#DirenGeziParkı, Şahidiz!..
27 Mayıs 2013 tarihinden beri Taksim Gezi Parkı, parkın rezidans/kışla/AVM’ye dönüştürülmesine karşı başlayan bir süreçle bir mücadele alanına dönüşmüş durumda. Parkın ve ağaçların yerinden edilmesine karşı duranlar; iki gündür aşırı güç kullanan, şu an itibarıyla 112 kişinin yaralı olarak tedavi edilmesine sebep olan, 6 kişiyi yoğun bakımda bırakan bir polis şiddeti ile karşı karşıyalar.
Mevzu sadece elde kalan bir avuç ağacın kesilmesinden ibaret değil. Mevzu iktidarların, kamunun mekan üzerinde söz söyleme hakkını hiçe sayması, şehri (ve de vatandaşlığı) kendi tahayüllüne göre şekillendirmek için zor kullanması ve bunları gerçekleştirmek için zorbalığı alışkanlık haline getirmesi.
Kentte azınlıkların, göçün, emeğin ve gecekondunun mekansal izdüşümü olan yerleri yerinden ederek sermayeye “temizlenmiş” bir şekilde satmak, Beşiktaş İskelesi’ni, Haydarpaşa Garı’nı kamuya kapatıp otellere sunmak, trafiğe çözüm olamayacağı bilinmesine rağmen Garipçe Köyü üzerinde binlerce ağacı kesip Yavuz Sultan Selim isimli üçüncü bir köprü yapmak, tek bir halkanın devamını oluşturmakta.
Halkanın en son parçası; halkın toplanacağı meydanların varlığından korkanlarca, bu toplanmaların süregeldiği sembolik mekanlardan biri olan Taksim’i yerinden ederek ortasına neo-Osmanlı tahayyülüyle, yok olmuş ve halk hafızasında karşılığı olmayan bir kışlanın rekonstrüksiyonunu yapmak ve onu da yeni bir tüketim merkezi haline getirmek olmuştur. Tarihi yıkarak tarih yapabileceği, imitasyon mabedler ile “modernite getirme” iddiasında olan bir zihniyet ile karşı karşıyayız.
Mekânın imajı ve “kalitesi” üzerine odaklanmanın dikkatleri sosyal sorunlardan kaydırmanın bir mekanizması olarak işlemesi; şehirden yoksulluğun, emeğin izlerini silerek bunları yok edebileceği fantazisi üzerine kurulu, ekonomik ve sosyal olarak dışlanmış saydığı gruplardan şehri temizlemeye kararlı bir “rövanşist şehircilik” (1) anlayışı İstanbul üzerine de sürmekte. Daha başka bir deyişle bu “temizleme” politikaları ile “kentte birikmiş olan hafıza” ve “o hafızanın işlenmiş olduğu harita” temize çekilmekte. (2)
“İstanbul’un fethinin” yıldönümünde AVM yapmak için 75 yıllık ağaçları kesmeye kalkan iktidar (3); Uludere Katliamı sonrası kürtaj yasağı, Reyhanlı Katliamı sonrasında alkol yasası ve gündeme oturacak bu polis şiddeti ile gündemi manipüle etmeye çalışmakta. Taksim Gezi Parkı için açılan davaların, toplanan 100.000 imzanın ve hatta bugün kışlanın yapımına karşı çıkarılan durdurma kararının dikkate alınmamasının, yeşil alanların ve doğanın rant ve sermaye uğruna elden çıkarılmasının, meşru bir talebi dile getiren eylemciler üzerine yöneltilen orantısız polis şiddetinin, gaz kullanımının; meşru bir talep için toplanmış kalabalıkları zorla dağıtmanın rutin hale gelmesinin vehameti emek ve adaleti gözeten müslümanlar olarak karşı olduğumuzu bir kez daha vurguluyoruz.
