CHP Programı Üzerine
CHP 5-6 Eylülde kurultay yapacak.
Kimi çevreler CHP yönetiminin seksen yıllık sert ulusçu – milliyetçi – din düşmanı çizgisinden uzaklaşma belirtilerinden ümide kapılarak sosyal demokrat bir partiye dönüşmesini bekliyor.
CHP sosyal demokrat bir partiye dönüşebilir mi?
Bir partiyi tanımanın yöntemlerinden biri, parti programını okumaktır. Parti programı, o siyasî örgütün topluma vaatlerinin, niyetlerinin, felsefesinin, dünya görüşünün beyanıdır. Burada CHP Programının sosyo-ekonomik politikaya ilişkin paragraflarını inceleyerek CHP’nin karakteri hakkında hüküm vermeye çalışacağız.
ÇAĞDAŞLIK MESELESİ
Cumhuriyet Halk Partisi Programının başlığı “Çağdaş Türkiye için değişim”. Programda çağ ve çağdaş kavramları tanımlanmamıştır. Bildiğimiz kadar çağdaş, çağına uygun, çağıyla uyumlu manasına gelir. Dünya tarihinde 1848-1980 bir çağ idi; 1980’den sonrası başka bir çağ oldu.
1980 sonrası çağı nasıl tasvir edebiliriz?
(1) Çağımızda kapitalist âlemde devletler önceki çağa kıyasla mülk sahibi sınıfların daha sıkı kontrolü altına girmiştir; daha küçük zümrelere hizmet etmektedir.
(2) Çağımızda gücü yeten devletler, firmalarının daha zayıf devletlerin ülkelerinde doğal kaynakları, düşük ücretle çalışan işgücü kullanabilmesi ve piyasalarına ulaşabilmesi için zayıf devletlere tahakküm etmekte, müdahale etmektedir.
(3) Çağımızda mülk sahibi sınıfları temsil eden devletler ülkelerinde yeni yeni kurumsal düzenlemelerle emekçilerin hâsıladan payını azaltmaktadır. Bu yolda alt işveren uygulaması gibi çeşitli esnek istihdam şekillerini yaygınlaştırarak işçileri sendika korumasından mahrum etmekte; sosyal güvenlik kurumlarını kendi malî kaynaklarına terk ederek emekçilerin emekli olmasını zorlaştırmakta; kamu hizmetlerini özelleştirerek emekçilerin kamu kaynaklarından yararlandığı payı azaltmakta; ülkeler arası ticareti serbestleştirerek işçileri ucuza ve çok çalışma rekabetine sokmaktadır.
(4) Çağımızda devletler sermayedarların ülkesi dışında doğrudan yatırım yapma ve üretim yaptırma alanını genişleterek firmalara, hem devlete karşı hem de işçilere karşı şantaj yapma imkânı vermektedir. Firmalar örneğin kurumlar vergi oranını artırmak isteyen devlete, veya ücrette veya çalışma şartlarına iyileşme talep eden işçilere, üretimini başka ülkeye taşıma tehdidinde bulunabilmektedir.
(5) Çağımızda merkez ülkelerindeki nüfusun tükettiği malların birçoğu, çevre ülkelerinde ucuz işgücü çalıştırarak ve doğayı tahrip ederek üretilmektedir.
Çağın özellikleri budur. Acaba CHP’nin program sloganı (Türkiye’yi çağdaşlaştırmak için değiştirme vaadi) bütün bu süreçleri Türkiye’de gerçekleştirmek, tekemmül ettirmek ve hızlandırmak anlamına mı geliyor? Programın ayrıntısında ne var?
REKABET VE VERİMLİLİK
Programın iktisat ve sosyal politikalarla ilgili kısımlarında, rekabet kavramı ve rekabet gücünü artırma kararlılığı defalarca tekrarlanmaktadır (143., 145., 147., 149, 150., 157., 158., 178., 185., 190., 191., 192, 194., 207. sayfalar).
Kapitalist toplumlarda rekabet, yoksulluğun ve sosyal eşitsizliğin gerekçesi olarak kullanılan bir kavramdır. Yoksulluğun sebebi, rekabet gücü eksikliğidir.
Rekabet gücü kazanmak, firmalar için işçileri boğaz tokluğuna çalıştırmanın ve doğayı tahrip etmenin gerekçesidir.
Programına bakılırsa, CHP rekabetin faziletine inanmaktadır.
Program firmaların rekabet gücünü artırmak için, işgücünün verimini artırmayı hedeflemektedir (bu hedef 143., 144., 148., 157., 162. sayfalarda tekrarlanmaktadır).
İşgücünün verimi nasıl artırılır? İşgücünün verimi, çalışan kişi başına yaratılan katma değerdir (kâr, ücret, faiz, kira geliri ve dolaylı vergi). Bir işletmede satış hâsılatından başka firmalardan satın aldığı mal ve hizmetlerin değerini çıkardığımızda, kalan meblağ o firmada yaratılan kâr, ücret, faiz, kira gelirleri ve devletin aldığı dolaylı vergiler toplamıdır. Bu rakamı işçi sayısına bölünce işgücünün verimi bulunur.
İşgücünün verimi kısmen ürünün fiyatına, kısmen fiziksel üretim miktarına bağlıdır.
Bir işletmede, başka firmalardan satın aldığı mal ve hizmetlerin değeri veri iken, işletmede üretilen ürünün birim satış fiyatı ne kadar yüksekse işgücünün verimi o kadar yüksek çıkar. Firmanın kendi inisyatifiyle ürün birim fiyatını artırarak verimini artırabilmesi için tekelleşmesi gerekir. Yani rakiplerini azaltması, mümkünse rakiplerini yok etmesi gerekir.
CHP Programı ise piyasalarda rekabeti destekleyeceğini vaad etmektedir. 147. sayfada “Tekelleşmenin tüketiciler ve sektörler üzerindeki olumsuz etkileri ortadan kaldırılacak: …tekellerin oluşmasına, piyasalarda hakim durumun kötüye kullanılmasına engel olunacaktır…” derken, verim artışını sağlayan bir kapıyı kapatmış olmaktadır. Aynı CHP Programı, bilgi toplumu, ileri teknoloji, genetik, nanoteknoloji vs. vs. üzerine kurduğu cümlelerle, firmaların patentle ve lisanslı üretimle tekelleşmesiyle işgücü verimini artırmaya ümit bağlamış görünmektedir.
