Aaron Bushnell’in “Müstesna” Çağrısı
“Artık soykırımın suç ortağı olmayacağım. Aşırı bir protesto eyleminde bulunmak üzereyim. Ancak Filistin’de insanların sömürgecilerin ellerinde yaşadıklarına kıyasla bu hiç de aşırı değil. Yönetici sınıfımızın normal olduğuna karar verdiği şey bu.”
Resmi ideolojilerin sunduğu tarih kavrayışı her zaman kahramanları, liderlerin kendi tercihlerini ön plana çıkarır. Öyle ki, eskinin menakıp anlayışı herkesin hikayesi olmaya talip bir anlatıyı rehber olarak bize sunarken, modern devletlerimizin tarihçileri kolay kolay “o” olamayacağımız liderleri, hakkı verilemez kahramanları bize anlatır, üstüne de bir toplumun kurtuluşundan geçen başarıyı bu kahramanların avucuna bırakırlar. Halbuki her zafer, arkasında ismi bilinmeyen onlarca “kahramanı”, kahramanlığın sıradanlığını saklar. Filistin direnişinin bütün dünyaya kafa tuttuğu bağlam da budur işte; kahramanların, kurtarıcıların bu sıradanlığın içinden çıkması, ismini bilmediğimiz binlerce kişinin bir mücadeleyi ilmek ilmek örüyor olması.
Aaron’ın eylemini söylediklerinden bağımsız düşündüğümüzde, bu bağlamı ıskalamasının oldukça muhtemel olduğunu düşünebiliriz. Çünkü bu eylemi bir tahammülsüzlüğün ürünü ve “emperyalizmin kalbinde” yalnız bir çığlık olarak değerlendirmek pek tabii mümkün. Ama bu eylemi Filistin halkı için bir feda eylemine dönüştüren asıl unsur, bana kalırsa Aaron’ın söyledikleridir. Onun eylemi yukarıda alıntıladığım sözlerle kendini tamamlıyor. O, bir tahammülsüzlüğün sonucu olarak kendini öldürmedi. Bilakis Aaron, egemenlerin sürekli dayattığı zilletin içinden, emperyalistlerin özgürlük için savaşmayı bir kaide olarak dayattığını gösteren bir saldırı gerçekleştirdi. Aşırılığı ve itidali Batılı toplumların gündelik hayatlarından ölçmeye kalkışanlara karşı bir cevap verdi. Başka bir deyişle, herkesi egemenlerin açtığı oyun alanında üstü örtülü kaideyi işaret etmeye davet etti: özgürlüğü için yananlardan olmak ezilenlerin dünyasında sıradanlığın ta kendisi.
Walter Benjamin, bahsi geçen istisna (olağan dışı) ve kaide (sıradan) diyalektiğini, faşizm koşulları bağlamında şöyle, çok güzel aktarıyor: “Ezilenlerin geleneği gösteriyor ki, içinde bulunduğumuz olağanüstü hal istisna değil, kuralın ta kendisidir.” Bir başka deyişle, koşulları yahut tarihi kimin hikayesinden konuşmaya meyyalsek, hikayenin kahramanını öyle belirleyeceğiz. Buna karşı ise “gerçek olağanüstü hali yaratmak bize düşen bir görevdir.”
Benjamin, Tarih Kavramı Üzerine’de egemenlerin sürekli işaret ettikleri istisnanın, easasında onların kaide olarak dayattığı “gerçeklik”ten zuhur ettiğini anlatıyor. Bununla beraber, ellerinden gelen her türlü imkanla sürdürdükleri katliam, soykırım ve sömürü faaliyetlerinin egemenler için istisna halini alması, ancak ezilenlerin direnişiyle karşılaştıklarında mümkün oluyor. Bu katliam ve sömürü ise, bilhassa Filistin halkının gündeminde, ne bir istisna ne de alışılmışın dışında. Fakat bunun karşısında, herkesin özgürlüğü için yandığı bir sıradanlığın içerisinde işgalciyi hezimete uğratmak, işte bu müstesna bir atılım. Çünkü emperyalist Batı devletleri için müstesna olan İşgal devletinin soykırımı sürdürmesi değil, planlarını baltalayan, sıradanlığı bozan, sıradan bir günde işgalcilerin ölmesini sağlayan şey. Herhangi bir İsraillinin güveninin alt üst olması örneğin.
Aaron’ın eylemi bu bağlamda konuşulmaktan pek çok kez kaçınılan bir hakikati ortaya koymakta. Emperyalizmin kalbinde, bir çağrıyı üstlenmekte Aaron: Özgür Filistin için yanıyor olmak hiç de aşırı bir eylem değil. Egemenlerin sürekli öğütlediği gerçeklik aksi olsa da Filistin’de dövüşen binlerin hikayesini görmek, onların geleneğinin işaret ettiği kaideyi ve istisnayı görmek gerekiyor. Yani Aaron kardeşimiz, Filistin’de dövüşen kardeşlerimizle birlikte haşrolunmak istiyor. Hikayenin yazarlarının, sırtlanıcılarının onlar olduğu bilinciyle.
Bu noktada hatırlamamız gereken de sanıyorum, tarihe dönüp baktığımızda Allah-u Teâlâ’nın bize Asr suresi vesilesiyle söyledikleri oluyor. Asr suresinde anıldığı şekliyle, bu akıp geçen yılların kaidesi “insanlığın hüsranda oluşu”. Buna karşın, istisna olmanın yolu inanmaktan, erdemli işlere koyulmaktan ve hakkı ve sabrı tavsiye etmekten geçiyor. Hakkı bilip sabredenlerden olmak bizi müstesna kılmaya yetmiyor, bunu örgütleyenlerden olmak gerekliliği hatırlatılıyor. Müstesna olanlardan olmak zorundayız.