Baro Seçimlerini Neden Boykot Ediyorum?
Bu yazı henüz İstanbul Barosu seçim sonuçları açıklanmadan yazıldı[1]. Şu saatlerde oy verme işlemi devam ediyor. Mevcut başkan Ümit Kocasakal’ın da üyesi olduğu Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu’nun seçimleri yine açık arayla alacağını kestirmek zor değil. Bununla birlikte katılım oranının düşük olacağını da tahmin edebiliyoruz, çünkü Baro seçimlerine katılım yıldan yıla düşüyor[2]. Fakat genç avukatların bu sürece ne kadar katılım gösterdikleri daha fazla önem arz ediyor. İstanbul Barosu son yıllarda genç avukat yağmuruna tutulmuş durumda. Staj Eğitim Merkezleri gündüzlü-akşamlı çalışıyor, her ay yüzlerce avukata ruhsat veriliyor. Acaba bu kadar genç avukatın gündeminde baro seçiminin önem taşımamasının sebebi nedir? Herhangi bir avukat grubunun partizanı olmayan genç avukatlar neden seçime katılmıyorlar?
Binlerce genç avukat aslında istem dışı olarak avukatlık mesleğinin içindeki yapısal bozukluluklara karşı hiçbir söz söylemeyen, bu bozuklukları devam ettirecekleri bariz gözüken insanların kapışmasına dahil olmak istemediği için çeşitli mazeretlerle baro seçimlerine katılım göstermiyor. Adaylardan hangisinin AKP’li, hangisinin Kemalist, hangisinin solcu olduğu bu açıdan fark etmiyor. Solcu da olsa, AKPli de olsa, avukatlar, işçi avukatlarını çok çalıştırıyorlar, az para veriyorlar, aralarında patron-işçi ilişkisi kurmaktan çekinmiyorlar. Ünlü aktörün vefatı üzerine kaleme alınan yazının aksine kadınlar solcu erkeklere aşık olmuyor.
İstanbul Barosu için yapılan seçimlerde beş farklı grup yarışıyor. Şu an yönetimde olan Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu, adından da anlaşılacağı üzere “ilkelere” önem veren bir avukat grubu. Kemalist oldukları için en büyük performanslarını da Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında tutuklanan paşalar için Silivri’ye gidip gelmekle gerçekleştirdiler. Erdoğan karşıtlıkları memlekette demokrasi ve özgürlüklerin ağlanacak durumda olmasından değil, yüzyıl öncesine dayanan “kardeş kavgası”ndan kaynaklanıyor. Öyle ki “Güneydoğu’da fiili bir kalkışma var”[3] derken Erdoğan yönetiminin yürüttüğü savaşı destekliyor; Tahir Elçi savcıya ifade verirken Baro yönetiminden yalnızca bir kişi gelip, uzaktan ortamı inceleyip mekanı terk edebiliyor[4]. Ruhsat verme törenlerinde “Bu ülkede Genelkurmay Başkanları terörist olarak yargılandı, böyle bir şey olabilir mi” diye soran başkan adayı Durakoğlu, bu konuşmanın evvelinde 12 Eylül zindanlarında hayatını kaybeden Orhan Adli Apaydın’ı da anıyor.
Milliyetçi Avukatlar Grubu, milliyetçi-ülkücü avukatların örgütlendiği bir grup. Seçimlerde herhangi bir ağırlıkları olmuyor. Artık -eğer bir daha yapılabilirse- milletvekili seçimlerinde de pek bir ağırlıkları olmayacağı için bu durum şaşırtıcı değil. Seçim programlarında hak, hukuk gibi kavramları bonkörce kullanmalarına rağmen ülkücü kadroların Cemaat’in tasfiyesi sonrasında yargıya doldurulmasından bahsetmiyorlar. Devletin bekasının söz konusu olduğu olağanüstü dönemlerde hak ve hukukun askıya alınabileceğini savunmaları şaşırtıcı değil.