(1) Smith Neil, (1996) The New Urban Frontier Gentrification and the Revanchist City: London, Routledge.
(2) Üstündağ Nazan, Özgür Gündem (15.12.2012) Açlık Grevleri 2: Tarihsel ve Siyasal Bağlam.
(3) https://twitter.com/ErtugrulGunay
http://www.akparti.org.tr/site/haberler/yeni-zaferlere-birlikte-imzamizi-atacagiz/43880
29 Nisan 2013, Kızılcahamam ( 1 Mayıs 2013 Taksim Garabetinden iki gün önce)
Recep Tayyip Erdoğan
“…Mimari olarak öyle (kışlayı kast ederek) olacak ama alışveriş merkezinden toplantı salonlarına kadar, belki rezidans otel…”
Taksim Gezi Alanı dedik. Hemen buna da karşı çıktılar. Kışlayı yeniden yapacağız dedik, bakıyorsunuz hemen o malum çevreler başta ana muhalefet partisi, onun destekçileri hep birlikte karşı çıktılar. Engellemek istediler, kuruldan reddettiler. Reddedince ben de dedim ki reddinize ret. Çünkü burada bir tarihi eser var. Bu tarihi eseri kurul nasıl reddeder? Bu kurullar niçin var? Aslında bu tarihi eserleri korumak için. Çanak çömleği koruyorsun da oradaki tarihi kışlayı neden korumuyorsun? Çok garip bir şey. Denizin dibindeki 3-5 tane çanak çömlek bulunmuş, çatal, kaşık bulunmuş bunları koruyorsun ama Taksim Meydanı’ndaki devasa kışla gayet güzel mimari estetiği hepsi güzel. Buna hayır diyorsun. Böyle bir mantık, anlayış olur mu- Bu ideoloji değil de nedir
İnşallah orada hem kışlamızı yapacağız ama bu kışla artık tabii kışla olarak görev yapmıyor. Mimari olarak öyle olacak ama alışveriş merkezinden toplantı salonlarına kadar, belki rezidans otel, Divan Otel tarafında da bir şehir müzesi yapmak suretiyle İstanbulumuzun şehir müzelerini de artıralım istiyoruz. Böyle bir adım atacağız.
Taksim Meydanı’ndan polisin çekilmesiyle yaşanan bayram havası, medyaya “Gezi Parkı Açıldı” diye yansıdı. Günlerce süren mücadele, İstanbul’un ortasını İstanbullu’ya açtı adeta. Bu aynı zamanda mekânın bir mana kazanarak insana açılmasıydı.
Gezi Parkı eylemcileri insanın doğaya, sermayenin şehre hâkim düzenine, sâkin sâkin kast ediyordu önce. Onların zararsız, ziyansız, şenlikli eylemi aynı zamanda, başka bir dünyanın imkânına doğru bir niyet taşıyordu. Nasıl ki Tahrir’de başlayan bahar, meydanı dönüştürmüş, berberiyle mescidiyle yeni bir biraradalık inşa etmişti, Tahrir’liler böylece meydanı kendilerine mâl ettiler, Taksim Meydanı da gelinen noktada öyle. Nasıl ki Wall Street İşgali, kapitalizmin doruğunda bir ateş yakıp yeni eyleme biçimleriyle bir itirazı gündeme taşımayı başardı, Gezi Şenliği de fütursuz işleyişe somut değil ama dağınık itirazların meskeni şimdi. Nasıl ki Gezi Parkı, mütevazı otel-önü-iftarlarıyla hem şatafata ve sermayenin dolaşımına bir kasıt, hem de adil bir paylaşımın imkânına doğru bir niyet (yönelim) taşıyordu, şimdi o mekansallığa kocaman bir tuğla daha koyuldu. Bütün bu örnekler, hatasıyla kusuruyla mekânı, reklamlar, semboller ve tüketim yığınağından sıyırıp kendimize mâl etmenin izlerini taşıyor.