Ebesini Arayan Sosyalizm – Ahmet Tonak
Emek ve Adalet Platformu olarak Cem Somel’in Temmuz 2020’de yayınlanan “sosyal eşitlik mücadelesinde çözüp aşmak gereken bazı sorunları tartışmaya arz ettiği” yazısını gelen katkılarla birlikte yeni ufuklar açması temennisiyle dosyalaştırdık.
Tartışmaya gelen katkıların tümüne bu linkten ulaşabilirsiniz.
Tartışmayı sürdürmeye Ahmet Tonak’ın değerli katkısıyla devam ediyoruz.
Alpkan Birelma arkadaşımız kadim dostum Cem Somel’in “Eşitlik Davası Üzerine” başlıklı yazısına ilişkin kısa bir not yazmamı istedi. Hem konunun hayati niteliği hem de yazarın Cem olması yüzünden Birelma’yı kıramadım.
“Eşitlik Davası Üzerine”yi en azından iki farklı şekilde okumak mümkün: ya sadece sosyal eşitliği arzulayan, gerçekleşmesi için mücadele eden birisi olarak merakla ya da yazıda geçen “Marx,” “kapitalizm,” “sosyalizm” referanslarının kışkırtmasıyla ‘akıllanmayan’ bir Marksist olarak.
İlk şekilde okuduğumda Cem’in yazısını (diğer yazıları gibi) çok sarih ve ufuk açıcı bulduğumu söyleyeyim. Birçok yanına katıldığımı, eşitsizliğin siyasi dayanakları, çevre sorunları, doğal kaynakların kullanımı, seküler politikanın gereği hakkında yapılan değerlendirmeleri özellikle önemli gördüğümü belirtmek isterim.
Yazının katılmadığım, eksik bulduğum yanları ise ikinci şekilde okumaktan kendimi alamam yüzünden. Aşağıda, Cem’den farklı düşündüğüm konulara tek tek değinmek yerine eşitlik/sosyalizm üzerine önemli gördüğüm bir noktaya değinmek istiyorum.
Marx’a göre eşitlikçi düzenin/sosyalizmin/komünizmin zorunluluğu kapitalizmin doğasından kaynaklanır. Cem’in de bahsettiği gibi Marx “kapitalist toplumda ezilen işçi sınıfının menfaati gereği eşitlik özlediği.., bu nedenle geleceğin eşit adil toplumunu kuracak tarihî öznenin işçi sınıfı olduğu..” tespitini yapar. Sosyalizme geçişi sağlayacak sınıf işçi sınıfıdır. Fakat, bu geçiş sadece işçilerin mağduriyeti ve eşitlik özlemi ile açıklanabilir mi? Daha doğrusu, Marx “tarihi özne”yi tespit ederken sadece mağduriyet ve özlem gibi sübjektif algı ve tercihlere mi dayandırmıştır sosyalizme geçiş zorunluluğunu? Bu soruya Marx’ın verdiği cevap Komünist Manifesto’dan beri hep aynıdır ve en olgun ifadesini Kapital’de bulur.
Kısaca hatırlatalım. Kapitalizm, emekçileri üretim araçlarından kopararak, mülksüzleştirerek işçi sınıfını yaratır. Üretim imkanını yitiren emekçiler için emek güçlerini sermayeye ücret karşılığında satmaktan başka yol kalmaz. Sermaye ile emekçilerin bu şekilde buluşması insanlık tarihinin en dinamik düzenini tetikler ve giderek üretici güçleri muazzam bir biçimde modernleştirirken emeği de toplumsallaştırır. Fakat bu süreç bir yandan da sermayeyi merkezileştirecek ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti mutlaklaştıracaktır. İşte, kapitalizmin doğası gereği emeğe ve sermayeye adeta içkin olan bu iki dinamik sosyalizmi zorunlu kılar. Bu iki dinamik üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki sistemik çelişkiyi ancak aşılarak üstesinden gelinecek şekilde olgunlaştırır. Sermayenin üretim güçlerini adeta sınır tanımaz bir biçimde yenilemesi, modernize etmesi bir yandan emeğin toplumsallaşmasını sağlarken bir yandan da merkezileşmiş sermayenin tahakkümünü yıkacak koşulları oluşturur. Ve o an gelir, “bir toplumsal devrim çağı başlar,” artık bu iki çelişik, uyumsuz dinamiği aynı çatının altında tutmanın imkanı kalmaz. Marx’ın ifadesi ile “[s]ermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendisinin hükmü altında gelişen üretim tarzının ayak bağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla uyuşamadıkları bir noktaya ulaşır. Kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin saati çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilir.”
Yeter ki, sosyalizm ebesini, örgütlü işçi sınıfını bulsun.