Hukukun Üstünlüğü Platformu, AKP’li avukatların örgütlendiği bir ekip. Başkan adayları ara sıra CNN Türk’te gördüğümüz klasik sağcı argümanlarla ekranları işgal eden vasatlığın bir örneği. Memlekette bir zamanlar AKP’ye destek veren liberal aydınlardan öğrendiği anti-Kemalizmi satmak dışında herhangi bir çıkışını görmek mümkün değil. “Geçmiş yıllarda yaşanan hukuksuzluklardan” anladığı şeye ne yazık ki AKP dönemi dahil olmuyor. Yakın zamanda Ensar Vakfı’nın avukatlığını yapmış olmasıyla gündeme gelmesi bu seçimlerde onun açısından bir dezavantaj. Bununla birlikte seçim programında genç avukatlar için oldukça “çılgın projelerle” gelmesi kendisi için avantaj sayılabilir.
Avukat Hakları Grubu yarışan gruplar arasında siyasi ideolojisi ile değil de mesleki ağırlığıyla öne çıkan tek ekip. Pek şansları varmış gibi görünmüyor. Uzun zamandır bu tip mecralar “ele geçirilmesi gereken” yerler olarak bellendiğinden, meslek içi problemler vs. gibi “dava bilincinin ruhuna aykırı” şeylerin bu seçimde yer bulacağını söyleyemeyiz[5].
Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar Grubu ise avukatlar arasında sol geleneğe sahip çıktığını iddia eden, Kürt meselesi demekten çekinmeyen tek ekip. İş cinayetleri, Neoliberalizmin yarattığı çöküntü gibi Türkiye’de az buçuk vicdanı olan herkesin kafa yoracağı konular hakkında fikir bildiriyorlar.
*
Çağdaş Avukatlar Grubu aslında uzun yıllar boyunca İstanbul Barosu’nu yönetmiş olan ekibin ismi. Öyle ki, bu ekip bölünse bile -şu an yönetimde olan Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu da esasında ÇAG içinden bir ekip- halen daha baroyu yönetebilecek çoğunluğa sahip; Ümit Kocasakal en son baro seçimlerinde %70’e yakın oy alarak başkan seçildi[6]. Tarihsel olarak Çağdaş Avukatlar Grubu, sol-seküler avukatların örgütlendiği, Kemalizmin hoş bir sada olarak derinlerden hissedildiği bir ortam. Fakat bölünme de tam anlamıyla Kemalizm sebebiyle gerçekleşiyor. Önce İlke ekibi “ilkelerden taviz vermemek” için ulusalcılık yolunu, diğer ekip ise solculuk yolunu tutuyor. Böyle bir anlatıda şu anki noktada Çağdaş Avukatlar Grubu’nun necasetten taharet ettiği gibi bir algı ortaya çıkabilir, nitekim çok da yanlış olmaz. Fakat ÇAG içerisindeki bölünmelerin çeşitli seçim dönemlerinde devam ettiğini de söylememiz gerekir. Örneğin, Kürt hareketine yakın avukatların kurduğu Özgürlükçü Demokrat Avukatları (ÖZDAV) söyleyebiliriz[7]. Katılımcı Avukatlar Grubu da aynı şekilde ÇAG içerisinden çıkan bir başka avukat grubudur[8].
Türkiye solu içindeki ayrışmalara ve kavgalara aşinayız. Fakat bu seneki baro seçimlerinde ÇAG arasındaki ayrışma yerini ittifaka bırakmış görünüyor ki Several Ballıkaya “Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar Grubu”nun ortak adayı olarak başkanlığa adaylığını koydu. Geçen seçimde ayrı adaylarla seçime giren, bazısı Kürt hareketine, bazısı diğer sol fraksiyonlara yakın ekiplerin bu sefer ortak aday çıkarması sol adına olumlu bir gelişme. ÖÇAG ekibinde ÖHD ve ÇHD’de örgütlü, Türkiye’nin toplumsal mücadelelerinde yer almış, tanıdığımız bildiğimiz avukatlar da yer alıyor. Peki böylesi bir “altın karma”ya karşı durmak, oy vermemek ve hatta seçimi boykot etmekteki amaç ne olabilir?
