Bir Düğünden İzlenimler
Hala toplumsal kutuplaşmanın devam ettiği ve bireysel cezalandırmanın yerine ailenin, hatta bir topluluğun komple cezalandırıldığı bir süreci yaşıyoruz.İki yılı aşkın süredir belirli kesimlerin sistematik şekilde cezalandırıldığı bu zaman diliminde rast geldiğim bir düğündeki izlenimlerimden bahsedeceğim..
Gittiğim düğünde damadın babası cezaevindeymiş. Miş diyorum çünkü düğüne gidene kadar bu konuda pek bir malumatım yoktu. Düğün arka fonda kendini hissettiren ilk başta anlayamadığım sonrasında anlayacağım garip bir gerginlik içinde bol kahkahalı, oynamalı geçiyordu. Muhafazakâr ve seküler iki ailenin yuva kuran çocuklarının danslı, pasta kesmeli bir düğünüydü. Düğünün düğün diye adlandırılması için “gerekli” olan her şey tek tek yerine getirilmişti. Önce gelinle damat müzik eşliğinde sahneye alınmış, dans edilmiş, pastalar kesilmiş ve tüm bu merasimin bitmesiyle gelinle damat yerlerine oturtulmuş. Takı merasiminin de bitmesiyle düğün durgunlaşmış herkes oturup sohbet etmeye başlamıştı. Düğün pek fazla kalabalık değildi. Hani düğünden evvel bir taziye/hasta vardır ama çocukların mutluluklarına gölge düşürülsün istenmez, bu yüzden de her şey kurallarına göre sırasına riayet edilerek yapılır ya öyle bir düğündü…
Düğünün bitmek üzere olduğunu düşünürken bir adam mikrofonu eline alarak bir sürprizinin olduğunu, burada olamayan damadın babasının çocuklarına ve misafirlerine söylemek istediği şeyler olduğunu, müsaade isteyerek babanın yazdığı mektubu okumak istediğini söyledi.
Okunan, çocuklarının mutlu günlerinde yanlarında olamamasına rağmen bir şekilde sesini duyurabilmenin mutluluğunu da içeren babaya ait bir mektuptu. Mektup okunurken, salonda bir sessizlik, damadın kesik kesik hıçkırıkları, damadın annesinin ara ara oğlunun gözyaşlarını silmesi… Baba mektupta oğluna ve belki hiç görmediği gelinine evlilikle ilgili tavsiyelerde bulunuyor, hayır duasını paylaşıyordu. Sonuna doğru mektubu okuyan adamın sesi titremeye başladı. Babanın son cümleleri şöyleydi: “Yirmi beş yıl devlete hizmet ettim, yüzünüzü kızartacak, başınızı öne eğecek hiç bir şey yapmadım. Devletime, milletime her zaman hizmet etmeye devam edeceğim… Babanız…”
Mektubun bitiş cümleleri, babanın hangi suç isnadıyla içeride olduğunu göstermesi bakımından yeterli olur sanırım.
İnsanların yakın çevrelerinde her gün görüştükleri insanların bir anda “terör örgütüne” mensup denilerek içeri atılmalarına ya da işten çıkarılmalarına şaşırmamaları, bunu kanıksamaları bana hep korkutucu gelmiştir. Yakın çevremizde, akrabalarımız arasında suç işleyen ya da o potansiyele sahip kişiler illaki vardır ancak uygulamaların bu kadar yaygın olmasıyla birlikte toplum tarafından sorun edilmemesi üzerine düşünmek gerekir. Yaşananlar adalet duygusunu zedeleyecek bir boyutta. Maalesef darbe girişiminden sonra yayınlanan KHK’ler ile açığa alınan ya da ihraç edilen bir çok insan toplumsal dışlamayı geçelim çok az istisna hariç yakın akrabaları tarafından bile yalnız bırakıldılar. KHK ile ihraç edilen birkaç öğretmenin açtıkları dükkânlarının zamanla dikiş tutturamayıp kapatmak zorunda kalmaları bu anlamda ibret verici hikâyelerdir. KHK’ler ile işten atılmalar, açığa alınmalar aslında bir bakıma akrabalar ve arkadaşlar arasındaki dayanışma seviyesini göstermesi bakımından da turnusol işlevi gördü.
Düğüne geri dönelim, sahne mektubu bitiren adamın damada mektubu vermek için ayağa kalkmasıyla devam ediyor. Adam tam mektubu verirken, damat babasının arkadaşına sarılıp hıçkırıklara boğuldu, adam anında kendini geri çekerek damada: “dik dur, erkek adamsın ağlama” gibi şeyler söyledi, omzuna vurarak. Damat önce biraz bocaladı, etrafa çekingen bakışlar attı, büzülen dudakları yavaş yavaş düzelirken kaşlarını çatıp güçlü görünmeye çalıştı. Boşta kalan omzunu dikleştirip kollarıyla gözyaşlarını sildi ve artık bir “erkek” gibi güçlü görünmeye başlamıştı. Damadın içini dökmek, biraz da olsa rahatlamak için aradığı omuz ise boşta kalmıştı. Mektubu alıp cebine koydu ve belki de daha fazla güçlüymüş gibi davranmamak için bir süreliğine gelin odasına indiler.. Geri geldiklerinde daha iyi görünüyordu damat.
Güçlü olmak, dik durmak zorunda olan, yeni yuvasının “reisi” içindeki zayıflığı dışarı çıkardığı ve “güçsüz” göründüğü için mahcup olmuştu kendisine ve biz seyircilere. En çok bu mahcubiyet dokundu bana mektubun içeriğinden bağımsız. İşin bana bakan ilginç yönü ise damadın ağlamasını içten içe garipsemiş ve kendime dahi söyleyemeden bu kadar “zayıf” olmasına şaşırmıştım. Düğünlerde hepimiz illaki görmüşüzdür; gelin evden çıkarılırken, düğün salonunda ailesiyle vedalaşırken ağlar hatta kına gecelerinde gelin ağlamazsa zorla ağlatılır bazı geleneklerde. Gelinin ağlamadan evlenmesi ayıp karşılanır hatta. Velhasıl damatların ağladıklarını hiç görmemiştim hele de bu kadar aleni. Erkeklere içlerini dökmeleri, duygularını açıkça ifade edebilmeleri için alan açılmıyor, kadınlara açılmayan alanlar gibi. Toplumsal normlar aslında erkekleri de olmadıkları gibi gözükmeye zorluyor