Evin Yokluğunda Avluda Durabilmek
“Gökyüzü veya kiremit altında fark etmez, evsiz kalanlar kurtuluşu birbirlerinde bulacak,”[1] demişti Selim. Ev ve yersiz yurtsuzluk üzerine öyle çok söz edildi ki ne desek “yeni” olmayacak. Ama Emek ve Adalet için bir araya gelenler nerede duruyor, yüzünü nereye, sırtını kimlere çeviriyor sorusu bizi ister istemez evinde olma-olamama meselesine getirecekti.
Solu evin reddiyle[2] İslamcı düşünceyi eve dönüşle okumaya alışkın bir coğrafyadayız. Ama ne sol, yersiz yurtsuz olmanın hakkını verebildi, ne İslamcılar, evi bir çağrı olmaktan öteye götürebildi. 70’ler “bu toprakları” sahiplenen gençler arasında kavga ve çatışma demekti, 80 sonrası hem sol hem sağ adına[3] evinde hissetmenin imkânsızlığı. İslamcı düşünceler ise yeşerdi yeşermesine ve 80’ler ortak Müslüman bir dünya olduğu kabulüyle, teyakkuz halinde geçti. Kapitalizme ve devlet zulmüne reddiye ile diri kalan İslamcı fikriyat zamanla neo-liberal sisteme mihenk bir ‘temsil’ içinde erimeye yüz tuttu.
AB şarkılarıyla girdik 2000’lere. Dünyaya uyum ve ekonomik büyüme kulaklara hoş geldi. Geçen yıllar bizi yabancıladı. Ne açlar doyuyordu ne dikilen siteler evsizlerle doluyor. Üzerimizde hakkı olan yoksul ve yoksun, kentsel dönüşüme terk edildi beri, polisin, vincin ve sermayenin altında kalan yine işçi, göçmen, emekçi. “Dengin değil” denerek mücadele kapısı kapatılıyor; İstanbul, devlet ve müteahit eliyle insanlıktan çıkıyor.
Sol bitti diyip devrimcilik, İslamcılık değişti diyerek mücahede bir kenara itildi. Yeni bir sözün imkânını arayanlar yine kıyıda kaldı, kimi akışına bırakan sandalıyla, kimi dalgalanan iklimin etkisinde kimi de taşıdığı sözün ağırlığını umursamadan trafiğe katıldı. Bizimse korna sesleri arasında, bu itiş kakıştan canı yanandan yana derdimiz. Biz derken kendimizi yükseğe koymuyoruz, dünya döndükçe ezilen için, adl için dertlenen birileri olacak.
Birileri hep olacak olmasına, orda bir köyden, bir evden söz etmenin imkânsızlığında. Emek veren ve ezilen için, hakkı yenen ve Hakk’a yürüyen için nostaljiden, taziyeden veya hamasetten arî bir ses hasretimiz olacak. Bütün sözler, başka, daha büyük, iktidar/erke içkin cümlelerin ekonomisi içinde mi kalacak? Sığınacak bir çatı, varılacak bir liman beklentisi kalmadı.
Artık kimse bir çatıdan söz etmiyor, eve dönüş çağrısı yapmıyor kimse. Yerleşmiş gibiyiz kaba yerlerimize. Yerimizi yadırgıyoruz. Bunda ‘daha iyi yerlere gelme’ kaygısı yok. “Sizi daha iyi yerlerde görmek isteriz” diyene sırtımız dönük. “Karşılıksız veremeyiz” diyene sırtımız dönük. Sırtımız dönük yığıp yığıp biriktirene.
Yerimizden kalkalım dedik. Siyasetin liberalliğinden muzdarip solcular ile Müslümanca soruları iç edilmiş İslamcılar arasında bir perdeyi aralamak istedik. Bir avluda duruyoruz. Evin yıkımında ya da hiç var olmayışında bir avluya açılıyoruz. Bu hicret yeri, işçiye, emekçiye, Allah’tan başkasına secde etmeyip iktidar/erkin işleyişine kıyam edene hiç de misafirperver olmayan dünya, umrumuzda.
[1] Selim Karlıtekin, “Tarlabaşı Göçmenlerle Buluşma İftarının Ardından: Emeğin Zamanını Tutmak”, Emek ve Adalet Platformu İnternet Sitesi
[2] Bkz. Tuncay Birkan, “Sol: Evin Reddi”, Birikim 111-112, Temmuz-Ağustos 1998, s. 32-40.
[3] Bkz. Tanıl Bora ve Kemal Can, Devlet Ocak Dergâh (12 Eylül’den 1990’lara Ülkücü Hareket), 2009, İletişim Yayınları.
1 Response
[…] Evin Yokluğunda Avluda Durabilmek 1 İlgili Yazılar […]