“Bırakın Ölüler Ölülerini Gömsünler.” ya da Neden EAP?
“Bırakın ölüler ölülerini gömsünler” İncil
“Kişiye emeğinden başkası yoktur.” Necm 39
“fekku ragabe” Beled 13
“(yahut) inançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu (ilkelerle) övündüğü kimselerden olma!” Rum 32
Böyle bir soruya verilecek cevap aslında evvelinde yatan ihtiyari ya da gayrı ihtiyari, bilindik ya da tam analize mugayir birçok şeyden, ucundan kıyısından bahsedilmediği müddetçe çok da manidar olmayabilir. Belki evvelin açık şekilde ifşası bile sadece tek cümlelik “işte bu yüzden böyle” ifadesiyle pekâlâ cevaplanabilir durumda ve her şeyi tek kalemde anlatabilir. Ancak acziyetten teşekkül bir hafıza ve algı düzeyi buna engel teşkil edecektir. Ondan sebep öznellik katsayısını abartmadan ancak fazlasıyla öznel müsebbipler silsilesi ve el netice: Her şey böyle süregeldi ve işte şuan buradayız.
Hikayelendirmenin edebiyat türü içerisindeki anlamlılığı da buradan geliyor biraz. Öznelliğin somut ve pek çok ortaklığa dokunması halinde başarılı bir edebi yazın ortaya çıkabiliyor pekâlâ. Geriye sadece hafızalarda kalabilecek tek satırlık bir cümle ve sadece öncesini okuyana malum olan sembol kalıpçığı ya da beyinde silinmez bir yara…
İçinde fitne barındırıp da karşı-devrimini üretmeyen herhangi bir sistem olmadığı gibi içinde zulüm ve adaletsizlik barındırıp da isyana imkân tanımak zorunda kalmayan hiçbir işleyiş yoktur. Şeriati’nin bu durumu betimlemek için kullandığını bildiğim iki sloganlık sözü var: “her devrimin bir karşı devrimi vardır” ve “dine karşı din”. Malumu olanlar için fazla slogan hatta klişe gelebilecek bu deyişler için yıllarını harcamış olduğunu gözden kaçırarak Üstad’a haksızlık etmemek lazım. (Çoğu kere sözün bittiği yerde insanlar sloganlara başvurmuştur ve bu gayet normal.) Sistemler, toplu konutlar, hırçın sterilizasyon, dokunulmazlıklar, idam mangalarını meşrulayan yasalar hepsi bir şekilde kendi içinde “maraz” çıkaran kanser hücrelerine su taşır farkında olmadan. Simülasyon, hipnoz ve halüsinasyonlar dizisi alır başını gider. Ta ki söylenen ilk “acaba”ya kadar bu böyle devam eder. Tarih boyunca toplumsal dönüşümlerin köşe taşları hep bu zayıf ve kimi zaman ürkek çıkan “acaba”lar ile başlamış ve tüm birikintiler bir şekilde kendine akacak bir mecra bulup ilerlemiştir. Rosa Parks’ın inmediği otobüsün koltuğuna tarihsel anlam yükleyen şey aslında ne Rosa Parks’ın kendisi ne de onu kaldırmak isteyen “beyaz” kadındır. Kanlı sömürge tarihidir. Hali hazırda yaşadığımız ülkede de çatlaklar ve arayışlar olabildiğince derinden ve güçlü olarak sızmayı bekleyen arayışlara kapı olmayı bekliyor. Ortalama ailelerin “uslu” çocukları içlerinde taşıdıkları şeyleri dışa vuracak arayışların peşindeler ve sıralarını bekliyorlar. Şimdi EAP’ın neden zihnimde anlamlı bir yer ettiğine değinmeliyim.
