Eşitlik Davası Üzerine- Kadrican Mendi
Emek ve Adalet Platformu olarak Cem Somel’in Temmuz 2020’de yayınlanan “sosyal eşitlik mücadelesinde çözüp aşmak gereken bazı sorunları tartışmaya arz ettiği” yazısını gelen katkılarla birlikte yeni ufuklar açması temennisiyle dosyalaştırdık.
Tartışmaya gelen katkıların tümüne bu linkten ulaşabilirsiniz.
Tartışmayı sürdürmeye sevgili Kadrican Mendi’nin yazısıyla devam ediyoruz.
“Eşitlik” kavramının “Düzen” kavramıyla birlikte kullanıldığında ortaya çıkması muhtemel meseleler üzerinde öncelikle ve fazladan mesai harcamanın gerekliliğine inanıyorum.
Mesele mevcut “Eşitsiz Düzen” karşısında”, Eşitlikçi-Paylaşmacı- Dayanışmacı bir “Alternatif Düzen” olarak tarif edilecek ise “Düzen“i başına getirilen sıfatlardan bağımsız olarak tartışmakla başlanmalı.
Zira yazıda da kullanıldığı haliyle, statüko karşıtı söylemlerin alternatif/ karşıtı bir örnekten bahsederken bunu farklı “Düzen” olarak tarif etmeleri sıklıkla karşılaşılan bir durum.
Mesela;
İlkinde eşitsiz ikincisinde eşitlikçi bir DÜZEN tarafından Emeğin ücretlendirilmesi;
-İstihdamın “DÜZEN“lenmesi…
-Milli Gelir’in ücret cinsinden (DÜZENlenmesi) hesaplanması…
-Alternatif DÜZEN‘ler tarafından uygulana-n/cak farklı iktisadi ve mali politikaların mukayesesi…
-Mülkiyet’in yeniden DÜZEN‘lenmesi…
Ve bunları programatiğe çevirecek bir PARTİ‘nin hedeflediği DÜZEN vurguları gibi…
Bu haliyle kaldığında meselenin -metnin tüm iyi niyetine rağmen- özü tartışılmamış bir düzen kavramının alternatif hiyerarşi/iktidar içerme potansiyeli, tüm “Eşitlikçi” gelecek tasavvurlarına rağmen aslında sıkça denemiş bir geçmişin içine sıkıştırılması, “TOPLUM“un “DÜZEN”in bir sıfatı haline dönüşmesi tehlikesini barındırıyor!
Yaşanan somut gerçeklik karşısında ayakları yere basmayan bir idealizm olarak algılanabilecek bu girişi toparlayabilmek için ileriki satırlarda bu meselenin paradigmatik bir önemi olduğunu göstermeye çalışacağım.
İşte bu babdan olmak üzere, Cem Somel’in böyle kısa bir metinde “Eşitlik” meselesinin aktüel ve felsefi boyutlarını aynı anda ve tüm boyutlarıyla tartışmasının imkansızlığını da gördüğümüz ve kendisine haksızlık etmek istemediğimiz için meseleyi kendi zaviyemizden -ki bu bir “özgürlük teolojisi” denemesi olacak- açmaya çalışacağız.
Bir Düzen Kurucu olarak Adem/ İnsan
“İnsan”ın ne olduğu, neden olduğu, nereye ait olduğu Kur’an’ın “adem kıssası” ile giriş yaptığı ve ana ilkelerinin neşet ettiği ontolojisinin tahkiye edilmiş bir sunumudur;
Daha kıssanın başında “Melekler” in Yaratıcının Adem/ İnsan projesine ilişkin endişeleri verilir!
“Bir zamanlar Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. (Melekler): “…Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” dediler. (Rabb’in): “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi.
Ve Adem’e bütün Esmayı (soyutlama/muhakeme yeteneğini verdi) ta’lim eyledi, sonra melâikeye sonucu gösterip «hala aynı fikirdeyseniz o’na öğretilenden bana haber verin» buyurdu”
Bakara(2);30-31
Şeytan/ İblis ise projeye doğrudan isyan eder!
“Hani, bir zaman meleklere demiştik: “Âdem’i selamlayın/önünde saygıyla eğilin.” İblis’ten başka hepsi derhal saygıyla eğildiler/selamladılar. O dedi ki: “Çamur olarak/çamurdan yarattığını hiç selamlar mıyım?”
İsra(17); 61
“Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek” bir tehlike potansiyeli taşıyan Adem’e ilişkin Melekler’in güvensizliği ve İblis’in isyanı, kıssanın bütünü göz önüne alındığında O‘nun “toprak“tan yaratılması sebebiyle taşıdığı zaafları ortadayken, bir de “Düzen kurma” yeteneğine (Allah’ın halifeliğine) sahip olmasından kaynaklanmışa benzemektedir!
