AKP’nin Ailesi
Cem Yılmaz’ın son filmi, insan olmaya çalışan bir robotun hikayesi. Robot, bir vesile 1960’lara ışınlandıktan sonra, burada aşkla tanışıyor ve insan olmanın bir yolunu buluyor. Fakat, tek başına aşk değil, kaybolmuş mahalle, ilişkiler, insani değerler arasında yeşeren bir insanlaşma hikayesi bu. Geçmişin, iyi olduğu kabul ediliyor ve piyasa tıpkı Cem Yılmaz’ın yaptığı gibi, geçmişi nostaljik bir şekilde üretiyor ve bu ürün(ler) eskiyi, eskinin güzel günlerini (belki asr-ı saadetini) arzulayan kitleye satılıyor. Söze Cem Yılmaz’ın filminden girdik ama burada söz konusu olan şey, filmin iyiliği/kötülüğü ya da 60’ların mahallesinin ve insanlarının iyi/kötülüğü değil. Burada söz konusu olan bir semptom. Bu semptomu, hayli uzunca bir zamandır reklamlarda, dizilerde (bilhassa TRT dizilerinde), filmlerde görmek mümkün. Zikrettiğimiz film bu semptomun, en kompakt en endüstriyel ve en piyasa şekli.
Bu nostaljiyi, bu piyasa işlerinde semptomatik hale getiren şey ise, bu ürünlerin belirli bir bağlamda üretilerek, aynı zamanda AKP’nin ve sağ muhafazakarlığın sosyo-kültürel diskurunu tahkim etmeye çalışıyor oluşu. Bu bağlam ise, merkezinde AİLE ve ailenin muhafazasının durduğu, mahalle, samimiyet, arkadaşlık, dürüstlük, dindarlık, vb. mefhumların bu merkezin yörüngesinde döndüğü bir sistem tarafından oluşturuluyor.
Peki aile görsel ve işitsel düzeyde neden böylesine imal ediliyor?
Bunun yanıtı basit, aile, bilhassa AKP eliyle, neo-liberal dönemde, son derece muhayyel hale gelmiş, getirilmiştir.
Aile dediğimiz şey, bilhassa Türkiye’de, sınıf ve sosyal devlet yapıları ile yakından alakalıdır. Geleneksel aile yapıları, bilhassa kırsalda yaşayan köylüler ve kentlerin çeperine tutunmuş gecekondu yoksulları arasında sürdürülmüştü. Çözülmenin miladını, (artık ne kadardıysa) Türkiye sosyal devletinin çözülmeye başladığı 24 Ocak iktisadi ve 12 Eylül siyasi kararlarıyla tarihlemek mümkün. 14 Nisan ve 28 Şubat krizleri kartopunun ivme kazandığı başka önemli duraklar ama kartopunun çığa dönüşmesi AKP döneminde gerçekleşti. Zira, Ecevit-Derviş tarafından tarımın-sanayinin neo-liberal hukuka uyumlu hale getirilmesi için verilen sözler (tarımın ve sanayinin tasfiyesi esnek ve sendikasız çalışma, sosyal devletin etrafında kümelenmiş vatandaşlık haklarının tasfiyesi vb…) AKP marifetiyle hayata geçirildi.
Bakanlıklara bağlı sözleşmeli (ama sigortasız kaçak işçiler) eleman alımları, işkura bağlı geçici işçilik, kredi ve kredi kartına bağlı borçlanma, esnek üretim ve çalışma, tarım toplumunun hızla kent yoksulları lehine çözülmeye devam etmesi… Tüm bu toplumsal hareketlilik yalnızca sınıfları değil, aileyi de parçalıyor. Aile bireylerinin geleneksel rollerini, anne (ev) baba (ekonomi) çocuk (eğitim/çıraklık) gibi rollerini aşındırıyor ve herkes kendi borcundan mesul [1]Türkiye’nin nüfusu 31.12.2015 itibarıyla; 78.741.053 kişi olarak açıklandı (TÜİK- Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi 2015 sonuçları). Bu nüfusun 53.359.594 kişiden oluşan bölümünü çalışma çağındaki (15-64 yaş) grubu oluşturmaktadır. Bu rakam Türkiye’de nüfusun yüzde 67,8’inin çalışma çağında olduğunu göstermektedir. Vatandaşlarımızın 2002 yılı sonunda, bankaya olan borcu 6,6 milyar lira iken, 2015 sonunda bankaya olan borç 384 milyar lira olmuştur. Bu rakamın ayrıntısına baktığımızda tüketici kredilerinin 2,3 milyardan 306 milyara, kredi kartı borcunun ise 4,3 milyardan 79 milyara çıktığını görmekteyiz. Bu rakamlara göre tüketici kredisi borcunun 135 kat, kredi kartı borcunun ise 18 kat artmış durumda. 2015 yılı sonu itibarıyla vatandaşın bankacılık sistemine olan borcu toplam 385 milyar liradır. https://www.sozcu.com.tr/2016/ekonomi/vatandas-borc-bataginda-1156259/ kendi gemisini kurtarmaya çalışan kaptanlara dönüşüyor ve böylelikle yalnızca esnek üretim değil, gayri meşru işkollarına büyük bir hızla ciddi bir genç nüfus (konsomatris, torbacı, tahsilatçı, dolandırıcı, hırsız vb..) istihdam ediliyor.