*
İlk olarak genç avukatların mesleğin ilk 5-10 yıllık sürecinde adeta sürünerek hayatını idame ettirmeye çalışması ve bundan dolayı Baro örgütlenme işiyle uğraşamaması, görece politik olanların da apolitikleşmesi gerekçe gösterilebilir. Kaldı ki bu sorun Baro seçimindeki adayların hiçbirinin gündemine dahi girmiyor. Gerçekten, Baro örgütlenmesinde yer almak için unu elemiş, eleği asmış bir avukat olmak gerekiyor. (Bu genellemeye belli bir siyasi fraksiyonun örgütlü avukatlarını dahil etmiyorum). Fakat şu haliyle Baro seçimleri köy derneğinin yönetimini kapmaya çalışan dayıların mücadelesini andırıyor. Belki de yarışan adayların sınıfsal profillerinin üst-orta sınıfa tekabül etmesinden dolayı bu örneği yazlık kooperatifi yönetimi olarak güncelleyebiliriz.
Staj süresince geçinebilmek için -aslında illegal olarak- çalışmak zorunda kalan[9] stajyer avukatlar komik maaşlarla çalıştırılıyor, stajlarını bitirdiklerinde bu sefer avukat olarak komik maaşlarla çalışmaya devam ediyorlar. Stajda hiçbir geliri olmayan stajyerlere, staj başlangıcında adeta aç kalmayacaklarına dair bir belge imzalatılıyor: “..Mali durumum itibariyle stajın devamı süresince herhangi bir işte çalışmaya ihtiyacım olmadığını .. beyan ederim.”[10]. Avukatlık mesleğinin genç bir avukat için oldukça yapısal ve aşılması imkansız sorunlarla döşenmiş olması bunlarla sınırlı değil. Esnek çalışma saatleri, güvencesizlik ve daha nice olumsuzluk aslında çokça tekrarladığımız neoliberal ekonominin avukatlık mesleğine dair görünümünden ibaret. Fakat burada genç avukatların tepesine devlet veyahut büyük şirketler değil, kendilerinden önce avukatlık mesleğine atılıp daha gelişmiş, daha semirmiş avukatlar biniyor.
Avukatlığın yapısal sorunları tam da bu sırada karşımıza geliyor. İşçi avukatın, patron avukatın -yukarıda bahsettiğimiz- “kooperatif seçimindeki eforunu” kale almaması gayet anlaşılır bir hal oluyor. Avukatlığın üst-orta sınıf hüviyeti Baro’yu da kendine benzetmişken, açıkladığımız üzere sürünmekle meşgul olan genç avukatın kendini bu çarka dahil etmemesi normal. Ancak herhangi bir seçim programında bu olguyu kıracak bir iddia göremiyoruz da.
Yalnızca Hukukun Üstünlüğü Platformu adayının çılgın projeleri mevcut; Genç avukatlara 3000 lira verilecek, yurtdışı eğitim imkanı sağlanacak gibisinden “hayali” ve problemin aslına odaklanmayan yüzeysel çözümlerden ibaret. Halbuki işçisi de patronu da avukat olan bu sektörde, meslek içi dayanışmanın yolunu aralamak, kolektif ortaklığa ağırlık vermek ne kadar zor olabilir ki? Birilerinin avukatlara şunu hatırlatması gerekiyor: Ekonomik ilişkilerde emek sömürüsü yalnızca ağır sanayi fabrikalarında ortaya çıkmadığı gibi, patron avukatlar da bu zenginliklerini “sadece kendi çabalarıyla” kazanmadılar. Hal böyleyken avukatların sanki yalnızca “devlet politikalarından dolayı” mesleğin hali perişan olmuş gibi davranmaları abes kaçıyor. Büyük resimde neoliberalizmi eleştirmek ve emeğin-emekçinin yanında olduğunu beyan etmek kolay olsa da kişinin bu konuda kendi özeleştirel sürecini tamamladıktan sonra hareket etmesinin tutarlılık ve inandırıcılık adına çok daha doğru olacağı şüphesiz.