Oysa Yaratan, Topraktan yarattığı Adem/ İnsan’a kendi ruhundan/ bilgeliğinden vermiştir
“ ..sonra O’nu biçimlendirdi ve kendi ruhundan üfledi ve O’na yaratıldığı zaman/mekanı görme/izleme, duyma/haberdar olma ve algılama/değerlendirme yetisi verdi , ama insanların pek azı bunun önemini kavrar”
Secde(32); 9
Öte yandan Meleklerin bir tehlike olarak gördükleri; Adem’in/ insan’ın yer/arz’daki her canlı gibi mayasında sulu toprak/ çamur/ balçık olması gerçeği, O’nu varoluş zemininde diğer tüm Mahlukatla/ topraktan yaratılmışlarla “eşit” kılar.
Adem/insan’ın aynı mayadan yaratıldıklarıyla ortak olan; “Varlığını koruma ve bunun için savaşma güdüsü”ne karşın Yaratıcı tarafından O’na ta’lim edilen “Esma“; yani doğruyu yanlıştan ayırma, Aklı/ Vicdanı ile adil olanı bil/e/bilme, Hakkı/ inkar edilemez doğruyu, Batıl‘dan temyiz etme yeteneği ve imkanı/bilgisi verilmesi ve “buh”la desteklenmiş olması Adem/İnsan’ın “Primus inter pares” ya da Eşitler arasında R/Eşit olabilme potansiyelini göstermektedir .
Meleklerin anlayamadığı, İblis’in ise isyan ettiği şey işte bu potansiyel/ mümkünat’tır
Buna rağmen “Allah’ın halifeliği” taşınabilmesi güç bir sorumluluktur!
Ve üstelik İnsan “Düzen” kurma iddiasında ve ihtirasında ise…!
“İşin gerçeği Biz emaneti göklere, yere ve dağlara (ve ikisi arasındaki Mahlukata) sunduk; ve onlar emaneti taşımaktan (sorumluluktan) kaçındılar, ondan dolayı tedirgin oldular. Nihayet onu insan yüklendi ne var ki, o da zalim ve cahil olup çıktı.”
Ahzab (33); 72
İnsan familyası/ ailesi topraktan yaratılmasına rağmen, diğer yaratılmışların tabi olduğu “çevrim”e (besin zincirine) dahil olmaksızın yaşayabileceği, olgunlaşıp Rüşd’ünü ispat edebileceği bir yerde/arz’da /Cennet’te yerleştirilir (meskun/ teskin edilir).
Burada tüketmeksizin yararlanabileceği, yaşamak için doğayla/mahlukatla savaşmak zorunda kalmayacağı bir yerde Daru’s-Selam’dadır
“Ey Âdem! “Sen ve eşin cennette iskan/ meskun/teskin olun, dilediğiniz yerden yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden/ hainlik edenlerden olursunuz.”
Araf (7); 19
Ancak İblis Adem/insanı zaafından; “Toprak”tan yaratılmasından ve yine Toprağa döneceği endişesinden, “ölüm korkusu”ndan vurur. Hayatta kalma dürtüsünü açığa çıkarır ve meskun/ teskin/sükun halini ortadan kaldırır.
“…Biz de (Âdem’e) şöyle demiştik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis) sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun (sıkıntı çeker, perişan olursun / besin zincirinin bir parçasına dönüşürsün
“Doğrusu senin acıkmaman ve çıplak kalmaman (ancak) cennettedir. Ve sen orada ne susarsın, ne de güneşin sıcağında kalırsın
Nihayet şeytan ona vesvese verdi. Şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı (ölümsüzlük imkanı) göstereyim mi?
“Bunun üzerine ikisi de o ağaçtan yediler. Hemen avret yerleri kendilerine açılıp görünüverdi (Topraktan olan özlerine döndüler). Ve üzerlerine cennet yaprağından örtüp yamamaya başladılar.
Âdem Rabbinin emrinden çıktı da sapıttı”
Ta-Ha (20); 116-121
“Sonra Şeytan, o ağaç yüzünden ayaklarını kaydırdı da onları bulundukları yerden çıkardı. Onlara şöyle dedik: “İnin oradan! Biriniz diğerinin hakkına göz dikecek. Sizin için yer(yüzün)de yerleşecek yer ve bir süreye kadar geçineceğiniz şeyler bulunacaktır”
Bakara (2);36
Artık yeni Düzen; süreç/evrim, dünya’da, topraktan yaratılan mahlukatın tabii/ait olduğu bir “besin zinciri” içinde kurulacaktır.
