Derkenar- Alev Erkilet
Emek ve Adalet Platformu olarak Cem Somel’in Temmuz 2020’de yayınlanan “sosyal eşitlik mücadelesinde çözüp aşmak gereken bazı sorunları tartışmaya arz ettiği” yazısını gelen katkılarla birlikte yeni ufuklar açması temennisiyle dosyalaştırdık.
Tartışmaya gelen katkıların tümüne bu linkten ulaşabilirsiniz.
Tartışmayı sürdürmeye Prof. Dr. Alev Erkilet’in İslam düşünürlerinin eşitlik fikrine dair görüşlerinin sosyolojik çerçevelendirmesiyle devam ediyoruz.
Cem Somel hocanın eşitsizlik üzerine kaleme aldığı yazıya eşlik eden, onunla söyleşen bir yazı yazmam talep edildiğinde, ilk aklıma gelen -kendisinin eşitsizlik literatürünü yalnızca sol literatür ve eşitsizliğe karşı mücadeleleri de solun siyasi tarihi üzerinden kurgulaması nedeniyle- konuya Müslüman düşünürlerden hareketle bazı katkılar yapmak oldu. Onun için önce tabakalaşma ve sınıflaşmanın sosyolojik tanımlarına değinmek, bilahare İslami bir sosyolojik yaklaşımın ve onun dolayımıyla İslami hareketlerin ortaya koydukları üzerinden devam etmek yararlı olacaktır. Eşitsizlik, bizim daha ziyade tabakalaşma olarak adlandırdığımız daha geniş bir literatürün parçasıdır. Tabakalaşmayı toplumun gelir, servet, güç ve saygınlık dağılımından eşit paylar almayan tabakalar halinde kademelenmesi şeklinde tanımlıyoruz. Ve bu tanımın da içerdiği üzere, ekonomik, politik ve mesleki tabakalaşma tiplerinden bahsediyoruz. Ekonomik olan toplumun gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliklere gönderme yapıyor, yani zengin ve yoksul ayrımına. Politik olan güç dağılımındaki eşitsizliklere yani yöneten-yönetilen ayrımına. Mesleki olan ise, itibarın dağılımındaki eşitsizliklere. Bazı işlerin toplumda diğerlerine göre daha saygın kabul edilmesi bu bağlamda değerlendirilebilir. Sınıflaşmayı ise bu tabakalaşma hatlarının çakışması, üst üste binmesi nedeniyle bir grubun hem gelir ve serveti, hem gücü hem de saygınlığı elinde bulundurması halinde söz konusu ediyoruz. Dahası bu eşitsizlikler cinsiyet, ırk, etnisite temelinde katmerlenmekte ve sınıf, eşitsizliğin tek kaynağı olarak görülememektedir.
Bu üçlü ayrıma dair Ali Şeriati’nin çok besleyici değerlendirmelerini hatırlamak güzel olur. Şeriati’ye göre, eşitsizlik meselesi aynı zamanda şirkle ilgili bir meseledir. Kendisi eşitsizliği bir yandan tarih felsefesinin bir parçası hatta ana ekseni olarak bir yandan da Haccın fenomenolojisini yaparken analizine katmaktadır. Şunu kast ediyorum: Şeriati’ye göre Hac’da üç putu taşlamanın nedeni ve sembolik anlamı onların toplumdaki üç sömürü odağını temsil etmekte oluşlarıdır. Bunlar zulmün ve siyasal erkin sembolü Firavun’u, ekonomik erkin, sermaye ve kapitalizmin sembolü Karun’u ve nihayet düzenin koruyucusu olan din adamlarının (Şeriati onlara düzen bekçisi mollalar diyordu) sembolü olan Belam’ı temsil ederler. Bunlar sömürünün sembolü olmakla kalmazlar, aynı zamanda insanları Allah ile meşgul olmaktan da uzaklaştırırlar. Dahası Belam simgesi dinin bir afyon olarak kurgulanmasına da işaret eder. Oysa Şeriati’ye göre egemenlik, mülk ve din Allah’ındır. Tevhit ilkesinin gereği olarak bu üç putu taşlarken aynı zamanda Allah’ın hiyerarşileri yıkan eşitlikçi düzeninin inşası için de çaba göstermek gerekir.
Batı sosyolojisi dinin Belam’ın şahsında somutlaştırılan düzen koruyucu afyon işlevini görmüş ama Şeriati’nin de dediği gibi ‘dinin dini dünya görüşü’ ile ‘şirkin dini dünya görüşünü’ birbirinden ayıramamıştır. Oysa tarih bu ikisinin savaşının tarihidir. Dinin karşısında dinsizliğin değil her zaman bir başka dinin olduğu da Şeriati’nin ilgi çekici önermelerinden bir diğeridir. Onun İslambilim kitabındaki özlü deyişiyle söyleyecek olursak “tevhidin tarih boyunca insanlık içindeki sınıf tefrikasını, soy tefrikasını, ahlaki ve soysal değerler tefrikasını ve esas olarak genel anlamda sınıf ve grup şirkini ezen bir hareket olduğu anlaşılır”. Şeriati’ye göre bunun nedeni, tevhidi olan düzenin eşitlikçi, hiyerarşileri ezen bir yapı arz etmesidir. Kendisi bu bağlamda simge Müslümanlar üzerinden eşitliğin İslam’daki rolünü tekrar tekrar vurgulamıştır. İslam Nedir Muhammed Kimdir, Kadın (Fatıma Fatımadır), Ebuzer kitaplarında olduğu gibi. Ve bu düşünceler 1979 İran İslam devriminin iki ana ayağından birini oluşturmuştur. Kapitalizmin oluşturduğu küresel eşitsizliklere karşı direnişlerin bir örneği olarak İran devriminin de Çin, Rus, Küba devrimleri yanında anılması ve anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Dahası, eşitsizliklerle hesaplaşma bağlamında çağdaş İslam düşünce geleneğinde de –mesela Aliya İzzetbegoviç’inki gibi, Ziyaüddin Serdar’ınki gibi- yorum ve uygulamalar olduğunu görüyoruz. Bunlar aynı zamanda bir dine karşı din tartışması, içtihat tartışması ve sosyal bilimsel alternatifler tartışması da içeriyorlar ki, bana kalırsa bu boyutlarıyla da en az diğerleri kadar önemliler. Ve elbette onlar gibi eleştirel bir perspektiften analiz edilmeli ve mutlaklaştırılmadan, ideallerle gerçekler arasındaki farklar gözden kaçırılmadan bugüne ve geleceğe dair ne söyledikleri üzerinde durulmalıdır.