İşgücünün verimi, kısmen işçi başına yapılan fiziksel üretime bağlıdır: her işçi günde ne kadar çok mal veya hizmet üretirse o işletmede işgücünün verimi o kadar yüksek olur. İşçinin belirli bir zaman zarfında ürettiği mal ve hizmet miktarı da iki etkene bağlıdır: işçinin mesai süresine ve çalışma temposuna; ve kullandığı üretim araçlarının niteliğine.
İşçinin fiziksel üretimini artırmanın ucuz yöntemi, işçinin günlük ve haftalık mesaisini uzatmak; gün içinde dinlenme sürelerini kısaltmak ve işçiyi daha hızlı tempoda çalıştırmaktır. CHP Programı işgücü verimini artırmanın bu yöntemine değinmemektedir. Ama verimi artırma yöntemlerinden biri budur.
İşçinin fiziksel üretimini artırmanın diğer (masraflı) yöntemi, işçinin eline daha mütekâmil üretim araçları vermektir. Daha “gelişmiş” üretim aracı kullanan işçi, belirli bir zaman zarfında daha çok mal veya hizmet üretebilir. Ancak bu üretim araçlarını firmanın satın alması gerekir. Yatırım yapması gerekir.
Ülke çapında üretim araçları stokunu artırmanın ve yenilemenin göstergesi, sabit sermaye yatırımlarıdır. CHP programı 145. sayfada “yerli ve yabancı girişimciler için uygun yatırım ortamı sağlanacak” vaadiyle, işgücü verim artışını yatırımı destekleyerek gerçekleştireceğine dair bir ipucu vermektedir.
TASARRUF MESELESİ
Ülkede üretim kapasitesini artıran yatırımlar, işgücünün verimini artıran yatırımlar, ülkede hâsılanın bir kısmının tüketilmemesiyle kalan malları kullanarak gerçekleşir. Hâsılada tüketilmeyen kısım, tasarruftur. Ülkede üretim kapasitesini artıran yatırımlar, işgücünün verimini artıran yatırımlar, ya başka toplumların tasarrufları ile ya da o toplumun tasarrufları ile yapılabilir. Başka toplumların tasarrufları ile yapılan yatırımlar cari işlem açıklarına (dış ticaret açıklarına) sebebiyet verir. Cari işlem açığı veren toplumlar döviz cinsinden başka toplumlara borçlanır.
CHP Programı Türkiye’de “tasarruf yetersizliğine” değinmektedir (148., 149., 160. sayfa). “…borçla finanse edilen tüketim çılgınlığı…” (156. s.) eleştirisiyle de buna değinmektedir. 160. sayfada “Cari açık ve dış borçlanma makul düzeye indirilerek ekonomik ve siyasal bağımsızlığımız önünde tehdit olmaktan çıkarılacaktır. Bu çerçevede, tasarruf oranının artırılması CHP’nin başlıca hedeflerinden biri olacaktır” ifadeleri isabetli bir tespittir ve hedeftir.
Ne var ki muğlaktır. Bu işi ciddîye alan bir program “makul cari açığın” üst sınırını, “makul dış borçlanmanın” üst sınırını ve tasarruf oranının asgari ne olması gerektiğini rakamla beyan etmek gerekir.
Dahası makul cari açığın üst sınırı, ve makul dış borçlanmanın üst sınırı belirtilmiş dahi olsa cümlede mantık sorunu var. Türkiye’nin Haziran 2014 sonu itibariyle dış yükümü (yani yerleşik olmayanların Türkiye’de alacakları, hakları) 653 milyar dolar idi. TCMB rezervi 134 milyar dolar idi. Yükümden rezervi çıkarınca 519 milyar dolar açık kalmaktadır.
Bu borç stokunu “makul bir borç düzeyine” düşürmenin yolu, bir süre cari işlemler fazlası vererek borç ödemektir. Oysa CHP Programı hem cari açığı makul düzeye indirmekten, hem de dış borcu makul düzeye indirmekten bahsediyor. Yani “her yıl daha az borçlanacağız, aynı zamanda borç stokumuz azalacak” diyor. Her yıl daha az borçlanmak, borç stokunu azaltır mı?
CHP Programını yazanlar Türkiye’nin borç stok sorununu çözmeye niyetli olsa, cari işlemler açığını nasıl fazlaya dönüştüreceğini izah ederdi. Cari işlemlerdeki açığın iki unsuru, mal ticaret hesabındaki açık, ve faktör gelirleri (faiz ve kâr transferleri) hesabındaki açıktır. CHP Programını yazanlar bu işi ciddîye olsa, cari işlemler hesabında mal ticaret hesabındaki açığı nasıl fazlaya çevireceğini, ve yurt dışına faiz ile kâr transferlerinin yükünden nasıl kurtulacağımızı izah ederdi.
Bir ülkede yurt içi tasarrufu artırmanın yolu, tüketimi azaltmaktır. Alttaki tablo Türkiye’nin emsali ülkelere kıyasla hâsılasının yüksek bir payını özel tüketimde kullandığını göstermektedir.
2003-2012’de altı ülkede fert başına gayrisafi yurt içi hâsıla ortalaması hanehalkı tüketiminin, kamu tüketiminin, yurt içi tasarrufların gayrisafi yurt içi hâsılaya oran ortalaması (yüzde)
Fert başına gayrisafi yurt içi hâsıla (dolar) | Hane halkı tüketimi oranı | Kamu hizmet tüketimi oranı | Tasarruf oranı | |
Türkiye | 14010 | 71 | 13 | 16 |
Arjantin | … | 65 | 12 | 23 |
Brezilya | 12145 | 60 | 20 | 19 |
Endonezya | 6906 | 60 | 9 | 31 |
Malezya | 18146 | 46 | 12 | 42 |
Tayland | 11154 | 56 | 12 | 32 |
Açıklama: Fert başına gayrisafi yurt içi hâsıla satın alma gücü paritesi ile dolara çevrilmiştir. Kaynak: Dünya Bankası. (28.08.2014)
160. sayfada Program, “Bu çerçevede tasarruf oranının artırılması CHP’nin başlıca hedeflerinden biri olacaktır. Bu doğrultuda;” dedikten sonra 160-163. sayfalarda şu başlıklarla kısa paragraflar sıralanmış: “Ekonomide verimliliği artırıcı önlemlere öncelik verilecek”, “Firmalarımızın yüksek verimlilikte çalışmaları sağlanacak”, “Kamu sektörünün verimliliği esas olacak”, “Kayıt dışılık önlenecek”, “Kaynak israfına son verilecek”, “Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından en üst düzeyde yararlanılacak”, “İstikrarlı bir ekonomik ve siyasi ortam tesis edilecek”, “Mali aracılık sektörü geliştirilecek”, “İthalatta bağımlılık oranı azaltılacak, ihracat desteklenecek”, “İstihdam oranı artırılacak”, “Ülkemizin potansiyeli ile uyumlu insangücü planlaması yapılacaktır” ve “Reel faizler düşürülecek.”
