını Kürt halkına ve gençlerine bomba yağdırarak konsolide edebileceğini sanma gafletine düşmüş, kapısının önünde daha fazla rant için birikmiş olanlara yeni alanlarlar açmak için medyaya ve sermaye gruplarına operasyonlar düzenleyen, hukuksuzlukları kazanılmış haklara rağmen derinleştirmekten imtina etmeyen, kırmızı çizgilerini bir bir silen, ağzından çıkan beylik lafları daha mürekkebi kurmadan yiyen bir “mağdur” mezbelelik ile yönetildiğimizi hissediyorum.
Kötü bir yıl geçirdik, çok ölümler yaşadık, günden güne de derinleşen bir ilkesizlikle ve zorbalıkla yaşamak zorunda kaldık.
Günün sonunda babasına yalvarmak zorunda kalan çocuk gibi olmak istemiyoruz. Kardeşlerimize yapılanlardan sonra sıra bize ne zaman gelecek diye beklemek de istemiyoruz. Bir çıkış yoluna ihtiyacımız devam ediyor.