*
İkinci temel sebep ise baro seçimleri özelinde Kemalist bakiye ile yüzleşememiş sol geleneğin, sol muhalefete öncülük ettiği iddiasıyla hareket ettiğini görmek. Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar Grubu adayı Several Ballıkaya, İstanbul Barosu Olağan Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada[11] Önce İlke’nin çeşitli absürtlüklerini vurguladı, eleştirdi. Tahir Elçi meselesini dile getirdi. Tutuklanan, dayak yiyen avukatlara karşı İstanbul Barosu’nun pasif kalmasından bahsetti. Bunlara katılmamak mümkün değil. Konuşmasının devamında laiklik vurgusu yapan Ballıkaya, adliyelerde dini törenlerin yerine getirilmesinden, ülke genelinde İmam Hatip okullarının artmasından bahsetti ve Baro’yu bu gelişmelere karşı hareket etmemekle suçladı. Laiklik hususundaki eleştirilerine devam ederek “türbanlı avukat”tan sonra “türbanlı hakim”in de adliyelerde dolaşabildiğini söyledi. Tek kelimeyle trajik bir konuşmaydı. Özgürlükçü bir avukat olduğunu iddia eden başkan adayı, İstanbul Barosu’na bağlı avukatların ezici çoğunluğunun Kemalist olmasının verdiği motivasyonla “Hani laikliği savunacaktınız, böyle mi savunuyorsunuz? Bunlar şeriata karşı mücadele edemediler” demeye getiriyordu.
Türkiye’de sol muhalefetin Kemalizm paltosundan kurtulamamış olması üzücü bir gerçek olarak halen daha güncelliğini koruyor. Bunu en yakın ve yakıcı olarak “antiemperyalizm” ve “laiklik” bahislerinde hissediyoruz. Enternasyonalist düşünceden habersiz, kendi ülkesinin dibine kadar emperyalizme battığını, Kürdistan coğrafyasını sömürdüğünü bilmeyenler yurtseverlik ve antiemperyalizm edebiyatı yapıyor. Laiklik de aynı şekilde, Kemalizmin ilerici mevzileri olarak sol gelenekte kendine yer buluyor.
Sayın başkan adayı Kürt meselesi konuşurken de Kemalizme ve laik eğitim sistemine övgüler dizebilecek mi? Değiştirilen yerleşim yeri isimlerini, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu, bütün bu Kemalist “reformları”, çarpık modernleşmenin vesilesi bir üniter ulus-devletçilik içinden okumamak mümkün mü? Yoksa Kemalizmin iyi yönlerini alıp -laiklik, çağdaşlık vs.-, kötü yönlerini -otoriterlik, totaliterizm, ırkçılık vs.- almamalı mıyız? Her şeyi geçtim, sayın başkan adayına destek veren Kürt hareketinin siyasi temsiliyetini üstlenen HDP’nin başörtülü milletvekilleri (eski milletvekili) Seher Akçınar Bayar ve Hüda Kaya, şu anda başlarında dolaşan cezai kovuşturma tehditleriyle de beraber Several Ballıkaya’dan daha mı az “solcu”durlar?
Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar Grubu, yukarıda Kemalist olarak nitelendirdiğim Önce İlke’ye göre sol-Kemalist bir çizgide bulunmaktadır. Toplumsal mücadele pratiklerinde yer alması bu pozisyonunu gözardı etmemizi gerektirmez. Bu pratiklerde yer almasına “rağmen” bu pozisyonda olması eleştirilmelidir. Aksi takdirde sağ-Kemalizm ile sol-Kemalizm arasında bir tercih yapmaya zorlanırız. Daha da kötüsü Kemalizmin içeriden dönüştürülmesi gibi ütopik-absürt bir amaca hizmet ettiğimiz sanrısıyla esasında Kemalizmin yeniden üretimine çanak tutmuş oluruz. Bu da yüzyıllardır sömürülen, hakları gasp edilen halkların emanetine sahip çıkmamak demektir.