Yurt içi tasarruf oranını artırmak için “doğrudan yabancı yatırımlarından en üst düzeyde yararlanılacak” demek, yurt içi tasarruf oranını artırmak için yabancı tasarruflardan yararlanmaya çalışacağız demektir. Mantıksızlık ortadadır.
Yurt içi tasarruf oranını artırmak için, ekonomide verimliliği artırıcı önlemlere öncelik verilecek, firmaların yüksek verimlilikte çalışmaları sağlanacak, kamu sektörünün verimliliği esas olacak, istikrarlı bir ekonomik ve siyasî ortam tesis edilecek cümleleri, CHP Programını yazanların tasarruf yetmezliğini gelir düşüklüğüne bağladığı, sorunu hâsılayı artırarak çözüleceğini sandığını ortaya koyuyor. Oysa yukarıdaki küçük tabloda fert başına gayri safi yurt içi hâsılanın Türkiye’den daha düşük olduğu Brezilya’da, Endonezya’da, Tayland’da tasarruf oranının daha yüksek olduğu görülüyor.
Tasarruf oranını artırmak için önerilen “ülkemizin potansiyeli ile uyumlu insangücü planlaması yapılacaktır: genç nüfus yapımızın ülkemizin en önemli avantajlarından biri olduğu bilinci korunarak, orta-uzun vadeli etkili bir insan gücü planlaması yapılacak, ailelerin tasarrufa ve yatırıma ayırabilecekleri kaynaklar genişletecektir” tedbirindeki sebep-sonuç ilişkilerini anlamak mümkün değildir.
Malî aracılık sektörünü (bankacılık, sigortacılık sektörünü) geliştirmenin tasarruf oranıyla alâkası yoktur. Dünyada malî aracılığın en gelişmiş olduğu ülke ABD’dir; ABD’nin düşük tasarruf oranı herkesin malumudur. 1960lı, 1970li ve 1980li yıllarda finans sektörünü devletin sımsıkı kontrol altında tuttuğu Japonya’da, Güney Kore’de, Tayvan’da tasarruf oranları diğer ülkelerdekinden yüksekti.
CHP Programında yurt içi tasarruf oranını artıracak tebdirler meyanında “Kaynak israfına son verilecek” başlığı ilk bakışta ümit veriyor. Ancak CHP Programında bu başlık altında yazılan şudur: “Kaynak israfına son verilecek: Piyasa disiplininin güçlendirilmesi ve kamu-özel sektör işbirliğiyle oluşturulacak “Kamu bilgi sistemi” yoluyla kıt kaynaklarımızın düşük verimlilik alanlarına “yığılarak” atıl kapasite oluşması engellenecektir.”
Türkiye’de hangi kaynak kıttır? Kaynak kelimesiyle ne kastedilmektedir? Neye kıyasla kıttır? İşgücü ve sermaye düşük verimli sektörlerde kullanmak ne şekilde atıl kapasiteye yol açar?
Halka hitabeden bir parti programına iktisat ders kitaplarından basmakalıp cümleler aktarmak yakışır mı? Çift tırnaklı terimler, cümlenin tercüme olduğu intibaı vermektedir. Yazanların bu kavramlara inanmadığını da akla getirmektedir. Böyle cümleler olsa olsa “nasıl olsa kimse okumaz, okusa da sorgulamaz” rahatlığı ile yazılır, ve parti kurultaylarında kabul edilir.
Dobra konuşalım: Türkiye gibi orta gelirli bir ülkede hane halkı tüketiminin gayrisafi yurt içi hâsılaya oranı yüzde 70lerde seyrediyorsa, bunun sebebi yüksek gelirli sınıfın yüksek tüketim oranıdır (Programın ifadesiyle “tüketim çılgınlığı”dır). Böyle bir ülkede tasarruf oranını artırmanın çaresi, yüksek gelirli sınıfın tüketimini kısıtlayan tedbirler almaktır. Bu tedbirlerin başlıcaları lüks mallarda dolaylı vergi oranlarını yüksek tutmak, lüks mal ithalatını gümrük politikası ile caydırmak, lüks harcamalar için tüketici kredilerini kısıtlamaktır. Güney Kore’deki gibi, yüksek tüketim harcaması yapanları yoğun vergi denetimi ile bundan caydırmaktır. Bu politikaların kime dokunacağı, kime dokunmayacağı bellidir.
CHP bunu kaldırır mı?
SERMAYE HAREKETLERİ MESELESİ
Birçok araştırma, tüketimi kışkırtıp tasarruf oranını azaltan bir etkenin ithal mallarda ucuzluğun ve bolluğun olduğunu saptamaktadır. [1]
İthal mallarda ucuzluk kurun ülkede fiyat artışlarıyla orantılı artmamasından kaynaklanır. Bizim gibi orta gelirli çevre ülkelerinde kurun yerli fiyatlarla aynı oranda artmasını önleyen, yabancı tasarrufların ülkeye portföy yatırımı, banka kredisi ve mevduat şeklinde girmesidir. O hâlde CHP’nin “ekonomik ve siyasal bağımsızlığımızı tehdit ettiğini” ikrar ettiği cari açığın sebeplerinden biri, ülkeler arası finansal işlemlere tanınan serbestidir; ülkeler arası sermaye hareketleridir. Bu konuda CHP Programının duruşu nedir?
