Erdoğan’ın Ahilik Romantizmi ve Neoliberalizmin Acı Gerçekleri
30 Nisan günü başbakanın Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Kredi ve Kefalet Kooperatifleri Birlikleri Merkez Birliği’nin (TESKOMB) toplantısında yaptığı konuşmaya denk geldim. Toplantının maksadı, Halk Bankası’nın esnafa vereceği kredilerin faizlerindeki indirimlerin müjdelenmesi idi. Bunu başbakanın konuşmasının sonunda anladım. Esnaf ve sanatkarlar için iyi bir haber olsa gerek.[1]
Benim ilgimi çeken husus, öfkeli olmadığı zamanlardaki güzel hitabeti ve üslubuyla Erdoğan’ın esnaf ve zanaatkarların kültürümüzdeki tarihsel önemi, anlamı, işlevi ve bu minvalde ahilik müessesinin kıymetli mirasına dair söyledikleriydi. Başbakan uzun uzun ve güzel bir dille ahiliğin, ahlaki kaygıları bireysel çıkarların önüne koyan üretim ve paylaşım düzenini anlattı. Ahiliğin, medeniyetimizin temel bir kurumu olduğunu ve modern dünyanın ürettiği sosyal adalet sorununa şifa olabilecek nüveler içerdiğini belirtti. Hükümet olarak esnaf ve zanaatkarlara bu gözle baktıklarını, bu yüzden onları çok desteklediklerini ve ahilik kültürünü yaşatmalarını teşvik ettiklerini anlattı.
Ahilik gerçekten de bizim okuyup, araştırdığımız kadarıyla kıymetli bir kurum. Sosyal adaletçi kaygıları toplumun kalbinde, uzun yüzyıllar boyunca pratik, verimli ve kurumsal olarak işletebilmiş dev bir miras. Elbette eksikleri, aksaklıkları vardır; çok uzun bir dönemden, çok büyük bir coğrafyadan, bugünkünden çok farklı bir kültürel atmosferden ve üretim biçiminden bahsediyoruz. Ancak bugün kapitalizme alternatif üretme ihtiyacımız ve çabamızda, bizlere kesinlikle pek çok veri ve katkı sunabilecek bir kurum. İşte bu yüzden insan bu minvaldeki sözleri yaşadığı ülkenin başbakanından duyunca hoşuna gidiyor, umutlanıyor.
Ve fakat söz ve temenniler ile yapıp edilenler ve olup bitenler arasındaki uçurumu bilmesek…
Bugün hepimiz az çok biliyoruz ki küresel güçler tarafından uygulanan ve tembihlenen ve hükümetimiz tarafından da tam gaz yürütülen ekonomi politikaları esnaf ve sanatkarlara hiç de iyi gelmiyor. Bugün esip gürleyen fırtına, bakkallardan değil hipermarketlerden, esnaflardan değil avm’lerden, zanaatkarlardan değil fabrikatörlerden yana. Bu deli rüzgar, ahilikte olduğu gibi sermayenin tabana yayılmasından değil, tepede giderek ve giderek daralan ufak bir azınlıkta toplanmasından yana… Üretimin, büyümenin, ilerlemenin, velhasıl yaşamın olmazsa olmazı buymuş. Öyle diyorlar. Yerseniz. Yiyoruz da…
Esnaf ve zanaatkarların giderek azaldığı gözlemleri hayli yaygın bir lafızdır. Daha geçtiğimiz hafta bu hususun istatistiki verilerine, Seyfettin Gürsel’in hoş bir yazısında[2] denk gelmiş, sonra açıp TÜİK’in sitesinde ilgili verileri bulmuştum. Başbakanın konuşmasını bunun üzerine duyunca, içimdeki fesuphanallah hissi daha bir artmış oldu.
Esnaf ve zanaatkarları istatistiklerde yaklaşık olarak tespit edebilmemiz için TÜİK’in (AB ve OECD ülkeleri istatistiklerinden feyiz alarak) kullandığı en uygun kategori “kendi hesabına çalışan” kategorisi. Adından da az çok anlaşılacağı gibi ne başkasının yanında işçi olarak çalışan, ne de yanında işçi istihdam eden çalışanlar için bu tabir kullanılıyor. Ufak fakat önemli bir not şu: “Kendi hesabına çalışan” birinin yanında bir aile üyesi yine TÜİK’in istatistik dilindeki ismiyle “ücretsiz aile işçisi” olarak çalışıyor olabilir. Peki Türkiye’deki tüm “kendi hesabına çalışan”ların sayısı bize esnaf ve zanaatkarları verebilecek midir? Cevap olumsuz; çünkü Türkiye’nin tarım sektöründe çalışanların çok önemli bir bölümü de “kendi hesabına çalışan”, yani yanlarında ya sadece geçici işçi ya da “ücretsiz aile işçisi” çalıştıran küçük çiftçiler. Bu yüzden “tarım dışı” sektörlerdeki “kendi hesabına çalışanlar”a bakmak, bize aradığımız esnaf ve zanaatkarların yaklaşık bir sayısını verecektir. Yaklaşık diyorum çünkü örneğin yanında kimseyi çalıştırmayan bir avukat ya da dişçi de bu sayılara dahildir, ki bu kesimlerin esnaf ve zanaatkar olarak sayılması tartışmalı olacaktır.[3] Diğer yandan yanında aileden olmayan sadece bir işçi bile çalıştıran esnaflar ise bu sayılara dahil olmayacaktır.[4]
Bu çerçevede aşağıda 2002-2012 yılları arasında tarım dışı sektörlerde (yani imalat ve hizmet sektörlerinde) kendi hesabına çalışanların sayısı, tarım dışı sektörlerdeki toplam çalışan (yani kendi hesabına çalışanlar + ücretli/maaşlı çalışanlar + işverenler + ücretsiz aile işçileri) sayısı ve bu ikisinin yüzdelik oranları verilmiştir.