Hiyerarşiden olabildiğince kaçınması…
İmparatorluklar bakiyesi bir coğrafyanın ve iktidar hırslarının kana buladığı bir insanlık tarihinin mirasçılarıyız. Eski zamanlardan daha eski ve daha kadim zamanlardan miras aldığımız “üstünlük” güdüsü ve ateşin yakıcı ama iştahlı salınımlarla caka sattığı heyecana yeltenme halleri her yerde. İktidar kadar her yerde hem de. Mevcut kapitalist sistem dâhil tüm kanla ve madun bırakılmışların emekleriyle beslenen yapıların hepsinin güç temerküzü merakı, maalesef sahici arayışlara yelken açmak gibi samimi gayretlerin de rahatlıkla dönüşebildiği bir zamanda yaşıyoruz. Cemaat mefhumunun daha fazla güçlenmek ve sınıf atlamak için fevkalade kullanıla gelmesi durumu esasında toplumsal eşitliğin taban yaptığı Arap yarımadasının bir köşesinden Medine’ye gelen adama “hanginiz Muhammed?” sorusunu sorduran gerçek cemaat düzleminden rahatlıkla kopulabildiği ortalama bir tarih evresindeyiz. Bir halka etrafında bir araya gelmiş ve ortak kaygıları olan her bir kişinin anlamlı olduğu, kimsenin piyon olmadığı ortamın adıdır cemaat. Sözüne kıymet verdiğimiz büyüklerden öyle öğrendik. “Cemaatte rahmet vardır” denirdi. Cemaatte, bir ağacın meyvesi gibidir herkes. Ağaç bütün bir insanlık âlemini temsil eder. Orada tüm meyveler biriciktir. Gizli gündemi olmayan “hanginiz Muhammed?” sorusunu sorduran ortamdır cemaat. EAP hali hazırda bu yaklaşımı muhafaza edebilen, bildiğim tek yapılanma şuan. Ancak “ölüler”, kendi çocuklarını gömmekle ve yeni ölümlere teşne tutan hiyerarşik kalıpları güçlendirmekle çok fazla meşguller.
Farklı mecralara ve tecrübelere açık olma…
Hali hazırda devam edegelen tüm değişimlere kapalı kamusal sistemler, bir şekilde “ötekileştirme” ve farklılıklar üzerinden anlam dünyaları yaratarak toplumsal devinimleri bastırma yoluna gitmiştir. Toplumları ve devinimleri baskı altında tutma hali için hedef her zaman ezilenlerin ezilmişliklerini devam ettirmeye dönük bir anlam taşır. Tüm yapılan edimler nihayetinde rant sahiplerinin durumlarını koruyucu ve ezilenler için yapay ayrışmaları besleyici niteliktedir. Dünyanın neresine giderseniz gidin yapay ve tahakküm edenlerin esas dertlerini gizlemeye yarayan toplumsal ayrıştırıcı kavramlar ve etiketlere rastlarsınız. Örneğin Ruanda’daki iç savaşta (Tutsiler ve Hutular arasındaki) bir milyona yakın insan hayatını kaybetmiştir. Ruandalı olmayan bir Avrupalıya “Tutsiler ve Hutuar arasındaki savaşta milyon kadar kişinin ölmesini anlamlı gösterecek yedi tane fark sayın” derseniz bir tane bile sayamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. “Bu savaşın esas sebebi nedir?” derseniz “sömürgecilerin hâkimiyetinin bekasını sağlamak olduğunu” da rahatlıkla söyleyebiliriz. Dışardan bakınca fazlasıyla trajikomik ve absürt olan bu katliama teşne güdülenme hali Hotel Rwanda filminden görebildiğimiz kadarıyla orada yaşayanlar için bambaşka boyutlara taşınabiliyor. Toplumsal ayrımcılık öyle ya da böyle her toplumda bir şekilde kendine yaşayabilecek bir mecra bulabiliyor. Halen dünyaya demokrasi, insan hakları vb. şeyler pazarlamaya meraklı “gelişkin” ülkelerde son yıllarda artmaya devam eden “ırkçı” oluşumların gücü ya da daha derinden ve gizliden gizliye de olsa süregiden teamülden oluşturulma duvarlar bu “fitne” kaynağı durumun varlığını kanıtlar nitelikte. Türkiye’de de bu anlamda aşılması hayli güç duvarlar ve tesis edilmiş kurumlar var. Platformu politik eyleyişler bağlamında benimseyebilmemin en temel sebeplerinden biri de farklı fraksiyonlarla ortak sorunlara dair beraber hareket imkânının arayışlarına olabildiğince açık olması ve piyasanın ve kurumların dayattığı sanal duvarların ötesinde bir ufkun peşinde olmasıdır.
