Çağın ve(ya?) İslam’ın Şartları
Dün yaklaşık on yıldır taşeron işçilik yapan bir arkadaşımın geçmişte üç kere kendi işini kurmayı denediğini öğrendim. Laf lafı açtı, arkadaş anlattı. Küçük esnaflık, araba alım satımı ve kuyumculuk yapmış, ancak her defasında işler iyi gitmemiş, birinde ortağından kazık yemiş ve işleri bitirmek durumunda kalmış. Adı bende kalsın, mahlas olarak Nizam diyelim, Nizam dindarlığını ciddiye alan, laf arasında yarı şaka yarı ciddi “Cumhuriyet’ten hiçbir şey” görmediğini ve şeriat istediğini söyleyen bir arkadaşım. İşler niye iyi gitmedi, niye böyle oldu diye sorunca ben, birkaç ayrıntı, hikaye ve olay anlattıktan sonra şöyle dedi: “Haram karışmadan olmuyor, büyüyemiyorsun, biz de o işlere bulaşmak istemediğimiz için böyle oldu galiba.” Tabii hemen somut örnekler verdi, kendisiyle aynı zamanlarda benzer işlere başlayan ve kendisi işlerine son vermek durumunda kalırken, haram karıştırma pahasına işlerini büyüten tanıdıklarının, eski ortaklarının, akrabalarının hikayelerini anlattı.
Kendimize dair hikayemizi kurarken hepimiz, hata ve başarısızlıklarımızı yumuşatma ya da gerekçelendirme yolunu izleriz ister istemez. En azından bu hikayelerimizi başkalarına anlatırken… Bunda şaşılacak ya da yadırganacak bir şey yok. Nizam’ın kendi “başarısızlığını” açıklarken yaptığı açıklamada bu eğilimin az ya da çok, bir miktar etkisi vardır muhakkak ki. Ama varın benim yerime kendinizi koyun: Bugün Radikal gazetesinde Murat Ülker’le yapılmış bir sohbete dayalı haberi[1] ve haberde Ülker’in “Ülker hiçbir zaman iş yapış şekillerinde ve iş tutuş biçimde muhafazakar olmadı” sözünü görünce aklıma Nizam’ın dünkü sözleri geldi ister istemez, nasıl gelmesin.
Murat beyin seküler bir gazeteci ile konuşurken, muhtemelen soru üzerine bu cümleyi kurmuş olmasında anlaşılmayacak bir şey yok. Gazeteci hanımefendinin en çok bu cümleyi önemsemesi, yazısının başlığına taşıması, bu sözü alkışlaması, Murat beyin bu sözün dinleyicisi tarafından muhtemelen alkışlanacağını bileceği için “hadi madem çok istiyorsun söylemiş olayım” psikolojisiyle söylemiş olması vs… Memleketimizdeki gereksiz seküler takıntılar ve bu takıntıların oluşturmuş olduğu kültürel hegemonyanın zorladığı teatral bir diyalog ile karşı karşıya olsak da nihayetinde elimizde bir cümle var ve bu cümle en hafif tabirle üzücü bir itiraf. Bu diyaloğun dünyasında “muhafazakar” kelimesinin “İslami” kelimesi yerine kullanıldığını hepimiz biliyoruz da, bilmeyenler varsa hatırlatmış olalım. Murat bey bu cümlesinin devamında da mazeret olarak bir süper-klişe-gerekçeye sırtını yaslamış: “Çağın şartları neyse, her daim o şartlara ayak uydurmaya çalıştık.” Yazının geneli ve devamı Yıldız holdingin nasıl küresel bir dev haline geldiğinden bahsediyor.
Derdimiz kişiler ve kişilerin haysiyetleri ile değil, yapıp ettikleriyle ilgili. Şimdi ahbap olduğum ve beraber iyi kötü bir işçi hakları mücadelesi vermeye çalıştığımız Nizam’ın geçmişte şansı yaver gitse ve işlerini büyütmüş bir işadamı olarak karşıma çıkmış olsa muhtemelen onunla da pek anlaşamazdık. Kapitalizm, kendisine muhalif olanların çoğu zaman yoksaydığı bir şekilde yukarı yönlü sosyal mobiliteye açık bir sistem. Yani “alt”taki insanlardan bazıları bu hiyerarşinin basamaklarını -yeri geldiğinde epey hızlı adımlarla- gerçekten de tırmanabiliyorlar. Kapitalizme bunca güç, esneklik ve hegemoniklik sağlayan yönü de bu olsa gerek. Koltuklarda oturanların bir kısmı dinamik bir şekilde yer değiştirebilse de, hiyerşinin bizatihi varlığı, “üstte” pek de ek yer olmayışı ve hiyerarşinin üsttekileri ile alttakileri arasında çoğu zaman bir ezme ve sömürü ilişkisinin söz konusu olması ise kapitalizm sevdalılarının kabul etmeye yanaşmadığı gerçekler.
