Kuran’dan Notlar – Dini Çimento Olarak Kullanma
“(İbrahim onlara) dedi ki: “Siz, sırf aranızdaki dünya hayatında muhabbet oluşsun diye Allah’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü (geldiğinde) ise, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi lanetleyecektir. Varacağınız yer cehennemdir. Ve hiç yardımcınız da yoktur.” Ankebut suresi 25. ayet
Bir süredir Kuran’a göre dinlerin nasıl tahrif edildiğini inceliyoruz. Bunu yaparken de Kuran’ın nasıl tefsir edilmesi gerektiğini tartışıyoruz.
Şimdiye kadar şunları söyledik. Kuran sadece bir inanç kaynağı değildir. O aynı zamanda doğaya, tarihe ve metafiziğe dair bilgiler de verir. Fakat bu bilgiyi bir filozof ya da bilim insanı gibi sunmaz Kuran. Kuran bu bilgiyi edebi bir üslup izleyerek verir.
Kuran edebiyatının çözümlenmesi yapılmadığı sürece Kuran sanki mitolojik bilince sahipmiş gibi görünür. Haliyle böylece okunan bir Kuran’dan bilgi edinemeyiz, iman kör bir inanca döner. Fakat edebiyat çözümlemesi yapmaya başladığımızda ve bu edebiyat çözümlemesini seküler bilimlerin verileriyle iç içe soktuğumuzda Kuran bir anda bizlere dünyanın bilgisini sunan bir bilgelik kaynağına döner.
Kuran’ın kendisi de bu edebiyat çözümlemesini ve kendi ayetlerinin seküler bilgiyle harmanlanması gerektiğini söyler. Örneğin Kamer Suresi boyunca Allah “biz bu Kuran’ı alabildiğine kolaylaştırılmış bir surette indirdik ki üzerinde tefekkür edebilesiniz. Oysa Kuran’ı düşünen mi var?” der. Ve yine başka pek çok surede “dönün de inkarcıların sonu nasıl olmuş görün diye eski kavimleri inceleyin” der.
Fakat ne yazık ki biz ilahiyat disiplinimiz içinde Kuran tefsirini seküler bilimlerden koparmış durumdayız. Ve Kuran tefsirini gramer incelemesine indirgemiş durumdayız. Biraz daha aklı selim düşünenler ise gramer incelemesine indirgenmiş bir Kuran çağımızın bilgi birikimiyle çeliştiği için Kuran’ı tarihselleştirmek zorunda kaldılar. Yani “Kuran yedinci asra ne söylüyor, ona bakalım” dediler. Haliyle tarihselleşmiş bir Kuran’da çağımıza canlı kanlı hitap edemez hale geldi.
Oysa Kuran’ı doğru okuyacaksak o her şeye dair bir misal sunmuştur bizlere. Mesele bu misallerin hakikatinin ne olduğunu sorgulamaktır.
Her şeye dair bir misal sunmuş Kuran bizlere İslam dahil tüm dinlerin nasıl tahrif edilebildiğinin bilgisini de sunmuştur. Marx ve Nietzsche gibi düşünürler hak din-batıl din ayrımı yapmadan dini tek kavram altına alırlar. Ve istisnasız tüm dinlerin bir çeşit uydurma olduğunu söylerler. Oysa Kuran’da ciddi bir incelik vardır. O hak din ile tahrif edilmiş dini birbirinden ayırır. Ve Kuran’daki hak din Marx ve Nietzsche gibi filozofların hakikat ve adalet taleplerini doyurur. Örneğin Kuran’a göre hak dinin hakim olduğu yerde Marx’ın arzu ettiği gibi iktisadi adalet sağlanmış ve Nietzsche’nin arzu ettiği gibi insan potansiyeli kendisini gerçekleştirme imkanı bulmuştur.
Fakat Kuran seküler filozofların taleplerini doyururken onlardan daha incelikli bir düşünceye de sahiptir. Zira bu filozoflar için din tek boyutlu bir şey iken, Kuran’a göre din iki boyutta incelenmek zorundadır. Yani bir hak din vardır bir de tahrif edilmiş din.
Şimdi yukarıdaki ayetlere bakın. Oldukça yalın, sade ve mücerret bir ifadedir yukarıdaki ayet. Ve insanların aralarında bir muhabbet oluşsun diye putlara taptıklarını oysa ahirette bu dünyada muhabbetle birbirine bağlanan kesimlerin birbirine lanet okuyacağını söyler.
Pek çok modern müfessirin de fark ettiği üzere Kuran’a göre put sadece önünde diz çöktüğümüz taştan tahtadan heykeller değildir. Kuran’a göre put bize hakikatin ne olduğunu söylediğini iddia eden ve bize nasıl davranmamız gerektiğini buyuran her ideolojik sistemdir.
Bu ayete göre ‘aramızda muhabbet oluşsun diye put edinmek’ kavramı ise toplumdaki reel çatışmaları adalet zemininde çözme zahmetine katlanmadan bu çatışmaları örtbas etmek üzere bir ideolojiyi kullanmak anlamına gelir.
Örneğin zengin-fakir çatışmasının olduğu ve fakirin sömürüldüğü bir toplumda “hepimiz Müslümanız. Kardeşiz. Kavga etmeyelim. Allah böyle takdir etmiş. Bu hiyerarşiyi kabul edelim. ” düşüncesi üzerinden inşa edilmiş bir din tahrif edilmiş bir dindir. Kuran’a göre tahrif edilmemiş hak bir din ise zekatın kurumsallaştığı ve Haşr Suresi 7. Ayetin işaret ettiği üzere refahın sadece bir kesim arasında dolaşan bir talih olmaktan çıktığı ve herkesin refahtan pay aldığı bir toplumdur.
Yani yukarıdaki ayete göre zenginlik, etnisite, cinsiyet gibi sahalardaki toplumsal çatışmaları adalet zemininde çözmeden dini bu kesimler arasında bir sevgi bağı oluştursun, din toplumsal kesimleri birbirine bağlayan bir çimento olsun diye dini işlevselleştirmek dini tahrif etmekten ibarettir.
Bu ayetin anlamını böylece tespit ederek dünya tarihine baktığımızda, dinin, gerek Roma’da, gerek Çin’de, gerek İslam dünyasında, gerekse de Osmanlı toplumunda ve günümüz Türkiye’sinde pek çok defalar toplumsal kesimler arası reel çatışmaları maskelemek üzere bir çimento olarak kullanıldığı durumları bulabiliyoruz. Örneğin Kürt sorununu adalet zemininde bir çözüme kavuşturmadan “hepimiz Müslümanız. Fitne çıkarmayalım” diyerek Kürtlerin hak taleplerini gayrimeşru ilan eden bir İslam anlayışının yukarıdaki ayetin kapsamına girdiğini söyleyebiliyoruz.
Öne çıkan görsel: Brudel, İsa ve Zâniye