Affet Bizi Oğlum!
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.
Ece Ayhan
Bugün yine hüzünlendim, yine 16 yaşıma döndüm bugün. 1978 yılı bir bahar günü, ya Cumartesi ya Pazar evden ekmek almaya çıktığımda neler yaşayacağımı elbette bilemezdim. Gözlerim hala uyku mahmurluğundayken, bir anda gördüklerim karşısında adeta donup kaldığımı hatırlıyorum. Yolun karşısında eski Amerikan arabalarından biri muhtemelen Chevrolet, uzun kuyruklu, kırmızı renkli bir otomobili bir anda durdurdular. Bir grup genç üzerlerinde parkalar var, haki renkli, favoriler, saçlar uzun, ayakta kot pantolonlar, arabanın etrafını çevirdiler. 20’li yaşlarda bir genci zorla indirdiler, kıyasıya dövmeye başladılar. Nasıl bir dayak ama yumruklarla başlayan dayak o genç yere düştüğünde tekmelerle devam etti. Yerde ölü gibi yatan çocuğa canhıraş vuruyorlardı, gözlerindeki kini bugün bile hissedebiliyorum. Korkumdan donup kaldığımı, hareket edemediğimi hatırlıyorum. Sonra çocuğu öylece bırakıp kaçtılar, onlar gittikten sonra çevreden birkaç vatandaş geldi, yerde yatan delikanlıyı bir taksiye atıp, hastaneye gönderdiler. Ekmeği alıp eve geldiğimde hala titriyordum ve heyecan içinde ev ahalisine gördüklerimi anlattım. Sonra, daha doğrusu ertesi gün o çocuğun öldüğünü öğrendik, tabi kimse bulunamadı, 12 Eylül öncesinin faili meçhullerinden biri olarak kaldı.
Devamlı kendi kendime şunu soruyordum, bir kişinin üzerine bu kadar insanın saldırıp onu öldüresiye dövmesinin herhangi bir haklı gerekçesi olabilir miydi? Hangi din, hangi ideoloji, hangi mezheb, hangi etnik aidiyet nedeniyle birkaç kişi bir araya gelip, gencecik birini böyle döverek öldürebilirdi? Biz yıllarca Türk filmlerinde iyi adamların, kötülerle tek başına nasıl mücadele ettiğini seyredip, ellerimiz patlayıncaya kadar alkışlamamış mıydık? Nasıl oluyordu da böyle bir hali seyredebiliyorduk, hiç birimiz müdahale edemiyorduk ve o gençler nasıl oluyordu da bir başka genci döverek öldürebiliyorlardı?
Gezi Parkı protestoları sırasında 2 Haziran gecesi Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz, bir grup polis ve sivilin saldırısına uğruyor, 38 gün komada kaldıktan sonra can veriyordu. Evet, 19 yaşındaki gencecik bir çocuk, kendisine kamu düzeni sağlamak için bu memleketin gariplerinden toplanan vergi ile maaş verilen polisler tarafından dövülerek öldürülüyordu. Gencecik bir çocuğu 4-5 kişi döverek öldürüyordu. Ali İsmail, “Yapmayın, vurmayın!” demesine rağmen hiç acımadan, gözleri dönmüş bir şekilde dövüyorlardı. Sonra o genç komada 38 gün can çekişiyor ve ruhunu teslim ediyordu.
Önce olayı gizliyorlar, görüntüleri gizliyorlar, hatta tahrif ediyorlardı. Vali, emniyet, Hastane ve Üniversite elbirliği ile suç ortaklığı yapıyor, bütün delilleri gizliyorlar ve katilleri koruyorlardı. Aylar sonra Gazeteci İsmail Saymaz’ın gayretleriyle Jandarma Kriminal’in laboratuvarlarında üzerindeki tahrifat giderilen görüntüler basına yansıyor ve sadece bir polis hakkında dosya açılıyor, olayın diğer sorumluları ile ilgili tek bir soruşturma açılmıyordu. Üstüne üstlük mahkeme memleketin en muhafazakar iline sürgün ediliyordu. İnsanların mahkemeye gelmemesi için olağanüstü tedbirler alınıyordu. Bugün mahkemesinin ilk duruşması vardı.
Mahkemeden basına düşen bir iki anekdot aktararak devam edeyim.
Anne Emel Korkmaz, sanıklara Ali’nin fotoğrafını tutarak “Buraya bakarak konuşun” diyor ve “Oğluma bakarak konuşun. Nasıl kıydınız oğluma? Ne yaptı size, ırzınıza mı girdi, çocuklarınızı mı dövdü? Annelerinizin yüzüne nasıl bakıyorsunuz?” diye bağırıyor. Sanıklar ”Ali İsmail bize küfrediyordu” diyor. Buna karşı tanıklar ise “Ali İsmail ‘Yapmayın etmeyin’ diye yalvarıyordu” diyorlar. İddianame okunurken Ali İsmail’in babası da ”Nasıl yaptınız bunu oğluma” diye haykırıyor. İddianamede tanıklar Ali İsmail’i döven polislerin ”İyi stres attık” dediklerini de belirtiyorlardı.
Evet, bir genci öldürmüşler, çok güzel stres atmışlardı. Tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi, devletin kendilerine verdiği yasal gücü bir gencin üzerinde deneyerek stres atmışlar, evlerine neşe içinde dönmüşlerdi. Helal bir şekilde kazandıkları maaşları ile çocuklarına gönül rahatlığı ile rızık götüreceklerdi. Görevlerini yerine getirmenin ferahlığı içindeydiler.
Acaba o görüntüleri bir daha seyretmişler midir, gencecik bir çocuğu 5-6 kişi ölesiye dövmenin hazzını yaşamışlar mıdır? Acaba kendi evlatlarına böyle bir muamele yapılsa yine bu kadar rahat olurlar mı?
Bizler çocukluğumuzdan itibaren Hz. Peygamber’in, Ashab-ı Kiram’ın, Dört Halife’nin, Ehli Beyt’in hikayelerini dinleyerek büyüdük. Bir savaş esnasında yere düşürdüğü düşmanının yüzüne tükürmesi üzerine, onu öldürmekten vazgeçip, “Öfkeme kapılabilir, nefsime yenik düşebilirdim” diyerek düşmanını ayağa kaldıran Hz. Ali’yi biliyoruz. Acaba katiller de biliyorlar mıdır? Hiç utanırlar mı acaba? Mesela Tahrir Meydanı’nda keskin nişancılar tarafından kalleşçe katledilen o masum kızcağız Esma için gözyaşı dökenler, dövülerek öldürülen bir komşuları için yüreklerinde bir sızı duymuşlar mıdır? Yahut Esma’nın babasına yazdığı mektubu okurken gözyaşlarına hakim olamayan Başbakanımız dayak yiyerek öldürülen kendi vatandaşını görüntülerini izleyince vicdanı şöyle bir cız etmiş midir ne dersiniz?
Ali İsmail bu ülkede canına kıyılan onlarca gençten biri olarak tarihe geçti, hem de en aşağılık şekilde öldürülenlerden biri olarak. Bu çocuklarımızı koruyamadığımız için Allah bizleri affetsin. Biz katillerini ne unutacağız, ne de affedeceğiz.
Ece Ayhan’ın dizeleri kendi bağlamında olmasa da, burada hepimizin hissiyatını özetleyen bir yere oturmuş.
Ece Ayhan’da bir siyaset bulunacaksa bu madunun siyaseti olur zaar, boyun eğdirilmiş olanı kendine has bir dille günyüzüne çıkarmak bugün yapılabilecek en masum ve belki sağ olmayan tek siyaset biçimi değil mi?