Üstelik, memleketin, böylesine bir çürümeyle yüz yüze gelmesinin mesuliyeti yalnızca uluslararası neo-liberal ekonomi politiğin (ya da isterseniz muktedirlerin lisanıyla, faiz lobisinin diyelim), Türkiye üzerinde yarattığı basınç ile açıklamak işin en kolayı. Bunun ötesinde, bu ekonomi politiğin yoksullar ve onların aleyhine ekstra bir basınç yaratmasının sebebi, AKP’nin kendisine yakın gördüğü, ya da uyguladığı ekonomi politiğin önemli sektörlerini, kimi diğer sektörlere tercih etmesi ve bu tercihi yaparken, bu sektörlerde kümelenmiş olan sosyal-sınıfsal yapıyı iflasa ve gayri meşruya sürüklemesi.
Örneğin, HES’lerin ve madenlerin geleneksel tarım toplumuna ve o hep övünülen Anadolu irfanına karşı bir ölüm vuruşu olduğu aşikar, ya da kentsel dönüşüm hamlelerinin kentlerin çeperine tutunmaya çalışan yoksul haneleri inşaat firmalarının lehine tasfiye ettiği herkesin bildiği bir sır. Ama belki de en ironik ve gözden kaçan konu, dini bayramların turizm lehine dizayn edilmesinin ardından, maişetini dini bayramlara göre ayarlamış olan toplumsal kesimlerin (kurbancı/adakçı, şekerci/tatlıcı vb..) iflasa sürüklenmesi.
Turizmin içine düştüğü darboğazdan çıkışın geçen yılki reçetesi, alt orta sınıfların bayram tatilini uzatarak, tur şirketlerine yönlendirmek, kurban kesmenin yerine tur paketi satın alınmasını sağlamaktı. Tarım ve hayvancılık bakanlığının uyguladığı yanlış politikalarla, zaten dara düşmüş olan hayvancı ailelerin binlercesinin, geçtiğimiz kurban bayramı sonrası iflasa ve gayri meşruya sürüklendiğini söylemeye gerek var mı? Medya, kaçan kurban kovalayan acemi ahali hikayesini çok seviyor.
Peki medyanın, Denizli’de, Antalya’da hayvan pazarında kurulan çadırlarda elde kalan kurbanlıklarından dolayı iflas eden ve hüngür hüngür ağlayan insanları görmesi için, daha kaç çadırda kaç kişinin intihar etmesi gerekecek?
Satılmayan hayvanların, para etmeyen mahsulün, borç batağında çırpınan esnafın, AKP’nin her şeyin merkezine koyduğu AİLE’yi de iflasa sürüklediğini görmek için, daha kaç kadın batağa sürüklenmeli, kaç yoksul böbreğini satışa çıkarmalı, kaç erkek mafyaya kurban verilmeli?
Ya da, AKP’nin zelil olmuş ailesini gizlemek için daha kaç nostaljik hikayeye ihtiyacımız var?
Dipnotlar
↑1 | Türkiye’nin nüfusu 31.12.2015 itibarıyla; 78.741.053 kişi olarak açıklandı (TÜİK- Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi 2015 sonuçları). Bu nüfusun 53.359.594 kişiden oluşan bölümünü çalışma çağındaki (15-64 yaş) grubu oluşturmaktadır. Bu rakam Türkiye’de nüfusun yüzde 67,8’inin çalışma çağında olduğunu göstermektedir. Vatandaşlarımızın 2002 yılı sonunda, bankaya olan borcu 6,6 milyar lira iken, 2015 sonunda bankaya olan borç 384 milyar lira olmuştur. Bu rakamın ayrıntısına baktığımızda tüketici kredilerinin 2,3 milyardan 306 milyara, kredi kartı borcunun ise 4,3 milyardan 79 milyara çıktığını görmekteyiz. Bu rakamlara göre tüketici kredisi borcunun 135 kat, kredi kartı borcunun ise 18 kat artmış durumda. 2015 yılı sonu itibarıyla vatandaşın bankacılık sistemine olan borcu toplam 385 milyar liradır. https://www.sozcu.com.tr/2016/ekonomi/vatandas-borc-bataginda-1156259/ |
---|