Asi Şehir’den İsyanın Şehirlerine
Sabırsızlık zamanlarındayız. Dünyanın dört bir yanında, şehirlerde, ahalinin kıyama durduğu, iktidarlara baş kaldırdığı momentlere tanıklık ediyoruz. Şehrin, bağımsız bir aktör olarak muhalefette rol oynadığı, şehir meselesinin aktif olarak gündeme geldiği, tartışmalara zemin olduğu bir dönemeçteyiz. Memlekette de Gezi, pek çok başka tecrübede (Ayazma, Sulukule, Tarlabaşı, Emek Sineması vb) bastırılan, cılızlaşan, duyulamayan kent muhalefetinin popülerleştiği, yaygın ve etkin bir biçimde görünür olduğu ve somut kazanımlar elde ettiği bir döneme karşılık geliyor. 17 Aralık operasyonunda, TOKİ’nin imajının, Ali Ağaoğlu gibi konut spekülasyonlarının sembol isminin altyapı ihalelerinde dönen dev rantın siyasal iktidara nasıl bir bumerang olarak dönd(ürüld)üğünü göz önüne alırsak, tam da bu noktada, meselenin üstadı David Harvey’e kulak vermek fena olmayacak.
Harvey’in çeşitli dergilerde yayınlanan beş ayrı makalesinden derlenen kitap Lefebvre’in kent üzerine tezlerinin eleştirisiyle açılıyor. Kentsel muhalefeti bütüncül bir bakışla ele alan Harvey, şehir asla sadece şehir değildir, kapitalizme karşı savaşta bir durak, bir araçtır, nihai hedef değildir diyor. Kentsel muhalefetin kolaylıkla indirgenebildiği estetik ve kültürel bir mesele olarak kent hakkı tartışmasını ekonomi politiğe çekmenin zorunluluğunu ısrarla vurguluyor. Diğer bir ifadeyle Levebvre’ci kentsel muhalefetin salt tarihsel kimlik, kültürel korumacılık, estetik bilinç gibi söylemlerle mücadelesinin bizi başarıya ulaştıramayacağını beyan ediyor. Harvey’in bu tezleri bize İstanbul’daki kentsel dönüşüme karşı mücadelemizi tarihi yarımadanın silüeti gibi kültürele indirgenmiş bir söylemle yürütemeyeceğimizi açık ediyor. Kent sermayenin yeni artı değerin soğurma mekanı haline gelmiş, yapı endüstrisi bunun dinamosu olmuşken, tartışmayı siyasal iktisattan soyutlamanın anlamsızlığına vurgu yapıyor David Harvey.
Sermayenin artı değeri, soğurma aracı olarak kenti seçmesi, 19 yy. Paris’inde Haussman’ın meşhur ızgara planlı kentsel dönüşümüyle başlar. Artı sermayenin nereye harcanacağı sorusuna, borçlanmayla finanse edilen Keynezyen bir kentsel altyapı yenileme sistemi kurarak yanıt veren Hausmann “Işıktan menkul şehir”, büyük bir tüketim, turizm ve keyif merkezi haline getirir Paris’i. Bu süreçte işçi sınıfını kentin dışına öteler, şehrin merkezini burjuvaya kazandırır. Fakat bu durum çok uzun sürmez. 1868’e gelindiğinde aşırı genişlemiş ve giderek spekülatif bir niteliğe bürünmüş olan finans sistemi ve kredi yapıları çöktü. Haussman’ın yetkileri elinden alındı. III. Napolyon Bismarck Almanyası’na savaş açtı. Akabinde kapitalist şehir tarihinin en devrimci anlarından biri olan Paris Komünü doğdu. 19 yy. Paris’i kapitalizmin şehirlerde yarattığı ne ilk krizdi, ne de sonuncusu oldu.
Harvey’in kentsel muhalefete en önemli katkılarından biri, finans piyasası ile inşaat endüstrisi arasındaki ekonomik bağları, spekülatif hareketlerin yol açtığı krizleri tüm çıplaklığıyla gözler öne seren iktisadi modellemesidir. Sermayenin yeniden üretiminde kentleşmenin bir birim haline gelmesi, kentin sermaye sahipleri için bir tahakküm mekanına dönüşmesi ve devlet aygıtının bu tahakküm icracısı haline gelmesi bu modelin temel unsurlarıdır. Çin’den Hindistan’a, Brezilya’dan Korsika’ya çeşitli yasal düzenlemeler ve kimi zaman doğrudan kolluk gücüyle yerinden etme, zorla kamulaştırma gibi sert yöntemlerle icra edilen bu politikalar doğası gereği geniş toplumsal mobilizasyonlar yaratmıştır.