Tablo: Tarım dışı kendi hesabına çalışanlar (2002-2012)
Tabloda 2002’de 2.1 milyon olan esnaf ve zanaatkar sayısının , 2005 yılında 2.4 milyona çıktığını, 2005’ten sonra ise azalarak 2012’de tekrar 2.1 milyona indiğini görürüz.[5] Bu sayılardan daha da önemlisi esnaf ve zanaatkarların toplam tarım dışı istihdam içersindeki oranıdır. Tabloda net bir şekilde görüldüğü üzere esnaf ve zanaatkarların tarım dışı toplam istihdam içersindeki oranları 2001 krizinin yaralarının sarıldığı 2002’de % 15’ten 2003 yılında % 16’ya çıkmış ve bu yıldan itibaren sürekli olarak 2012’de % 11’e varacak şekilde düşmüştür. Aynı dönemde tarım dışı sektörlerde işveren olarak çalışanların oranı da yine TÜİK verilerine göre % 7’den % 6’ya inmiştir. Bu oransal azalmalardaki fark, tahmin edileceği üzere ücretli/maaşlı çalışanlar oranındaki artışa işaret eder. Yani geride bıraktığımız on sene içersinde oransal olarak esnaf ve zanaatkarın yaklaşık üçte biri işini kapatmak ve (illa kendileri olmasa bile evlatları) başkasının yanında işçi olarak çalışmak durumunda kalmıştır.Kaynak: TÜİK internet sitesi, Hanehalkı İşgücü Anketi Dönemsel Sonuçları
Tayyip Erdoğan muhtemelen bilinçli şekilde olmasa da nesnel olarak yalan söylemektedir. Son on yılda kendisi başbakan, partisi hükümet olarak esnaf ve zanaatkarı koruyan, kollayan, ahilik kültürü ve kurumunun güçlenmesini hedefleyen bir politika uygulamamıştır. Eğer uygulasaydı esnaf ve zanaatkarların tarım dışı ekonomideki ağırlığı, yani oranı % 16’lardan % 11’lere inmez, en kötü ihtimalle aynı oranlarda seyreder hatta artardı. Neoliberalizm ile ahilik, birbirleriyle çelişen olgular, düzenler, zihniyetler olduğu için neoliberalizmin derinleştiği yerde esnaf ve zanaatkarların sayısının azalması kaçınılmazdır. Tıpkı ahilik kültürünün yerini, acımasız bir rekabet kültürünün ve her koyun kendi bacağından asılır felsefesinin almasının kaçınılmaz olduğu gibi. Ak parti hükümeti ne yazık ki, çalışma hayatı ve çalışma hayatındaki kesimler açısından şu ana kadar ne esnaflar ne de işçilerden yana bir performans sergilemiş, asıl ve genel olarak işverenlerin çıkarlarını gözetmiştir. Allah sonlarını hayır etsin.
[1] http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=23172708
[2] http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikalyazar&articleid=1115997
[3] Öte yandan bu tip kendi hesabına çalışanların sayısı çok da fazla değil gibi görünmektedir. Üniversite mezunu “kendi hesabına çalışanlar”ın tüm sektörlerdeki sayısı 2011 senesi için 173 binden ibarettir. Bknz. TÜİK, Hanehalkı İşgücü İstatistikleri, 2011, Ankara: TÜİK, 2012, sayfa 40.
[4] Seyfettin Gürsel bahsi geçen ve bu yazıya ilham veren yazısında esnaf ve zanaatkarların yaklaşık sayısını bulmak için “tarım dışı” sektörlerde çalışan “kendi hesabına çalışan”lara bir de erkeklik şartını ekler. Bunun sebebini ilgili yazıda açmaz. Ancak sanırım zaten sayıları pek de fazla olmayan kadın kendi hesabına çalışanların önemli bir bölümünün klasik bir esnaf/zanaatkarlıktan ziyade evlerinde parça başı işlerde ya da gündelik temizlikçilik gibi işlerde çalışıyor olduğunu varsayar. Bu varsayım beni pek tatmin etmediği için kadın-erkek tüm tarım dışı – kendi hesabına çalışanların sayısını kullanmayı tercih ettim.
[5] Gürsel 2005 sonrası esnaf ve zanaatkarların -oranının ötesinde- sayısının düşmeye başlamasının muhtemel sebebinin, son dönemdeki AVM furyasının bu tarihte başlaması olduğunu belirtir.
2 Responses
[…] http://www.emekveadalet.org/arsivler/8770 […]
[…] her bir tarafına AVM’ler yapılarak, esnafın ocağına incir ağacı dikilmeye devam edilir (bkz.). Kırşehir bu memleketteki medeniyetin en önemli merkezlerinden biridir tarihsel olarak. Prof. […]