Direniş Mektebinde Bir Gün
Boğaziçi Üniversitesi’nden arkadaşımız Enes Karakaş, arkadaşlarıyla okulu asıp Flormar direnişine gittikleri bir günün hikayesini anlatıyor. İşçilerden öğrenmeye, hayatın bilgisine dair güzel şeyler söylüyor, kulak veriyoruz…
Okuldan yaklaşık 15 arkadaşla, Hisarüstü’nden Gebze’ye, Flormar’da direnen işçilere ziyarete gittik. Okuldan 11 gibi çıktık 12 gibi fabrikadaydık. Öğleden sonra 2 buçuğa kadar oturduk, çaylarını çorbalarını içtik, slogan attık, halay çektik, horon teptik, birlikte sobayı yaktık, bolca da hasbıhal ettik. Benim açımdan bu sene okulda, daha doğrusu okul ahalisiyle yapılan en kıymetli iş oldu.
İşçilerin keyfi gayet yerinde, çok zindelerdi. Hepsiyle olmasa da (aktif 85 direnişçi işçi var) öncü işçilerin tamamıyla ve gözümüze kestirdiğimiz yahut bizi gözüne kestiren işçilerle muhabbet ettik. Aramızda kadın mücadelesinin neferleri de var idi. Onlar da ablaları direnişten sonra da evde mesaiye devam mı diye yokladılar? Patriyarkaya karşı propagandalarını yaptılar. Kadınların direniş alanında bulunması direniş alanını da bilindik alanlardan daha farklı hale getirmiş, bir kaldırım üstünü yaşam alanına dönüştürmüş.
Özellikle boykotun epey etkili olduğunu söylediler, Flormar’ın yurtiçi satışı epey azalmış. Bu biraz bilinen tarafı zaten, esas bilinmeyen yönüyse atılan ve sendikalaşan işçiler epey kalifiye olanlarmış. Tahsilli değil ama kıdemli ve işe hakim işçiler. Sendikalaşma sürecini başlatan öncü bir işçi bu durumun en iyi örneği. O izine çıktığında fabrika ciddi sıkıntı çekiyormuş, kaç defa“gelip bir el atsan” diye arıyorlarmış. İşçi abimiz de uyanık tabi yarım saatlik işe yarım maaş istiyormuş izindeyken, tabi müdürler de el mahkum bir defa parayı bastırıp çağırıyorlarmış. Bu durum da işçilerin üretimden gelen gücüne bir başka örnek oldu benim için.
Şuan atılan işçiler yerine taşeron işçiler çalıştırılıyor, yeni işe alınanlar için baskı azalmış bazı kazanımlar olmuş ama örneğin dışarıyla temas kurma ihtimali olan bir taşeronu hemen işten atmışlar. İçerisi iyice paranoyağa bağlamış anlayacağınız. 360° kameralar mı dersiniz, dikenli teller mi, yoksa içeriye girerken perdeleri özenle kapatılan işçi servisleri mi?
Kalifiye işçiler atılınca üretimde epey düşüş olmuş tabii. Mesela geçen hafta bir tır hatalı mamul çöpe gitmiş. Bu durumun maliyeti için birkaç yüz bin lira belki daha da fazla olabilir diyor işçiler. “Biz içerideyken bırakın tırı birkaç koli hatalı üretim yapsak canımızı okurlardı” diye devam ediyorlar. Yine işçilerin söylediğine göre Flormar da sendikayla uğraştığına, işçileri attığına bin pişman olmuş, satışı azalmış, üretimi azalmış hepten ziyan. Hasılı bizi işten attıklarına bin pişman oldular astarı maliyetini geçti diyorlar. Ama tabi ki şunu biliyoruz zararlarına dahi olsa işçilerin örgütlülüğüne karşı çok sert tepki vermek sermayedarların kendilerini yalnızca birey veya tek bir şirket olarak değil de bir sınıf olarak görmesindendir.
İçerden işçilerin atılmasına sebep olan bir abi varmış. Örgütlü işçileri patrona gammazlayan, atılan 132 işçinin çoğunun vebalini taşıyan biri. İşçi abla tam bunu anlatıyorken içimden sövesim geldi doğrusu “ne yapıyordur şimdi o hain?” diyecektim. “Burada bizimle direniyor” demezler mi? Bu hikaye karşısında epey duygulandım. Adamın vicdanı el vermemiş, kendini de ihbar edip işten attırmış. İşçiler de onu affetmişler. Sınıf dayanışması gammaz abiyi de içine almış anlayacağınız. Yeşilçam filmlerini andıran bu gerçek hikaye yaşanılan sürecin benim açımdan en epik kısmı. Bir bakıma direniş ve mücadelenin öğreticiliğinin, ördüğü ahlaki politik toplumun nişanesi.