Artı değerin emlak spekülasyonları aracılığıyla soğurulması süreci beraberinde ciddi bir kanaat ekonomisinin de patlamasını beraberinde getirir. Ev sahibi olmanın refah ve statü simgesi olması, mülkiyetin makbul vatandaş profiliyle eşdeğer hale gelmesi, 1960’lardan itibaren Amerikan rüyasının banliyölerde bahçeli, garajında arabalı, tek katlı çekirdek aile evlerinde cisimleşmesi Amerika’da bir devlet politikasına dönüştü ve buradan tüm dünyaya yayıldı. Türkiye’de de televizyon kanallarının prime-time reklam kuşaklarının demirbaşı konut reklamlarına baktığımız zaman da aynı statü ve prestij vurgusunu sıklıkla görürüz. Barınmanın temel bir insani ihtiyaç ve hak olmaktan çıkıp, toplumsal hiyerarşi ve statülerin göstereni haline gelmesi, artı değerin kentleşmesi sürecinden de bağımsız düşünülemez.
Harvey konut piyasasındaki rantı açıklarken, artı değerin yerel kültürler arasındaki varyasyonlar ve farklı estetik kökenlere el koymadaki kabiliyetine vurgu yaparak “tekel rantı” kavramını kullanır. Fransız şarap (ve genel olarak gıda) endüstrisi tarafından kullanılan Appellation d’Origine Contrôlée (AOC), sisteminde üretilen şarap (veya gıda maddesi) üretim yerine göre damgalanır ve bu ürün o coğrafi bölge dışında başka bir yerde üretilemez, üretilse dahi o ismi alamaz. Bu uygulama şarap üreticilerinin teruar olarak adlandırdıkları, belirli bir bölgenin iklim ve coğrafi özelliklerinden kaynaklanan farklılıkların, şaraba kazandırdığı kimliğin metalaştırılmasına dolayısıyla pazarlanabilir bir nesneye dönüştürülmesine yöneliktir. Tekelci sermayenin rant mekanizması da benzer bir şekilde, spekülatif hamleler veya altyapı yoluyla üretilen kimlikler (Taksim Topçu Kışlası projesi vb) üzerinden işler. Harvey bu noktada Dünya Bankası raporlarının, imar kuruluşlarının kamuoyu araştırmanlarının, sivil toplum hamlelerinin de çarktaki rolünü vurguluyor. Bilgiyi ve fikri halkın, kamunun yararına değil sermayenin emrine sunan odakları teşhir ederek, kentsel muhalefetin potansiyel kaynaklarının altını çiziyor. Harvey’in vurgusu, siyasal hat ve kökeninden hoşlanmasak da TMMOB, İMO gibi meslek kuruluşlarının raporlama, kamu davası ve benzeri faaliyetlerinin oynadığı rolü bir kez daha hatırlatıyor.
Son bölümde Harvey, Sintagma’dan Tahrir’e küresel isyanlar kuşağının ışığında dünyadaki kentsel muhalefet deneyimlerinden fragmanlarla muhalefetin imkanlarını sorguluyor. Baştaki sermaye ve artı değer vurgusu gibi burada da Harvey işçi sınıfının bu mücadeledeki önem ve işlevinin altını çiziyor. Emek hareketinin mahalle örgütlenmelerinin (Gülsuyu, Gazi, Sarıyer vb) kentsel muhalefet için de nasıl bir zemin oluşturabileceğinden, yeni sınıf oluşumlarının (beyaz yakalılar, esnek kültür endüstrisi çalışanları vb) ve hemşehri gruplarının (Güney Amerikalı maden işçilerinin göçmen yasasına karşı kolektif mücadeleleri) kentsel muhalefetle zorunlu ortaklığından bahsediyor. Bu kesişim, ittifak ve yan yana gelişlerin önemini ısrarla vurgulayan Harvey, kapitalizmin çekirdek hücresi olan kentlerde, üretici sınıfların kenti yeniden örgütlenmesinin bu krizden çıkışının yegane yolu olduğunu beyan ediyor.
David Harvey kent hakkını tekil değil kolektif bir hak olduğunu iddia ederken, kentsel muhalefetin imkanının da kolektifleşmekten geçtiğini söylüyor. Tam da bu noktada başa dönersek, Harvey, Levebvre’in Kent Hakkı ve Şehir Devrimi metinlerindeki tezlerin reformist açmazlarına değinirken buradan devrimci bir perspektife dönüşün zorunluluğuna işaret ediyordu. Bu noktada bizi davet ettiği zemin ise siyasal iktisadın aygıtlarını yeniden ele alarak, sınıf ve sermaye temelli bir şehir siyasetinin söylemini inşa etmekten geçiyor. Harvey’in bu eleştirisi meselenin naif muhafazakarlıklarla, liberal siyasetin haklar vurgusuyla, kapitalizmden soyutlanmış bir kent hakkı söylemiyle çözülemeyeceğini bir kez daha aşikar ediyor. Umulur ki akıl sahipleri bu çağrıya kulak verirler.