Fanatiklik Ya Da İnsanlık İşte Bütün Mesele Bu
Prof. Karen Wynn, Yale Üniversitesi, Psikoloji bölümü öğretim üyesi ve temel olarak, insanın gelen bilgiyi yorumladığı ve dünyayı ve sebebi araştırdığı mekanizmalar üzerine çalışıyor. Özellikle ilk bebeklik döneminden itibaren incelemelere tabi tutuyor.
Bebeklerle gerçekleştirdiği deneylerde, bir bebeğin önüne iki kap yemek koyuyor, sonra bu yemeklerden birisini tercih etmesini söylüyor. Bebek o yemeklerden birini yedikten sonra, aynı iki kap yemeği iki oyuncak ayıcığın önüne koyuyor ve bu ayıcıkların bu yemeklerden birini seçmesini sağlıyor. Daha sonra bebeğe hangi oyuncağı daha çok sevdiğini sorunca, bebek kendi yediği yemeği tercih eden oyuncağı sevdiğini gösteriyor ve işin en ilginç tarafı bu bebek kendi yemeğini yemeyen oyuncak ayıya kızıyor ve onu yere atarak veya vurarak cezalandırma yoluna gidiyor.
Karen Wynn bu deneyden hareketle insanın fanatiklik sınırlarının genlerinden geldiğini iddia ederek beyninin kişinin kendisine benzeyeni hemen kabul etmesini, kendisine benzemek istemeyeni de reddetmesi ve ona düşmanlık göstermesinin sosyal bir durum değil, fizyolojik bir durum olduğunu iddia ediyor ve bu tespit ettiği durumdan da son derece üzüntü duyduğunu belirtiyor.
Prof. Carl Sagan bugün adını Uzay ile ilgili araştırmalarda ve belgesellerde sıklıkla duyduğumuz bir bilim insanı, bir Astrofizikçi, Kozmos isimli kitabının 13. Bölümü olan ‘Yerküremiz Adına Kim Söz Hakkına Sahip ’ bölümünde şöyle diyor.
“ Savaş psikolojik anlamda bir cinayet fermanıdır. Mutluluğumuz ve refahımız tehdit edilince, beslediğimiz umutlara meydan okununca, cinayet bile işleyecek hiddete kapılırız; daha doğrusu bazılarımız kapılır. Bu tahrikler devletler için söz konusu olduğunda, onlarda çoğunlukla iktidar ya da kişisel hırsla hareket edenlerin körüklemeleriyle cinayet işleme hiddetine kapılıyorlar. Cinayet teknolojisi ve savaşla verilen ceza biçimleri şiddetlendikçe, çok kalabalık insan yığınlarının hep birden cinayet turnikesine koştukları görülüyor. Kitle iletişim araçları genellikle devletin elinde bulunduğu için bunun düzenlenmesi kolay oluyor.
Bu noktada hırslı yanımızla, varlığımızın iyi yanı diye adlandırdığımız yanı arasında bir çatışmaya tanık oluyoruz. Buna beynimizin iç bölümündeki sürüngenlik döneminden kalma ve cinayete varan hiddetlerin yatağı R-kompleksi bölümüyle daha yakın tarihlerde gelişen beynimizin memeli ve insansı dönemi bölümlerinin, yani limbik sistemle, beyin kabuğu arasındaki çatışma da diyebiliriz.”
Beynimizin bu üç ana bölümüne baktığımız zaman görürüz ki R-kompleksi, saldırı, töresel davranışlara, karaya bağlılık, lider ve sosyal hiyerarşi merkezidir. Bunun üstünde memeli genlerimizden gelen bir bölge vardır ve bu bölge bizim, davranışlarımızın ve duygularımızın, çocuklara karşı ilgilerimizin ve endişelerimizin başlıca merkezidir. Son bölge olan dış bölüm ise, aslında alttaki bölümle arasında gayet huzursuz bir ilişki bulunan kabuk bölgesidir. En son gelişen insanın sosyal alan bölgesidir. Fikirler, esinlenmeler burada doğar. Burada okuruz, yazarız, hesap ve müzik bestesi yaparız. Yani bu bölge insanın medeni halinin oluştuğu yerdir, sosyal bölgedir.
