Bizi Bizden kim koruyacak?
Toplumlar ve topluluklar, bir birlik oluşturabilmek, beraber yaşayabilmek adına ortak bir anlatı ve bu anlatının bir görüngüsü olarak belirli yasalar geliştirmişlerdir. Bugünün Türkiye’sinde, toplumsal kampların temsilcileri olan siyasi partiler, kendi tabanlarının isteklerini meclise taşımakla yükümlüdür. Ancak önümüzdeki durum, kamusal alanda görünürlük kazanmış Türkiye Müslümanlarının iktidar partisi tarafından dönüştürüldüğünü, kendi isteklerinden ziyade, “istetilen” ve istenilen bir alandan dışarıya çıkamadıklarını gözlemliyorum.
Bu gözlemin doğduğu temel nokta, Müslümanların taleplerinin “kamusal görünürlük” alanına sıkıştırılmış olmasıdır. Bugün Müslümanlık siyasilerin demeçlerinde sıklıkla geçmekle beraber, kamusal alanda görünür olmak üzerinden değerlendirilmektedir. Ancak Müslümanlık bir din olduğuna göre, her kesimden insanın sahiplendiği, ancak şu anki durumda sadece “kamuda görünür olan orta sınıfın” sözcülüğünü yaptığı bir kimlik haline gelmiştir. Bu kırılmanın en çarpıcı örneği, Müslüman işçinin işyerinde ibadet edebilmesi hakkı veya kuryelerin ramazan ayındaki durumudur. Faal İslami hareketler, gündem ettikleri meseleleri orta sınıf üzerinden okuyarak, Müslüman görüngüsünü orta sınıfa mahpus etmektedirler. “İslami kamuoyunda” konuşulmayan bu ve benzeri konular, Müslüman kimliğinin en azından bir sınıfa sıkışmış olduğunu gösterir.
Nitekim, Müslümanların görünerek faaliyet gösterdikleri alanlardan biri olan tarikatlar sahası, Anadolu’ya yayılmış yurtları ve eğitim kurumları ile bir orta sınıflaştırma, kamusal alanda kendini gösterme işlevine sahiptir. Taşrada yaşayan dindar bir ailenin çocuğu, okumaya bu yurtlarda başlar ve buraların bursları ile okur. Böylelikle “sınıf atlamış” olur. Ayrıca cemaat ve tarikatlar yaptıkları bu faaliyet sayesinde Türkiye kamuoyunda görünürlük kazanarak varlıklarını idame ettirirler. Türkiye’de Müslüman kamuoyunda meselenin bu denli yer tutması, hem işlevsel olarak iktidarın ortağı olan tarikat ve cemaatlere hem de iktidarın Türkiye Müslümanlarını belli meseleler arasında sıkıştırmasına zemin hazırlamaktadır. Tarikat ve cemaatlerden neşet eden insan gücü, bu meseleye odaklanarak Müslümanların kamusal görünürlüğünü sınırlayan etmenlerden birisidir. Zaten ortasınıflaşan Müslüman kamuoyu kendini kendi kamuoyundan üretmekten ziyade, iktidarın seçtiği meseleler ile orta sınıfta kaim kalmaya çalışmaktadır. Öyle ki AKP iktidarı tarafından biteviye pompalanan “ezilme” korkusu, tarikatlar üzerinde karikatürize edilerek aynı zamanda büyük değer ve kavramların ardına saklanılarak propaganda edilmektedir. Bugün kimi sektörlerdeki tarikat tekelleşmesini böyle bir zeminden okumanın yararlı olduğu kanaatindeyim. Öyle ki, tarikatlar “irtica” üzerinden değil, devletle kurdukları ilişkiler üzerinden okunarak -FETÖ bunun çok açık bir göstergesidir- bu noktalardan konuya müdahale etmelidir.
İktidar, Müslümanların kendi gündemlerini belirlemesine mani olmaktadır. Son dönemde her medya aracından bangır bangır yayılan korku rüzgarları son beş senedir sona ermeyen bir kasırgaya dönüşmüştür. Her an inanç değerleri üzerinden üretilen korku, Müslüman kamuoyunun kendi, iktidar güdümünden bağımsız öz-örgütlülüğüne ulaşmasını engellemektedir. Kamusal alanda bile kendi derdini ifade edemeyen Müslümanlar, kendilerini ikinci plana atan iktidarın manipülasyonuna teşne olmaktadır. Çünkü iktidar tarafından servis edilen korku, alt metinde Müslümanların zelil olarak şimdi ellerinde olan konforu kaybedecekleri mesajını verir. Bu yolla Müslüman toplum kendini iktidardan bağımsız düşünemez. Hatta, Müslüman cemaatin içerisinde bir muhalefetin olmaması, Müslümanların birbirine yabancılaşmasını getirmektedir. Çünkü kendisinin hakkını arayacak, sosyal problemlerini ifade edebilecek bir zemini yoktur ve hatta bu zemin AKP iktidarı tarafından engellenmektedir.
AKP iktidarı, bünyesinden kopan herhangi bir muhalif harekete dahi tahammül göstermeyerek korku politikasını genişletmektedir. Manevi değerleri sıkça kullanan iktidar, bu değerler üzerinden çıkan muhalif sesleri bastırmaktadır. Günün sonunda Müslümanlar, muhalefete karşı oldukça “donanımlı” iken, kendi içlerinde bir muhalefet mekanizması bulunmadığı için, muhalefet edeni düşmanlaştırmakta; bunun sonucunda, kendilerini kendilerinden koruyamaz bir hale düşmektedirler.