Emek meselesinin en temel sorunsal olması…
Malum “emek “ kavramı bu ülkedeki birçok insan için “sol-seküler” çağrışımlar yapan ve genel olarak ülke insanı için itici gelen bir kavram. Bu iticiliğin arkasında cumhuriyetten sonra genel olarak sol siyaset çizgisindeki gayretlerin “ötekileştirici” ve “din dışı” duruşlarının payı büyük. Bunun yanı sıra hakka ve adalete dair çağrışımları bile olsa “yorgun” kavramlar arasında pekâlâ değerlendirebileceğimiz bir geçmişi var. Halihazırda eko-politik işleyişler içinde hayatın merkezinde olmasına rağmen üzerinde barındırdığı “yorgunluk”tan dolayı rahatlıkla gözardı edilebilir hale getirilmiş. Artık kullanıla kullanıla klişeliği tescillenmiş olan neo-liberal politikaların “para” merkezli kalkınma ve zenginleştirme pratiği ile günden güne niteliksizleştirilen ve koşulları kötüleştirilen “emek” kavramını tekrardan güçlendirmek gerekiyor. Kadim zamanların en çok anlatılan ve bilinen kölelik sistemlerinin, kendini farklı adlarda sürekli olarak revize etmek istemeleri ve ilk olarak sistemin isteyicileri tarafından hedef tahtasına emek alanını oturtmaları, kavramın geçmişinden çok daha anlamlı bir yerde durduğuna ikna olmamıza nedendir şu an.
Sahabe hayatında şöyle bir olay anlatılır: Şam’ın fethinden sonra Hz. Ömer elde edilen ganimetler ve esirler için ne yapılması gerektiğini konuşmak için Şurâ’yı toplar. Bir tek Hz. Ali hasta yatağında olduğundan dolayı orada değildir. İstişare sonucunda o zamanın savaş fıkhı gereği; eli silah tutanlar öldürülecek, kadınlar, yaşlılar ve çocuklar ya köle olarak elde tutulacaklar ya da köle pazarında satılacaklar, bütün silahlar ve ganimet savaşa katılanlar arasında bölüştürülecek. Bu karar Hz. Ömer’in içine sinmez ve bir de gidip Hz. Ali’ye danışır. Durumu anlatır. Hz. Ali yatağında doğrularak Hz. Ömer’ e neden Müslüman olduklarını hatırlatarak Beled süresindeki “kölelere özgürlük” ayetini öne sürer. Sonrasında silahlar dışında bütün ganimetler sahiplerine verilir ve kimse köleleştirilmez. Peygamberin ve peygamberlerin hayatlarından ve gayretlerinden anlaşıldığı kadarıyla, onların hayatlarındaki tüm mücadeleleri tamamen ezilenler ve kölelerin daha adil ve eşit bir dünyada yaşaması üzerine şekillenmiştir. Emek kavramı şu an günümüzde sadece toplumun %1’ini gözeten sistemin hedef tahtasındadır. Tüm köleleştirme gayretleri bu alana dönük çalışmaktadır. İster “fekku ragabe” deyin ister emek mücadelesi deyin eğer hayata ve dünyaya dair bir miktar insafınız ve merhametiniz varsa ses çıkarmakla yükümlüsünüz. Platformun bu anlamda bir arayışı olması ve merkezde bu mücadelenin imkânlarını zorlayan bir karakteri olması hayli önemlidir ve yerindedir.
Son olarak…
İncil’de şöyle bir pasajı paylaşmak istiyorum:
“*İsa çevresinde yoğun bir topluluk görünce, Galile Denizi’nin karşı kıyısına geçilmesini buyurdu.
*Bir dinsel yorumcu O’na yaklaşıp, “Öğretmen!” dedi. “Nereye gidersen ardın sıra geleceğim.”
*İsa onu yanıtladı:“Tilkilerin inleri var, gökyüzünde uçan kuşların da yuvaları.. Ama İnsanoğlu’nun başını yaslayacak bir yeri yoktur.”
*Öğrencilerden başka biri, “Ya Rab!” dedi. “Bana izin ver, önce gidip babamı gömeyim.”
*İsa, “Sen ardım sıra gel” dedi. “Ve bırak ölüler kendi ölülerini gömsün.””
Kısaca biz işimize bakacağız ve “ölü”leri ölülerle baş başa bırakacağız.
Selamlar, saygılar.
Abi “neden emek ve adalet” sorusunu güzel cevaplamışsın, eline sağlık. Ama niye hikmetini bilmediğimiz, muhtelif yorumlarına bakmadığımız ya da burada yer veremediğimiz bir hikayeyi, bağlamıyla ilgisiz görünen bir söyleme dahil edelim? diye düşündüm naçizane.
Sen slogan yapıp harcıyorsun demiyorum yanlış anlama, bu hikaye yoluyla derdini anlatmışsın. Ama bu yola çıkanlar dışındakiler atıl çoğunluk, ölü gömücüler gibi birşeyi ima etmiyorsun değil mi?