İşte baştaki bebek deneyine baktığımızda harekete geçen bölgenin bu en eski bölge olan R-kompleksi olduğu görülüyor. Bu bölge aynı zamanda tarih boyunca bütün savaşın, kavganın, ezmenin ve kendini bir şekilde korumanın harekete geçirilebildiği bölgedir.
Onun için örneğin bir holigan normal hayatında bir işadamı veya saygın bir çalışan iken tuttuğu takımın formasını giyip bir maça gittiğinde, rakip takım taraftarını bıçaklayabilecek bir öfke seline kapılabiliyor. Kendinden olmayan bir kişiye her türlü şiddeti hoş görebiliyor ve bu şiddet özellikle kendine yönelen bir tehdit unsuru olduğunu hisseder ise daha da alevlenebiliyor. Yani insanlık fabrika ayarlarına dönerek vahşetin her türlüsünü hem uygulayabiliyor hem de hoş görebiliyor.
Nitekim George Orwell, Kavgam kitabının eleştirisinde şöyle diyor, “Hitler insanların sadece konforu, güvenliği, daha az çalışma saatini ve daha iyi bir sağlığı ve genel olarak aklıselimi arzulamadıklarını; arada bir kavga ve fedakârlık da istediklerini de biliyordu.” Yani Hitler insanlara en eski duygularını çok şiddetli bir şekilde hatırlatıyordu. İnsanlar bir aşkla marşlar söyleyip her yapılan şeyin ülke yararına olduğunu düşünüyorlardı.
“Sosyalizm ve hatta daha istemeye istemeye de olsa kapitalizm insanlara şunu dedi: ‘Gününüzü gün edeceksiniz,’ Hitler ise şöyle dedi ‘Size mücadele, tehlike ve ölüm sunuyorum’; bunun sonucunda bütün bir ulus ayaklarına kapandı.”
Nurnberg mahkemeleri filminde Ernest Jannıng adında ki hakimin, mahkeme sırasındaki itirafları bunu çok iyi anlatır. Ernest Janning, aslında Nazilerin neler yaptıklarını tüm ulus olarak bildiklerini ama görmek istemediklerini söyler.
İnsanın bu ilk içgüdüsel tavrı Habil, Kabil kıssasından beri kendini gösterir. Kardeşleri, Hz. Yusuf’u kendilerine benzemediği ve kendilerine tehdit olarak gördükleri için kuyuya atarlar.
Firavun sırf bu yüzden Mısır halkını, Yahudilere karşı düşmanlaştırır ve onların köleleştirilmesi ve katledilmeleri onların umurunda olmaz.
“ Bu arada Firavun şehirlere münadiler çıkarıp; ( tebaasına ) ‘ Bu İsrailoğulları soysuz ve sefil bir topluluk; fakat kalpleri bize karşı kin ve nefretle dolu; çünkü ( görüyorlar ki) biz birlik bütünlük içindeyiz ve her türlü tehdit ve tehlikeye karşı hazırlıklıyız; bunun içindir ki onları bağlar(ın)dan bahçeler(in)den, pınar başlarından çıkarıp attık, zenginliklerinden, nüfuz ve statülerinden (yoksun bıraktık) diyerek (onları İsrailoğullarına karşı harekete geçirdi” Şuara Suresi, 53, 58. Ayetler
Sırf bu yüzden Allah bu kavmi tıpkı diğer kavimler gibi lanetlemiştir. Allah bütün bir Kuran boyunca, Peygamber kıssalarında bunu anlatır. Kavimler, kendilerine gelen ve kendilerinin ahlakını ve amellerini kınayan Peygamberleri çoğunlukla düşman olarak görmüş ve bu kendileri gibi olmayan ve kendi dünyalarındaki çarpıklıkları yüzlerine vuran insanlara her türlü kötülüğü mübah saymışlardır.