Flormar fabrikasındaki işçilerin birbirlerine bağlılığı işten çıkarmalar esnasında da göstermiş kendini. Yaklaşık otuz kadar işçi ilk işten çıkarmalar esnasında, sendikalı olmamalarına rağmen sırf vicdanları el vermeyip atılan arkadaşlarıyla dayanışma gösterdikleri için işten çıkarılmışlar mesela. İlk dalga esnasından henüz işten atılmayan bir kadın işçi hüngür hüngür ağladığını anlattı, arkadaşları atılırken kendisinin kalmasına epey içerlemiş. Ailesiyle yaşayan bir ablaydı, sorayım dedim evli de değilsin ailen ne dedi falan diye? İlk işten atmalardan sonra eve döndüğünde, babası kızını ağlarken görünce her türlü arkandayız demek şöyle dursun “onlar atılırken sen ne yapıyordun?” diye bir azarlamış ablamız da durur mu tabi birkaç güne o da kendini attırmış. Tabi işten atılma sebepleri çok yazıldı çizildi, ama direnen işçilere el sallama, alkışlama gibi basit şeyler. Daha anlatacak çok hikayeleri vardır muhakkak fakat görünen bir şey var, o da işçilerin açlıkla, yoksullukla terbiye edilmek pahasına dayanışmayı, paylaşmayı, birlik ve mücadeleyi önceledikleri. Bir bakıma meselenin sadece ekmek olmadığının, haysiyetin ve onurun da onunla beraber, hatta bazen ondan önce geldiğinin hikayesi Flormar, şimdi ve yeniden yazılmakta olan.
İşçiler direnirken sendikalar ne yapıyor, onları da anmalı yeri gelmişken. Flormar işçiler aslında önce DİSK’e bağlı Lastik-İş’e gitmişler ama onlar hiç oralı olmamışlar. Sonra TÜRK-İŞ konfederasyonu altında örgütlenen Petrol-İş’e gitmişler, 190 gündür yanlarında olan Sendika uzmanı her türlü çözeriz yeter ki siz gücünüzün farkında olun gerisi halledilir deyip başlamış yol yordam göstermeye. İşçilerle ilişkisi çok candan, daha ziyade abi-kardeş gibi Dersimli bir örgütlenme uzmanı abimizin. Ama esas kritik olan şu ki Flormar’da karşılaştığımız tabloyu mümkün kılan sendikanın işçileri maddi manevi örgütsel olarak desteklemesinde yatıyor. Dolayısıyla eğer işçilere destek olunmasa bu kadar sağlam bir direnişle karşılaşamazdık diye düşünüyorum. Sendikaların işçilerin organik yapıları olmaktan bu kadar uzaklaştığı günümüzde Flormar direnişindeki tabloyu arar olduk. Tabi yalnız bu değil, dikkatimi çeken bir husus da sendikanın açık faaliyet politikası oldu. Ziyaretimiz esnasında İki örgüt bir de kadın dayanışma platformu geldi, Sendika uzmanı olsun işçiler olsun örgütlere karşı gayet olumluydu. Bu durum toplumsal muhalefetin kendiliğindenci işçi hareketleriyle temas etmesini mümkün kılar ki bu da yaşadığımız ateşten gömleği reddetmemiz üzerimizden çıkartıp atmamız için hayati düzeyde kıymetli.
Flormar direnişinin yakında Gebze’deki iş mahkemesinde işe iade davası görülecek. Sermayedarların en kadim dostu devlet işçileri bölmek adına işçilerin davalarını 8 farklı mahkemeye bölmüş lakin işçiler bu durumun gayet farkında ve 200 güne yaklaşan direnişte gelişen dayanışmaları bu kadar basit ayak oyunlarına yenilmeyecek kadar kuvvetli vaziyete gelmiş. İşçiler emek dostlarını desteğe bekliyorlar ve direnişin hukuki zaferle son bulacağına dair epey umutlular. Eğer Flormar kabul ederse hepsi de işlerine dönmek istiyorlar. İşveren kabul etmese dahi bu süreçten ekmek ve haysiyet mücadelesine dair unutulmaz hatıralar ve yaşayan bir tarihle ayrılacakları kesin. Bize öğrettiklerinden ötürü onlara çok şey borçluyuz. Belki de esas tedrisat kampüs sıralarında değil dışarıda, fabrika önlerinde, direniş çadırlarında terennüm edilendir. Belki de esas talebelik işte bu mukavemet ilmine, ahlak ve terbiyesine talip olmaktır.