CHP Programında sermaye hareketleri konusunda en somut cümleler şunlardır (183. s.) “Küreselleşme süreciyle birlikte ekonomik güç, uluslararası şirketler, bankalar, ve fonlarda yoğunlaşmıştır. Küreselleşme, sermaye ve malların serbest dolaşımı ile sınırlı kalmış, emeğin serbest dolaşımının gerçekleşmemesi ise emeğin sömürülmesine uygun bir zemin hazırlamıştır. Küreselleşme ile birlikte ulusal ve küresel ölçekte yeterli bir düzenleyici çerçevenin getirilmemiş olması spekülatif sermaye hareketlerinin hızla artmasına ve ülke ekonomilerinin istikrarsızlığa sürüklenmesine yol açmıştır. Türkiye hem dünyaya açık, hem de ulusal üretim ekonomisinin önünü açan politikalarla, küreselleşmenin olumsuzluklarından korunacaktır.” Nasıl korunacak? CHP Programı bir tedbir zikretmektedir: “Ekonomimizin ‘spekülatif, yabancı sıcak paraya’ olan bağımlılığının aşılması sağlanacak: Bu suretle özellikle küresel risk algılamasının azaldığı ve sermaye akışının hızla arttığı dönemlerde, yabancı ve yerli para ile borçlanma maliyetlerinde yabancı para ile borçlanma lehine oluşan makas, getirilecek dinamik karşılık ayırma yöntemiyle daraltılacaktır. Söz konusu karşılıklardan oluşan fon likiditenin kuruduğu ve ekonominin daralma evresine girdiği dönemlerde reel sektör dış borçlarının çevrimini kolaylaştıracak şekilde kullandırılacaktır. Döviz geliri olamayan şirketlerin dövizle borçlanmalarına daha sıkı sınırlamalar getirilecektir” (165. s.).
CHP programı, sermaye hareketlerini caydıran bir tedbir zikretmektedir ve bunu zikretmesi olumludur. Kastedilen, yabancıların Türkiye’de bankalara mevduat koyduğunda bankaları bu mevduata daha yüksek nakit karşılık tutmaya mecbur etmektir. Banka yabancıların mevduatından, başkasına kredi veremediği pay veya tahvil satın alamadığı payı devlet artırınca banka o mevduattan daha az kazanç sağladığı için mecburen yabancı mevduat sahiplerine daha az faiz ödeyebilecektir. Bu da yabancıların Türkiye’de bankalara mevduat koyma arzusunu azaltacaktır.
Programı yazanlar yurt dışından kredi kullanan bankaları da daha çok nakit karşılık tutmaya mecbur etmeyi tasarlamış olabilir. Bu da bankaların yurt dışından kredi kullanmasının maliyetini artırır. Kredi girişini kısıtlar.
Ancak Programı yazanlar yukarıdaki politikayı “Merkez Bankası’nın bağımsızlığına sahip çıkılacak” taahhüdüyle (164. s.) nasıl bağdaştırmaktadır? Bankaların karşılıklarını saptayan merkez bankası değil midir? Bu taahhütler birbirini tutmamaktadır.
Kaldı ki ekonomilerde istikrarsızlığa yol açan yabancı parasal tasarruf girişi bankaların yurt dışından kredi ve mevduat almasından ibaret değildir. Yabancıların ekonomide istikrarsızlığa yol açan işlemleri arasında portföy yatırımları da vardır. Yani ülkemizde yerleşik olmayanların Türkiye’de borsada hisse, tahvil, bono satın alıp satması da döviz arzında ve talebinde istikrarsızlık kaynağıdır.
Ayrıca, istikrarsızlığa yol açan finansal işlem sadece yurt dışında yerleşiklerin ülkemizde finansal varlık edinerek Türkiye’nin yükümlerini artırması değildir. Sorunun başka bir boyutu yerleşiklerin döviz varlığı edinmesidir.
2014 Haziran sonunda yerleşik olmayanların Türkiye’de varlıkları 653 milyar dolar, yerleşiklerin döviz varlıkları 96 milyar dolar, merkez bankasının rezervi 134 milyar dolar idi. Türkiye’de birikmiş dış yükümler olan 653 milyar dolardan 423 milyarı yıllar boyu ithalat fazlasını ve faiz, kâr vs. ödeyerek harcanmıştır. 96 milyarını da yerleşikler yurtta ve yurt dışında hesaplarına koymuştur. Bir döviz buhranında merkez bankası hem ithalatta tükettiğimiz 423 milyar doların, hem de yerleşiklerin özel servetlerinde istiflediği 96 milyarın hesabını görmek zorunda kalacaktır. Devlet IMF’den borçlanarak egemen sınıfın borçlanıp servetine eklediği bu meblağı da vergi gelirlerinden ödeyecektir.
Görülüyor ki, CHP Programında 165. sayfada zikrettiği karşılık politikası ve döviz kazanmayan firmaların dış borçlanmasına kısıtlama getirmesi olumlu olmakla beraber, ülkeler arası sermaye hareketleri sorununa ucundan dokunmaktadır. Sermaye hareketlerini sorun olarak gören bir partinin programında bu konu böyle bir paragrafla geçiştirilmez.
Neden parti programı konuya ucundan değinmektedir? Parti Programı CHP iktidarında kurulacak yeni ekonomik düzenin “dünyaya açık” olacağını beyan etmektedir (143. s.).
Programda “Cumhuriyet Halk Partisinin “ekonomik bağımsızlık” anlayışı, kendi içine dönük, dışa kapalı bir ekonomi değildir. CHP ekonomik bağımsızlığın daha iyi korunabilmesi için, ekonomimizin rekabet gücünün yükseltilmesini, dış ekonomik ilişkilerin kararlı bir şekilde ve çok yönlü olarak geliştirilmesini öngörmektedir” (185-186. sayfa) cümlelerinden CHPnin döviz alma, satma, biriktirme, yurt dışında servet varlıkları biriktirme hürriyetinin özüne dokunmaya niyetli olmadığı anlaşılmaktadır. “İçine dönük, dışa kapalı ekonomi” terimi, liberal iktisatçıların ülkenin dış ticaretini ve sermaye hareketlerini denetlemeye çalışan devletler için kullandığı bir aşağılama ifadesidir. CHP Programı bu anlayıştadır.