Bunun en önemli işaretlerinden birisi şüphesiz Mavi Marmara davasıdır. Dava sonucunun vahameti izahtan varestedir. Öte yandan yürütülen KHK süreçlerine karşı Türkiye Müslümanları yine “örgütlü ve ses getirici” bir tavır sergilemekten çekinerek kendi istek ve arzularını ifade etmekten kaçınmışlardır. Kendi kamusal problemlerini bile korku politikaları ile ifade etmekten geri durmuşlardır.
Müslüman hareket ortasınıflaşacak elbet!
90’ların hızlı İslami hareketlerinden sonra bugün Müslümanlar, kamusal alanda göründüğü kadarıyla, politik görünümlerini “iktidar-bağımlı” bir yerden sergiliyorlar. Bunun en açık örneği, iktidar karşıtı herhangi bir meselede Müslümanlar örgütlenemezler iken, iktidarın arkasında olduğu kimi konularda -LGBT karşıtlığı, tarikatlar vb.- hızlı bir şekilde örgütlenme eğilimi göstermektedirler. Mavi Marmara davasının dahi nasıl sonuçlandığı herkesin malumudur. Müslümanların kamusal istekleri dahi bugün “devletperverlik” perdesi ile görünmez haline getirilmiştir denebilir. Buradan hareketle örgütlü Müslüman hareketlerin “kamusal görünüm” peşinde olduğu söylenebilir. Nitekim iktidar, durmaksızın, kamusal alanda gerçekleştiği reformların Müslümanların elinden geri alınacağı tehdidiyle, inananların üzerinde bir korku iklimi üzerinden oy devşirmeye çalışmaktadır.
Öte yandan, Müslüman topluluğu tarafından -her ne kadar denemeler olmuş ise de- göçmenler hakkında bir söz üretilmiş değildir. Din kardeşimiz diye nitelendirilen göçmenlerin hangi işlerde nasıl çalıştırıldıkları gündeme bile gelmez iken, sınırdan içeriye alınmalarını taltif etmekle, onlara yardım götürmekle yetinilmektedir. Göçmenlerin hayatlarını nasıl idame ettirdikleri, hangi şartlar altında nasıl sömürüldükleri gündeme dahi getirilmemektedir. Çünkü “emek” meselesi de iktidar tarafından sınırlandırılmıştır ve Müslümanlar kendi “din kardeşlerinin” sömürüldüğünü bilseler bile buna ses çıkaramamaktadırlar.
Ülkemizde, ortasınıflaşan Müslümanlar, kendi sınıf ve mevkilerini kaybetmemek uğruna, iktidarın bu mevkilerin ellerinden gideceğini her fırsatta ifade ederek bir korku iklimi yaratmasından ötürü, KHK’larla üretilen zulüm gibi can alıcı bir meselede dahi kendilerini gösterememişlerdir. Bugün Müslüman görüngüsü, iktidarın alanına sıkışmış durumdadır. Deprem bölgesinde, yine aynı örüntüyü takip ederek faal Müslüman hareketler yardım sahasında oldukça özverili faaliyetler sergilerken halkın depremden sonraki yaşamı, binaların durumu, rüşvetler ve benzeri konularda ya ses çıkarmayan ya da mevcut iktidarı takip eden bir tavır almışlardır.
Öte yandan yukarıda değindiğimiz gibi Müslümanın siyaseti kendi gündelik hayatından uzaklaşmıştır. Bunun en önemli göstergelerinden birisi, mevcut siyasi iktidarın “günlük hayata dair” konuşmaktan ziyade Batı, Amerika, LGBT ve Dış mihraklar gibi anlam kümesi oldukça belirsiz olan kavramlar ile bezeli ve bu kavramlar eksenli güttüğü politikalardır. Müslüman işçinin mescid hakkı gibi bir konuya bile değinemeyen Müslüman kamuoyu, yukarıdaki kavramlarla “şu anda ve burada” olan gündelik yaşamdan koparılarak manipüle edilmektedir.
Müslümanların kendi öz-örgütlülüklerini zemin edinerek başa gelen AKP iktidarı, zamanla mevzubahis öz-örgütlülüğü yok ederek hem Müslümanları orta sınıf vaadiyle güncel hayatlarından uzaklaştırmış hem de tek sığınak olarak kendi iktidarını öne sürmüştür. Böylelikle Müslümanlar tarafından tek kurtarıcı olarak görülerek kutsallaştırılmıştır. Öyle ki, bugün gördüğümüz söylem; din, vatan, bayrak, millet ve terör gibi anlam kümesi oldukça geniş kavramları kullanarak kendi kutsallığını zikrettiğimiz değerler üzerinden pekiştirmektedir. Hem iktidarın gitme ihtimali hem de istismar edilerek umarsızca kullanılan bu kavramlar, Müslümanlar arasında yaratılan histeriyi beslemektedir.
Bu şartlar altında Türkiye Müslümanları iktidara bağımlı hale gelerek kendilerini bir manada kastre etmişlerdir. 21 yıllık AKP iktidarı, gittikçe popülistleşen ve biz Müslümanları gündelik hayattan koparan diliyle siyasallığımıza oldukça büyük bir darbe vurmuştur. Bugün, bir Müslüman kendi Müslüman işverenine karşı kendi hakkını savunamamakta, bu tür bir hareketi örgütleyememektedir. Sözün özü, bizi bizden koruyacak kimse kalmamış durumdadır.
Bundan dolayı önümüzdeki seçim oldukça kritik bir öneme sahiptir. Bugün bizi sessizleştirip sıkıştıran, hareket alanımızı dahi işgal etmeye çalışan bir rejime karşı verilecek bir tepkidir. Korkularımızla kendini tahkim eden iktidar, çekincelerimizle bizi yaşadığımız hayattan koparmaktadır. Bizim kendi isteklerimizi dahi yönlendirmeye çalışmaktadır. Bu korkunç manipülasyona dur demenin vakti artık gelmiştir.