“ 51. Ve Firavun, halkına bir çağrıda bulunarak ‘Ey kavmim’ dedi, ‘Mısır’ın bütün hakimiyeti bana ait değil mi? Bütün bu nehirler benim ayaklarımın altında akmıyor mu? ( sizin en büyük efendiniz olduğumu ) görmüyor musunuz?; 52. Ben, ne demek istediğini bile anlatamayan şu zavallı adamdan daha iyi değil miyim?’ 53. ‘Sonra, neden ona hiç altın bilezikler verilmemiş ve neden onunla birlikte bir melek gelmiş değil?’ 54. Firavun böylece halkını ahmaklaştırdı ve onlarda sonunda ona boyun eğdiler: çünkü onlar, aldatılmış, ayartılmış bir halktı!” Zuhruf suresi, 51-54 ayetler
Bu ayetlerde Allah, Firavunla birlikte ona uyan halkına da lanet ediyor. Onları aldatılmış ve ayartılmış bir halk olarak tarif ediyor.
Oysaki Peygamberler böyle bir tavır içinde hareket etmezler. O yüzdendir ki, Hz. Peygamber, baş düşmanı olan kişinin ve eşinin evini kendi koruması altına alır ve bütün müminlerin aklında olan intikam almak duygusunun önüne geçer. Amcasının kalbini çıkaranı affeder ama hezeyana kapılmamak için kendisinden uzak olmasını söyler.
Nihal Atsız oğlu Yağmur Atsız’a şöyle bir vasiyet bırakır.
“ Yağmur Oğlum;
Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigâr olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol!
Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır.
Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır.
Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır.
Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır.
Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı.
Tanrı yardımcın olsun.”
Ülke hemen hemen 2013 yılı ortalarından itibaren kamplara bölünmeye başladı. Gezi olayından bu yana başlayan bu kamplaşma daha da derinleşiyor ve tarafların birbirlerine olan hınçları giderek artıyor. Devletin gücünü elinde bulunduran taraf giderek daha ağır basarak kendisine muhalefet edecek hiçbir nokta bırakmıyor ve bunu özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bütün muhalif kesimlere daha da ağırlaştırarak uyguluyor. Neredeyse memlekette demokratik muhalefetin önü her yerde kapatılıyor. Hiçbir kitle iletişim merkezinden kendini ifade edemez hale geliyor. Bütün demokrasilerin vazgeçilmez alanı olan sivil muhalefet alanları, dernekler dahil olmak üzere kapatılıyor. 15 Temmuz’dan itibaren oluşturulan politikalar, tamda Atsız’ın oğluna yaptığı vasiyete uygun kurgulanıyor. ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’ sloganı tekrar en revaçta olduğu dönemi yaşıyor. Zaten kaç nesildir, bütün eğitim hayatımız boyunca ilmek ilmek işlenen politika artık Cumhurbaşkanlığı makamında vücut bulmuş durumda, herkese fırça atılıyor. Herkes düşman kabul ediliyor. Herkesin tam biatı isteniyor. Örneğin kendisine tam olarak itaat etmeyen ve imzacı hocalarla ilgili soruşturma açtırmayan %86 oy oranıyla seçilmiş bir Rektör atanmıyor. Sırf o yüzden KHK ile Rektörlük seçimleri iptal edilmiş durumda, ülke yasalar ve Anayasal süreçlerin dışında KHK’lar ile yönetiliyor. Seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları tutuklanıyor. Yerlerine kayyumlar atanıyor. Yargı tamamen iptal durumda ve sadece ideolojik olarak yargılamalar yapılıyor. Bütün bu uygulamalar ise halk tarafından ya onaylanıyor, ya tepkisiz bir şekilde sessizce karşılanıyor.
Bütün televizyonlarda 15 Temmuz ile ilgili her gün programlar yapılıyor. Bu programlarda melekler ve şeytanlar anlatılıyor ama o günlerde ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Halka, kendileri dışındaki herkes dövdürülüyor, tıpkı deneydeki oyuncaklar gibi, haklılık, haksızlık hiç dert edilmiyor.
Peki ne mi olacak, ona da yine Kuran’dan bir cevap aramaya çalışayım.
Kasas Suresi 59. Ayet
“ Bununla birlikte, yine de senin Rabbin hiçbir toplumu, kendi içlerinden onlara mesajlarımızı okuyup açıklayacak bir elçi göndermedikçe yok etmez; ve yine Biz hiçbir toplumu, üyeleri birbirlerine zulmetmeyi yol olarak benimsemedikçe, yok etmiş değiliz.”
Galiba tam da bu sınırdayız, birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etmekten başka yapabileceğim bir şey göremiyorum.