1997-1998 Doğu Asya Buhranından sonra birçok Asya ve Latin Amerika devleti ülkesine yabancı tasarruf girişini çıkışını ve yerleşiklerin tasarruf çıkışını kısıtlamaya başladı. Bu devletler yabancıların finansal işlemlerine vergi koyarak, bunların finans gelirlerine vergi koyarak, yabancıların ülkelerinde bazı finansal varlık edinmesini yasaklayarak, yerleşiklerin döviz varlığı edinmesini sınırlayarak veya yasaklayarak; bankaların dışarıdan borçlanmasını sınırlayarak veya yasaklayarak, yabancıların ülkede bir varlık edinmesinden itibaren asgari bir üsre tutmasını şart koşarak… yabancı tasarruf girişini çıkışını kontrol altına aldı.
Uluslararası Para Fonu dahi Doğu Asya Buhranından, 2001de Arjantin’in ve Türkiye’nin acı tecrübelerinden sonra bu tedbirlerin gereğini kabul etti; devletlerin sermaye hareketlerini kısıtlama tedbirleri almasına karşı duruşunu değiştirdi.
CHP Programında Türkiye ekonomisinin en önemli problemlerinden biri olan dış borç ve borçlanma konusunda, sadece iki politika âletini zikretmekle yetinmesi bu alanda çekingenliğinin işaretidir.
TİCARET POLİTİKASI
Ucuz ithal mal bolluğu tüketimi teşvik etmekte, tasarrufu caydırmakta, dış borç birikmesine yol açmaktadır. Ucuz ithal mal bolluğuna zemin yaratan etkenlerden biri dış ticaret politikasıdır. Döviz kuru ithal malları ucuzlatsa da, ülkede ithal mal arzını kotalarla sınırlandırmak ve ithal malların fiyatlarını gümrük vergi politikası ile artırmak mümkündür. Bu suretle düşük tasarruf – dış ticaret açığı – dış borç sarmalından kurtulunabilir.
Türkiye Cumhuriyeti sanayi ürünleri ticaretinde AB ile serbest ticareti benimsediği gibi, üçüncü ülkelerle ticaretinde AB’nin Topluluk Ortak Tarifesini (gümrük politikasını) kabul etmiş ve AB’nin dış ticarette uyguladığı diğer mevzuata “yaklaşmayı” taahhüt etmiştir. Türkiye AB üyesi olmadığından (özellikle sanayi ürünlerinde), AB’den ve başka ülkelerden ithalatını etkileyen gümrük vergi politikasında hiç bir yetkisi, etkisi ve dahli yoktur.
Türkiye Cumhuriyetinin AB ile gümrük birliği anlaşması, Osmanlı Devletinin 1838’den itibaren 19. yüzyılda mecburiyet altında imzaladığı bütün ticaret antlaşmalarına kıyasla, egemenlikten verilmiş daha büyük bir tavizdir. 1838 ve takip eden antlaşmalarda Osmanlı Devleti diğer devletlere, Osmanlı gümrük vergilerini onlarla birlikte saptayıp, birlikte değiştirmeyi kabul etmişti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, bağımsızlıkla, egemenlikle, ulusal ekonomi mefhumu ile hiç bir teville bağdaştırılamayacak bu gümrük birliği antlaşmasına tavrı nedir? Okuyalım:
“CHP başından beri Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefi, Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaşlaşma devriminin, modernleşme vizyonunun doğal uzantısı olan bir toplumsal değişim projesidir… CHP Türkiye’ye diğer ülkelerden faklı, özel bir statü verilmesini kabul etmez” (124. s.) “AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret antlaşmalarının, eş zamanlı olarak Türkiye ile söz konusu üçüncü ülkeler arasında da paralel anlaşmaya dönüşmesini hedef alır” (125.s.).
Ama “Bazı AB ülkelerinin coğrafi veya kültürel farklılıklar gibi nedenlerle Türkiye’yi tam üyelikten dışlamayı ve Türkiye’ye özel bir statü vermeyi öngören politikalarının AB’nin resmi görüşü haline dönüştürülmesi halinde, başta Gümrük Birliği olmak üzere, mevcut taahhütlerimiz gözden geçirilerek, ülkemizin çıkarlarının gerektirdiği adımlar kararlılıkla atılacaktır” (125. s.).
Demek ki, CHP bizim AB ile gümrük birliğimizi Türkiye ekonomisinin ihtiyacı olarak görmemekte, Türkiye’nin tam üyeliğe kabulü müzakerelerinde AB’ye karşı bir pazarlık kozu olarak görmektedir.
AB’nin Türkiye’ye tam üyelik statüsü verme ihtimali çok düşüktür. AB’yi yöneten organların tam üyelik statüsü vermeme kararını açıkça beyan etme ihtimali, daha da azdır. Demektir ki CHP iktidarında AB ile üyelik müzakereleri yirmi yıl, otuz yıl yılan hikâyesine dönerken gümrük birliğine devam edeceğiz, hatta AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret antlaşmalarını da dış ticaretimizde uygulayacağız.
CHP Programının gümrük birliğine tavrı, “Ekonomide hedefimiz; sıcak para ve ithalatla şişirilmiş sanal büyüme değil, sağlam kaynaklara dayanan üretim, verimliliği ve marka yaratmayı temel alan dış rekabet, sağlıklı ve istikrarlı hızlı büyüme, güçlü ulusal sanayi, adil bölüşümdür” gibi ifadelerindeki ithalat eleştirisini de “sanal” hale getirmektedir.
CHP ithalat serbestisinden yanadır. İthalat serbestisi, Türkiye’de işgücü maliyetlerini dünyanın en başarılı sanayi mamul ihracatçılarındaki (Çin’deki vs.) seviyeye doğru zorlar. Son yıllarda asgarî ücret belirleme komisyonu toplandığında işverenler Çin’deki ve Bulgaristan’daki ücretleri kamu oyuna hatırlatmadı mı?
İthalat serbestisini zımnen de olsa kabul eden bir partinin programında sosyal adalet, paylaşım, çalışma şartlarını iyileştirme, sosyal refah devleti konularında yazdığı sayfalarca taahhüt, gerçekleştiremeyeceği boş vaadlerden ibarettir.