İnsanoğlu Düzen’i artık;
İç benliğinde taşıdığı; var olma, türünü devam ettirme gibi “topraksal” güdülerine, zayıf olanın sürü dışında bırakılması gibi “varoluşsal” zorunluluklara rağmen kuracak, üstelik bunu zayıfı gözeterek, varlığını diğerleri ile arasındaki varoluşsal eşitliği/dengeyi bozmaksızın korumaya çalışarak, yeryüzünü -Cennet’te yaptığı gibi- ifsad etmeksizin ve adaleti hedefleyen, adaleti dışlayan her durumu zulüm olarak niteleyen bir tutum ve çaba içinde yapmak zorunda olacaktır.
Ancak bu şekilde kovulduğu vatan’a/ cennet’e geri dönmeye layık olduğunu ispat edebilecektir.
İslam kültürünün “imtihan dünyası” başlığıyla özetlediği şeydir bu…
Kıssada tahkiye edilen; İnsanlığın/ Ademoğlunun Arz’da başlayıp Dünya’da devam eden hikayesi; kökende eşit oldukları mahlukatla, Cennet’ten kovularak kaderde de ortaklaşması; aynı “besin zinciri”nin bir parçası olması ve fakat aynı zamanda “düzen”leyici bir misyonla da sorumlu tutulmasıdır.
İnsanoğlunun trajedisi attığı her adımın bedelini kendine ve çevresine ödettirdiği bir “imtihan”ın “mecbur adam”ı olmasıdır.
Ya “Eşref-i Mahlukat “olacak ki bunu ancak “Salih/ ıslah edici/ onarıcı Amel” ile gerçekleştirebilir ya da “Esfel-i Safilin” yaratılmışların en aşağısı/ hayvanatın bile altında bir mertebeye inecektir; bu “Ekini ve nesli ifsad edecek” toplumsal bir çürümedir!
Zira Kur’an’da bireysel bir “kurtuluş/ felah” ve “bozuluş/ fesad” yoktur. Muhatap özne “toplum”dur; “kurtuluş” ta “çürüme” de toplumsal düzeyde ortaya çıkar.
İslam’ın anlatısı Varoluş’un tesadüfi bir boyutu olmadığını; yani insan’ın yeryüzündeki varoluşunun bir tesadüf değil bir tercih/ iradi bir tutum sonucu olduğunu ve dolayısıyla bir görev ve sorumluluk içerdiğini söyler
İşte tam da bu yüzden eşitlik davası; insanların ikna edilmesini hedefleyen “ahlaki bir tavsiye” değil, yüklendiği sorumluluğu O’na hatırlatmasıdır/ zikir’dir.
Ademoğlu/ İnsanlık “eşit’liğe davet edilmeli” değil, “Ne’lik”leri ve “Ne Olmaları gerektiği” hatırlatılarak uyarılmalıdır.
Uyarılmalıdır zira;
“şüphesiz insan kendini müstağni gördüğü için azar”
Alak ; 6-7
Ayette geçen müstağni/ istiğna kavramı Türkçeye; hiç kimseye ve hiçbir şey için hesap verme ihtiyacı duymama durumu, yıkıcı düzeyde aktif bir bencillik, diğer bir deyişle; dayanışmanın, eşitliğin, paylaşmanın çağrıştırdığı anlam bütününün tam zıttı/ karşıtı bir pratik anlamını taşır.
İnsanın kendi türüne ve yaşadığı dünyayı paylaştığı diğer türlere dönük “düzen” kurma sorumluluğunun kolayca ihtiras’a/ azgınlığa dönüş/e/bil/mesi, kolayca hiyerarşiler ve iktidar biçimleri üretmeye ve bunu yaparken de metafiziği/ dini kullanmaya yatkınlığı “eşitlik davası” tartışmalarının teolojik zeminidir.
Başına hangi sıfat getirilirse getirilsin “düzen”; sorumluluğun ve yetkinin “toplum/ ümmet” içinde paylaşıldığı, hiyerarşilerin (kolayca ilahlığa dönüşeceğinden) ancak toplumun ihtiyaçları gözetilerek, yeterliliğe dayalı ve süreli/ şartlı koşullarda var olabileceği bir çerçeve içinde konuşuluyorsa meşrudur.
Cem Somel’in yeniden gündeme getirdiği “eşitlik davası” üzerine, aktüel veya programatik bir tartışmanın öncesinde “özgürlük Teolojisi” nin imkanlarını kullanan bir teolojik zeminin katkı yapacağını düşündüm.
Böylece, teorik/ muhtemelen sıkıcı olan bu girişin, pratiği tartışmanın farklı yollarını açacağını ve bunu yaparken atıfta bulunacağımız (en azından kendim için) bir zemini mümkün kılacağını umuyorum.
Not: Kur’an mealleri Arapça metin esas alınarak tarafımdan yapılmış ya da yapılmış meallerin geliştirilmiş halleridir.