*
Sonuç olarak Baro seçimlerini boykot ediyorum. Avukatlığın belli bir sınıfsal statüyü beraberinde getirdiği gerçeği ve yıllanmış avukatların -en devrimcisinin(!) bile- uğradığı yozlaşma ve çürüme bana en yakın olan grubun bile aslında benden ne kadar uzak olduğunu hatırlatıyor. Sistem karşıtlığımı, sistemin başka şekillerde devamlılığını sağlayacak bir dil üzerinden değil, daha bağımsız, daha çoğulcu ve kapsayıcı bir dil üzerinden kurmanın gerekliliğine inanıyorum.
[1] Kesinleşmeyen sonuçlara göre Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu oyların %54.42’sini alarak başkanlık seçimini kazandı.
[2] 2012 seçimlerinde katılım oranı %76.23’ken, seçmen sayısı 4000’e yakın artmasına karşın 2014 seçimlerinde katılım oranı %68.38’de kalmıştı. 2016’daki seçimlerin kesinleşmeyen sonuçlarına göre ise seçmen sayısı 4.500 kadar artmasına rağmen katılım oranı %65’de kaldı. Seçimlere katılımın zorunlu ve mazeretsiz katılmamanın idari para cezasına bağlandığını da belirtelim.
[3] Bkz. http://www.istanbulbarosu.org.tr/detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=11105
[4] Tahir Elçi’nin ölümü sonrasında Baro’nun yayınladığı trajik taziye mesajı için, Bkz. http://www.birgun.net/haber-detay/istanbul-barosu-ndan-tahir-elci-aciklamasi-96413.html
[5] Bunu övgü anlamında söylemediğimi belirtmek isterim. Detayına aşağıda değineceğim üzere, avukatlık mesleği kendi içerisinde de politik atmosferle bağlantısız, yapısal problemlerle sakat hale gelmiş durumda. Bu problemlerin de çözümü bir meslek örgütü olarak Baro örgütlenmesinden geçiyor.
[6] Bkz. http://istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?ID=9699
[7] 2014 Baro seçimlerinde kendi adaylarıyla seçime katıldılar.
[8] 2012 ve 2014 Baro seçimlerinde kendi adaylarıyla seçime katıldılar.
[9] Staj süresince stajyer avukatların sigortalı bir işte çalışmaları Avukatlık Kanunu’nca yasak.
[10] Staj için gerekli evrak arasından “Beyan Dilekçesi”. Bkz. http://www.istanbulbarosu.org.tr/idariisler/staj_gereklievrak.pdf. Stajyerken aç kalmamak adına Türkiye Barolar Birliği’nin kredisini çekebiliyorsunuz, fakat staj bittikten iki yıl sonra vadesi gelen bu krediyi ödemezseniz hakkınızda icra takibi başlatılabilir, belki de levhadan silinebilirsiniz.
[11] Bkz. https://twitter.com/ozgurlkcucagdas/status/789809539172360192
I- Maksimalist ve püritan bir mücadele yöntemi olarak boykot, kitlesel olarak örgütlenmediği sürece “fare dağa küsmüş” olmanın ötesinde geçemediği gibi, pasifizmi dayatarak statükonun yeniden üretilmesinden öteye geçmiyor. Benzer koşullarda da gördük, mevcut mevzilerin kaybına dahi yol açabiliyor. İlkesel kıymeti ise, pasifizmin ötesinde kendini üretecek zemin bulamıyor.