CHP Programını yazanlar, ülke ekonomisi kapitalist dünya sistemiyle bütünleşme sürecinde ilerlerken, CHP iktidarının bölüşüm ilişkilerimizi kapitalist dünya sisteminin etkilerinden yalıtabileceğini sanmaktadır; veya sanır görünmektedir.
ULUSAL EKONOMİ MESELESİ
Herhangi bir şeyin ulusal olabilmesi için ortada bir ulus olmak gerekir. Ulus her şeyden önce asgarî menfaat bağlarıyla birbirlerine bağlı insanlardır. CHP’nin öykündüğü çağımızda, eskiden kalma ulus devletlerinin ulus öğesi kaybolmakta, geriye sadece devletler kalmaktadır. Bu eğilim Türkiye’de de varittir. 1933-1980 döneminde plansız sonra planlı sanayileşme çabaları, kendine yeten, bütünleşik bir ekonomi inşa etmeyi hedefliyordu. Hâsıla artışıyla beraber yurt içi talebi de artırmak için millî gelir artışı bir ölçüde emekçilerin refahına yansıtılıyordu. 1980li yıllardan bu yana -çağımızda- tüm ülkelerde burjuva sınıfları uluslararası bütünleşirken, kendi emekçileriyle menfaat bağlarını kopardı.
Neticede ulus süratle, somut bir toplumsal gerçek olmaktan çıkmaktadır. Ulus artık burjuvaların emekçilerin düzene ve devlete sadakatini sürdürmek için, ve gereğinde emekçileri ordularda kanını canını feda etmek için sürdürdüğü sembollerden ve anılardan ibarettir.
“Küreselleşmenin sunduğu imkânlardan yararlanmayı” savunan bir partinin programında “ulusal büyüme modeli”, “ulusal ekonomi”, “ulusal refah düzeyi” (157. s.); “ulusal çıkar” (187., 248. s.); “ulusal sanayi” (176. s.); “ulusal finans sistemi” (179. s.); “ulusal sanayi stratejisi” (193. s.); “ulusal enerji”, “ulusal kaynak” (241. s.) ifadelerinde ulusal sıfatı ne ifade etmektedir?
CHP’nin Programında yabancı sermaye yatırımlarına gösterdiği teveccüh, CHP indinde ‘sermayenin milliyeti olmadığı’ kanaatini dermeyan ederken, bütün ulusçu görüntüsünü yerle bir etmektedir. Program, 145. sayfada “yerli ve yabancı girişimciler için uygun yatırım sağlanacak” diye vaadde bulunmakta, 161. sayfada “Doğrudan yabancı yatırımlardan en üst düzeyde yararlanılacak” diyerek vaadi tekrarlamakta, 166. sayfada bir kere daha (okur emin olsun diye!) “Doğrudan yabancı sermaye yatırımları özendirilecek” vurgusunu yapmakta, 185. sayfada bir kere daha “Yabancı sermayeden refah artışına kaynak olarak yararlanılacak” [başlık aynen böyle!] diye yabancı sermayeye teveccühünü teyid etmektedir.
Bu son başlık altında şunu okuyoruz: “Yabancı sermayeden ulusal ekonomide istikrarsızlık kaynağı olarak değil, yaratılacak katma değere ve refaha kaynak olmak yararlanılması için, yabancı sermayenin istikrarsızlığı artırıcı yönlerini kontrol etmeye yönelik yasaklayıcı olmayan özendirici önlemler alınacaktır” (185. sayfa). Cümlenin kuruluşundaki sorunları bir kenara koyalım. CHP Programı yabancı sermaye derken doğrudan yabancı yatırımları kastettiğini varsayalım. CHP doğrudan yabancı yatırımlardan yararlanmak için hangi özendirici önlemleri uygulayacaktır?
Meselâ CHP, Programında dolaylı vergi oranlarını düşürmeyi vaad etmektedir (171. s.). Herhalde bu, doğrudan vergi oranlarını artırmayı gerektirir. Zira Programda Sosyal Refah Devleti başlıklı altıncı bölümde birçok transfer vaad edilmektedir. Bu transferler AKP’nin transferlerini aşacaksa, transfer yapmak için vergi gelirlerini artırmak gerekecektir. Vergileri artırmak (hele doğrudan vergileri artırmak) yabancı sermaye cezbetme gayretiyle bağdaşır mı? Doğrudan yabancı yatırım cezbetmek niyetinde olan CHP, aynen AKP gibi, vergi politikalarını yerli ve yabancı sermayenin talep ve ihtiyaçlarına tabi kılmaktan kaçınabilir mi?
Öte yandan doğrudan yabancı yatırımları etkileyen en önemli etken, ülkede ücretler düzeyidir. Doğrudan yabancı yatırım cezbetmek niyetinde olan CHP’nin sendikalara karşı politikası ve ücret politikası da AKP’ninkinden farklı olamaz.
Yabancı sermayeyi özendirmek için kırtasiyeciliği kaldırmanın, altyapı hizmetleri sunmanın etkisi, yukarıdaki iki etkenin yanında solda sıfırdır. CHP iktidarı Programda yazıldığı şekilde yabancı sermayeyi teşvik edecekse, en önemli araçları ücretler ve vergiler olmak zorundadır.
İŞSİZLİK VE BÖLÜŞÜM
CHP Programı “İstihdam ve gelir güvencesi sağlanacaktır” (59. s.), ve “Hedefimiz hızla büyüyen, tam istihdama yaklaşan, çağdaş çalışma koşullarına sahip, eşit rekabet ortamında gelirini adil paylaşan, küresel ölçekte dinamik rekabet gücüne sahip bir ekonomi; bilgi ekonomisine dönüşen, yaşam kalitesi yükselen, sosyal barış içinde dengeli kalkınan Türkiye’dir” (143. s.) gibi ifadelerle ve sendikal haklar üzerine verdiği teminat ve ıslahat vaadleriyle, Türkiye’de sosyal adaletsizliğin iki temel sebebine dokunmaktadır.
İşçilerin ücret üzerine pazarlık edebilmesi, ücretin seviyesini etkileyebilmesi, (1) işsizlik olmamasına ve (2) işçilerin sendikalarda örgütlü olmasına bağlıdır.