Arkadaşım Nizam’ın ima ettiği “kapitalizm koşullarında bir girişimcinin ayakta kalıp büyüyebilmek için haram yemesi gerekir” önermesi elbette ki fazla iddialı bir önerme. Ancak kuşku yok ki ciddiye alınması gereken de bir şüphe. Ciddi bir fıkıh bilgisinin kapitalizme dair ekonomi-politik analizlerle meczedilip bir sonuca ulaşılması gerekir. Tabii ne hikmetse ilim erbabımız –birkaç istisna dışında– bu tip soruları ve meseleleri pek anlamlı bulmuyor olsalar gerek ki bilgilenme ve aydınlatılma şansını bulamıyoruz. İlgilenenler de sanki biraz kısık bir sesle bu ilgilerini sürdürmekte. Hadi biz aldığımız ücretlerle kendi halinde yaşayıp giden insanlarız, iş sahiplerinin huylanıp bu sorulara şevkle cevap araması gerekir mantıken. Ama anlaşılan o ki bu sorgulamadan uzaklaşıyor insanlar ağır ağır yükselirken o meşum basamaklardan. Murat beyin cümlesi buradaki psikolojiye ve gerekçe üretme süreçlerine ışık tutuyor: İnsan hayatının kocaman bir bölümünü içine alan üretim ve çalışma dünyasının/zamanın İslami yükümlülüklerden muafmış ya da çağın şartları ile İslam’ın şartları (tesadüf bu ya) zaten uyumluymuş gibi yapılarak bu oyuna devam edilebildiğini görüyoruz. Muaflık icazeti ya da uyumluluk varsayımı, sorgulamaları daha başlamadan öldürüyor demek ki. Mustafa Özel hocanın “girişimciler ile çalışanlar arasında, kapitalist anlayışı aşabilecek yeni ilişki tarzları oluşturamadık”[2] (öz)eleştirisinin işaret ettiği çarpıklığın nasıl mümkün olabildiğini az çok anlayabiliyoruz.
Geçenlerde bir dostumun sayesinde dinleme şansı bulduğum Osman Nuri Topbaş Hoca’dan pek çok şeyin yanında her ne hikmetse hiç denk gelmemiş olduğum bir hadis öğrendim. Peygamber efendimizin ölmeden önce “Namaza, namaza dikkat ediniz! Bir de emriniz altındakilerin hakkına riayet ediniz…”[3] dediği rivayet edilmiş. Namaz ile “emri altındakilerin haklarına riayet”in eşdeğer bir şekilde vurgulanmış olması bana çok sarsıcı ve düşündürücü geldi. Bu ikaz ve vurgu ile yukarıda işaret ettiğim rahatlık ve muafiyet duygusu arasında sadece bana mı ciddi bir uçurum varmış gibi geliyor? Hayırlısı.
[2] Mustafa Özel, “Medine Pazarı’ndan Müsiad’a” Anlayış Dergisi, 83, Nisan 2010.
http://www.anlayis.net/makaleGoster.aspx?dergiid=&makaleid=2674
[3] Hocanın şu röportajında aynı hadis zikrediliyor: http://www.osmannuritopbas.com/mulakatlari/%E2%80%9Cici-bos-mazeretlerle-helal-haram-siniri-cignenmemeli%E2%80%9D.html
Ben de şunu duydum: Mahmud Sami Ramazanoğlu’na neden babanızın mirasını kabul etmediniz demişler, onu bir gün bankaya giderken görmüştüm demiş. Fazla söze gerek yok.
Bir de şunu duydum: Osman Nuri Topbaş, Kayseri’ye geldiğinde yağmurdan korunmak için bankanın yaptırdığı bir çardağa sığınmış, sonra gidip sırf bu yüzden abdest almış.