II- Kemalizm eleştirisiyle siyaset yapmanın anlamsızlaştığı bir vasattayız. Bu eleştiriyi dile getirmesinde hak bulabileceğimiz Kürt Hareketi de “özgürlükçü” kontenjanından Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar listesinden, sol cepheye müdahil. Dolayısıyla yazarın sıraladığı eleştirilerin bence çok bir esamesi yok. Kraldan kralcı olmaya, temsili demokrasiden maksimalist talepler çıkarmaya filan da gerek yok. Bir kafa daha fazla olacaksak olalım. Ayrıca yazarın son paragrafta belirttiği sınıfsallık, Kemalizm örtüsüyle görünmez, tartışılmaz kılınıyor. Bu açıdan kötü bir kategori olduğunu düşünüyorum.
III- Hayatta en çok kazık yediklerimiz, en ilkeli ve adil olmasını beklediklerimiz olabilir. Bu da bize “haklı” olmanın bizi her zaman “hakkaniyetli” kılmadığına dair en iyi derstir. İnsan böyle bir varlık. Bunu kabullenerek ahlaki-politik bir tutum almak en doğrusu. Öte yandan “solcu” avukatların çalışma koşullarının şikayetçi yazar, iktidara yakın bir hukuk bürosunda muhteşem çalışma koşullarına erişirse ne yapacak? Bu yazıyı yutup insancıl çalışma koşullarında, insaniyetten uzak hukuk işçiliği mi imal edecek? Elmayla armutları karıştırmadan tartışmak şart. Mesleki koşulların korkunçluğu ancak mesleki örgütlenmeyle aşılabilir. Ücretli, güvenceli, sömürüsüz staj da genç avukatların da örgütlendiği, seçimlere müdahil olduğu, listelerde söz sahibi olduğu bir yapıda mümkün. Zaten meslek etiğine sahip çıkamayan bir varoluşun hakkaniyetli olması da beklenemez. Sorun kaçmaktan, boykottan değil, cepheyi boş bırakmamaktan geçiyor. Genç-Sen tecrübesi hatırlanabilir yahut genç ttb gibi son derece başarılı örnekler var. Son paragrafın boykot tavrıyla örtüşmediğini düşünüyorum.
i- katılmıyorum. jose saramago’nun “görmek” romanında şehrin insanları seçimleri birbirlerinden bağımsız-habersiz olarak boykot ederler. kimse seçime gitmez. müthiş “körlük” olayından sonra gerçekleşir bu. burjuva demokrasilerinin “yalanlarına” şahit olan insanlar oy kullanmak istemezler.
binlerce genç avukat şahit oldukları olaylardan dolayı baro seçimlerine katılmıyor. bu esasında baro işleyişi ile alakalı politik bir tutumdur. ekonomi politik sebeplerini yazıda sıralamaya çalıştım.
yine yazıda bahsettiğim üzere, bizim için mevzi yok şu anda. genç avukat örgütlenmesi belki bir yere değebilir. onun da imkanları kısıtlı. yabancılaşmayı gözardı etmemek gerek ve genç avukatların bir çoğu zaten çok zengin olacakları beklentisiyle bu yola girdiler; yaşadıkları hayal kırıklığı oldukça büyük..
senin mevzi dediğin şey, genç avukatların tarihsel düşmanına işaret ediyor. ne yapalım? siyasieten liberal mücadelelere fit mi olalım, yoksa meselenin sınıfsal hüviyetine mi odaklanalım? bu biraz da tercih messlesi bence.
ii- kemalizm eleştirine benzer başka eleştiriler de aldım. benim derdim laiklik veya sekülerizm değil.