Sendikal haklar kısmen sendikal mevzuat işidir; fakat aynı zamanda işsizlik oranından ve istihdam şekillerinden de etkilenir. Başta süreli sözleşmeli istihdam ve alt işveren sistemi olmak üzere esnek istihdam türleri çalışanların sendikalaşmasını zorlaştırmakta, hatta imkânsız kılmaktadır. Esnek istihdam şekilleri çağın gereğidir; CHP de bu tür istihdamın yayılmasını benimsemiş görünmektedir. Programda esnek istihdama değinilmediği gibi, CHP’li belediyelerde fiilen uygulanmaktadır. Çalışan insanlar sendikaya üye olmak için ve sendikanın faaliyetlerine katılmak için gerekli güveni, maddî olanağı ve iş yeri ortamını bulamadıktan sonra, sendika mevzuatında reformların çalışanlara katkısı sınırlı olur.
CHP Programında “İşsizlik, Türkiye’nin en büyük sorunudur” diye bir tespit mevcuttur (280. sayfa). Program işsizlik oranını yüzde 5’e düşürmeyi ve tam istihdamı hedeflediğini taahhüt etmektedir (281. s.).
İşsizliği kaldırmak üretim kapasitesini artıran yatırımların gayrisafi yurt içi hâsılaya oranını artırmaya bakar. Türkiye’nin 2003-2012 yıllarında yüzde 20 yatırım oran ortalaması, yüzde 30 veya yüzde 35 seviyesinde gerçekleşse idi bugün ülkemizde işsizlik oranı bir hayli daha düşük olabilirdi. Bu oranlar gerçekleştirilmeyecek hedefler değildir; 1990-1999 yıllarında Endonezya’da gayrisafi sabit sermaye yatırımlarının gayrisafi yurt içi hâsılaya oranı ortalama olarak yüzde 27, Malezya’da yüzde 36, Tayland’da yüzde 36 oldu.
Doğu Asya’da kapitalist gelişme tecrübesi göstermektedir ki verim, prodüktivite, inovasyon, ulusal inovasyon sistemleri, bilgi toplumu, marka yaratma, ar-ge, jenerik teknoloji vs. vs., yüksek bir yatırım oranı gerçekleştirilmedikçe, ve devlet, firmaları yurt içi piyasalarda korumadıkça boş laftan ibarettir. Teknoloji sihirli değnek değildir. Eskiyen bir sabit sermaye stoku eğitimle, ar-ge ile yenilenmez. Sabit sermaye yatırımlarıyla yenilenir.
Yatırım oranını artırmanın yöntemi, yurtta ithal malların yerli mallara karşı rekabetini azaltmak ve yurt içi tasarruf oranını artırmaktır. İthal malların yerli mallara karşı rekabetini azaltmak ülkemizde yatırım yapılabilecek alanları artıracaktır. Yurt içi tasarruf oranını artırmak yatırım için gerekli maddî kaynağı ülkede gerçekleştirecektir. Bu tespitler bizi tekrar ithalat politikasına, sermaye hareketlerini kısıtlama meselesine ve lüks tüketimi tahdit etme sorununa getirmektedir.
İşsizliği ortadan kaldırmanın almaşık yöntemi, verim, kâr – zarar hesapları yapmadan kamu kesiminde istihdam yaratmaktır. İşsizliği tasfiye etmeye azmetmiş bir iktidar, verim ve kârlılık hesabına sığmayan, ama refahı artıran hizmet ve mal üretim alanları açmayı bilir. Bunu yapmak zor değildir. Siyasî irade ve dünya görüşü meselesidir.
Ne var ki CHP’nin sosyal adalet anlayışının bir sınırı var. CHP Programında bir cümle, beş asırdır burjuva sınıfların yoksullara bakışını özetlemektedir: “Yoksullukla mücadelede çalışmaktan kaçınma alışkanlığı yaratmamalıdır: Açlık veya yoksullukla mücadele için uygulamaya konacak programların kişilerde çalışmaktan ve sorumluluk üstlenmekten kaçınma alışkanlığı yaratmaması gözönünde tutacaktır.” (274. s.).
Demek ki CHP iktidarının yoksullara, aç insanlara yapacağı yardımların bir şartı var: çalışmaktan kaçınmayacaklar ve sorumluluk üstlenmekten kaçınmayacaklar. Şayet bazı insanlar çalışmaktan kaçınır, sorumluluk üstlenmekten kaçınır ise onlar açlığa ve yoksulluğa müstahaktır. [2]
Programında açlıkla, yoksullukla tembelliği ilişkilendiren parti, sosyal refah devleti kurmaz.
SÜRDÜREBİLİRLİK MESELESİ
CHP Programı 335. sayfada “Çevreye Duyarlılık Çağdaşlıktır” diye bir başlık altında ekolojik dengelerin bozulmasını, doğal çevrenin bozulmasını azaltacak tedbirler anlatmaktadır.
Her şeyden önce başlangıçta belirttiğimiz gibi, çevreye duyarlılık çağdaşlık değildir, çağın özelliği değildir. Çağımızda merkez ülkeleri kendi ülkelerinde doğal çevrelerini korurken, meta zincirleri yoluyla az gelişmiş ülkelerden ithal ettikleri mallarla bu ülkelerin doğal çevresini tahrip etmektedir. Merkez ülkeleri teknolojide, ar-gede, finansta, üretimi planlayıp uzaktan kumanda etmekte uzmanlaşmaya çalışmakta, “bilgi toplumuna” dönüşmeye gayret etmektedir; az gelişmiş toplumlar da doğayı tahrip eden imalât, madencilik, tarım faaliyetlerine odaklanmaktadır.
Birçokları bilgi toplumu kavramından, doğayı tahrip eden imalât, madencilik, tarım faaliyetlerinden kurtuluşu anlamaktadır. Bilgi toplumu kavramı, toplumların doğayı tahrip eden faaliyetleri birbirlerine yıkma yarışının, başka coğrafyalara aktarma mücadelesinin simgesidir. Bu medeniyette “pis işleri” mutlaka birileri yapacaktır. CHP Programını yazanlar Türkiye’yi bilgi toplumuna dönüştürmeyi hayal ederken, zamirlerinde “pis işleri” Arap ülkelerine, Güney Asya’ya, Afrika’ya aktarmayı mı tasarladılar?
Türkiye toplumu, CHP Programı gibi temel ihtiyaçlar ile gereksiz tüketimi ayırt etmezse, ve CHP Programı gibi dünyaya açık piyasa düzeninde (143. s.) ısrar ederse, Anadolu’da ekilebilir alanları buğday üretmeye mi yoksa özel otomobiller için biyolojik yakıt (“biyokütle” 247. s.) üretmeye mi tahsis edildiğini, dünya piyasalarında ekmeklik buğday talebi ile etanol yakıt talebi belirleyecektir.
Nüfus artarken, kişi başına tüketim artarken doğal çevreyi korumanın yolu yoktur. Üretimi artırmak, enerji tüketimini artırmayı gerektirir. İşçi verimini artırmak, işçi başına enerji tüketimini artırmak demektir. Enerji, termik santrallarda, hidroelektrik santrallarda, nükleer santrallarda üretilir. Sonuç havanın zehirlenmesi, ekolojik sistemlerin tahribi ve Anadolu’nun radyoaktif atık çöplüğüne dönüşmesidir.
Her türlü yakıt yakmak, atmosferi bozmaktadır.
Eğer insanoğlu sadece temel ihtiyaçları karşılayan mal ve hizmetleri üretmeye ve bunları adil bir şekilde dağıtmaya yönelmezse, sonuç bütün gezegenin adım adım mahvıdır.
Çevre tahribatı gerçekten azaltılacak ise, tüketimi ve üretimi artırmaya odaklanan ideolojiden sıyrılmak gerekir. Yoksulluk ve sefalet, bölüşümü düzeltip herkesin temel ihtiyaçlarını temin eden bir üretim bileşimi gerçekleştirerek tasfiye edilebilir.
Refah kavramı ideolojiktir. Kapitalizm ortaya çıkıncaya kadar insanlık refahı hayat şartlarının daimî değişimi olarak anlamıyordu.
Devletlerin doğal kaynaklardan, düşük ücretle çalışan işgücünden ve piyasalardan yararlanmak için yürüttüğü barbar savaşların; işçilerin en ağır şartlarda çalıştırılmasının temeli çağdaş refah anlayışıdır. AVMlerin simgelediği, reklâmların şekillendirdiği saadet anlayışıdır.
SONUÇ
Kapitalizmin fikrî mücadelesini verenler, düzenin yarattığı bütün sosyal sorunları (işsizliği, yoksulluğu) iktisadî büyüme ile çözmeyi önermektedir. Bunlara göre işsizliği de yoksulluğu da yok etmenin çaresi hâsılayı artırmaktır. Oysa ki insanlığın beş asırlık tarihi işsizliği de yoksulluğu da bizzathi sermaye biriktirmeye dayanan düzenin ürettiğini kanıtlamaktadır.
Kapitalizmin fikrî mücadelesini verenlerin hâsıla artışını savunma sebebi bellidir: sermaye birikimi, sermayedar sınıfın toplumsal tahakkümü, sürekli üretimi artırmaya endekslidir. Kârın, faizin, kiranın kaynağı hâsıladır; hâsıla arttıkça bu gelirler artar.
CHP Programı da sosyal sorunları iktisadî büyüme ile çözmeyi benimsemiştir. Program, serapa Dünya Bankası, Adam Smith Enstitüsü gibi kurumların yayınlarında ve iktisat kitaplarında cari ideolojik jargonla kaleme alınmıştır.
Programda beşinci bölüm başlığı: “Üretimden ve üretenden yana yeni ekonomik düzen”dir. Program birkaç yerde kıt kaynaklardan (örneğin 155. s) dem vurmaktadır. Ülkemizde mal kıtlığı olduğu intibaını vermektedir. Oysa ki dünyada da, ülkemizde de bütün insanların temel ihtiyaçlarını karşılayarak insanca geçinmesine yetecek üretim potansiyeli vardır. Sorun neyin üretildiğinde ve nasıl bölüşüldüğündedir. Adaletsiz bölüşümle gerçekleşen harcamalar, adaletsiz üretim bileşimine sebebiyet vermektedir. CHP Programı, hâkim ideoloji uyarınca, temel ihtiyaçları karşılayan tüketimle gereksiz lüks tüketimi ayırt etmemektedir. Bu anlayışa göre birinin ekmek talebiyle başkasının BMW otomobil talebi aynı mesabededir. İkisine de talep vardır; o hâlde ekmek üretimi de, BMW üretimi de ihtiyaç karşılamaktadır. Ne miktar ekmek ve ne miktarda BMW üretileceğini, dünyada bunlara talep, yani talep sahiplerinin satın alma gücü belirleyecektir.
CHP Programının genel çerçevesi, Adalet ve Kalkınma Partisinin 2002’den beri uyguladığından farklı bir iktisat politikası vaad etmemektedir.
Şayet Türkiye çağdaş dünya ile iktisadî bütünleşmesine devam edecekse bunu AK Parti pekâlâ yapmaktadır. AKP politikalarını İslamî çerçeveye sokarak bir kısım sermayedarların vicdanlarını da rahatlatmaktadır. Aynı politikaları Atatürk milliyetçiliği kılıfı içinde ulusal yaftasıyla uygulamak, politikaların çağdaş özünü değiştirmez.
[1] Örneğin 2000 yılında Dünya Bankasınca yayımlanan bir araştırma, regresyon denilen bir istatistik yöntemiyle 1965-1994 yıllarında az gelişmiş ve gelişmiş 150 ülkede özel tasarruf oranını belirleyen değişkenleri saptadı. Bulgularından biri, cari işlemler açığı özel tasarruf oranını azalttığıdır. Yani ülkeye yabancı tasarruf girişi ülkede özel tasarruf gayretini azaltmaktadır. (Norman Loayza, Klaus Schmidt-Hebbel, Luis Sérven, “What Drives Private Saving around the World?” Policy Research Paper 2309, World Bank Research Group, March 2000). Bunu doğrulayan başka araştırmalar da mevcuttur.
[2] Açlıkla fakirliği tembelliğe ve mesuliyetsiz davranmaya yükleme fikrinin babası, 16. yüzyılda Hıristiyan dinini burjuva sınıfının ihtiyaçlarına uyarlayan Cenevreli papaz Kalven’dir. Fikir aynen ona aittir.