avukatlık, hukuk fakültesine giriş anlamında zaten vaktiyle burjuva işiydi (bu tespiti marmara hukuk’tan bir hocam yapmıştı, esra demir’e selam olsun), çünkü sınavda matematik vb. çözmek gerekiyordu, fakir ailelerin çocuğu için zor işlerdi bunlar. (kürt hareketinin eskiden beri tanınan avukatlarının çoğunluğu görece burjuva ailelerden gelir mesela, iyi bir örnek.) meselenin türk tarafı ise aynı şekilde kamu memuru-kamu işçisi gibi sistemin zaten kendine dahil ettiği ailelerin çocuklarının kemalist olmasıyla ortaya çıktı, elbette daha “burjuva örnekler” de mevcuttu. zaten seküler kodlarla yetişen insanlar, sol’un bir bakıma “allahsızlık” sayıldığı şu ortamda sola meylettiler; kimi sosyal demokrat, kimi sosyalist, kimi komünist oldu. ortada yaşam tarzlarında bile değişiklik mevcut bulunduğu aşikar esasen ama benim derdim bu değil. bir solcu olarak kemalizmin benim özgürlüklerime müdahale eden dilini kullanamazsın. bunu yapıp benden samimi olduğunu düşünmemi bekleyemezsin. kürtler ittifak ediyor olabilirler, fakat doğrunun bu olduğuna inansalardı demokratik islam kongresi çabaları, hdp’deki durumlar nasıl açıklanabilirdi ki?
“türban” edebiyatı yapmak çiğ bir kemalizmdir. zaten bunun yanında antiemperyalist yurtseverlik de olsa, tamam işte, perinçekçi olursunuz. birinden birini tercih edeceğime, o özeleştiri verip kendini değiştirse daha güzel olmaz mı?
kemalizm eleştirisi yazıdaki sınıfsallığı örtüyor demişsin, kemalizmi de sınıfsallık altında açıklamış olduk.
iii- rüyadan uyanma vakti arkadaşlar, solcu avukatların hayatları gözaltında, cezaevi görüşlerinde geçmiyor. gayet boşanma davası, icra davası, ticaret davası vs. alıyorlar. almak zorundalar çünkü yaşamlarını cmk uygulamalarından gelen parayle idame ettiremezler. şirket vekili olup, işçilere karşı meslek ifa edenler var. eğer burjuva hukuk sisteminin yozlaşmış oluşunu getireceksek ortaya, eyvallah, avukatların bu denli para kazanmaları zaten doğru değil. fakat bu eleştiriyi yapmayıp, bu hukukun her imkanını kullanmak da yine yazıda belirttiğim tutarsızlıklara örnek.
bir insan solcu diye ahlak abidesi olmayabilir. örneğin, kadınlar sadece sağcı iğrenç insanlardan şiddet görmüyor. yani ahlaki anlamda iktidara yakın olmak-uzak olmak yalnızca bu topraklara özgü çelişkiler yumağı olmakla açıklanabilir bence. tabii birinden birini üstün ahlak timsali olarak değerlendiriyorsanız bilemem, ben öyle bir kategorizasyona inanmıyorum.
iktidara yakın hukuk bürosu demişsin de, ben iktidara uzak bir hukuk bürosunda çalışırken bina tahliye ettim. bildiğin kürt emekçi ailesini dairesinden çıkarttık polis marifetiyle, çoluk çocuk perişan oldular. kavga gürültü, ağlama sızlama derken 2000’lerin başında evimize gelen icra memurlarını hatırladım. o kendimden iğrenmişlikte yapabildiğim tek şey polis tarafından gözaltına alınan anasına-babasına ağlayan çocuğu teselli etmek ve “kardeşlerine ablalık yap bakalım” demek oldu. bu emin ol uç bir örnek değil, sen idealize-estetize ettiğin bir avukatlık anlayışına odaklanıyorsun sadece. fakat pratik böyle yürüyor.
dediğine katılıyorum, seçimlerde biz de olmalıyız. emek diyen, neoliberalizm diyen başkan adayı ballıkaya, kendine başlıca gündem olarak türbanla mücadeleyi değil, meslek içi etik ve ahlaki bir üretim ilişkisi konularını seçmeli. belki ilerici burjuvalıklarını doğru düzgün yapmış olurlar. şu haliyle baro’da bağımsız genç avukat örgütlenmesi ise bahsettiğim yabancılaşmaktan dolayı mümkün değil.