10. Yılında Alternatif Bir Siyaset Olarak Emek ve Adalet Platformu
Arkadaşımız Bedri Soylu, “Maksadım bir 10. yıl anması olan bu yazıda şahit olduğum ve katıldığım kadarıyla Emek ve Adalet Platformu siyasetinin çıkış kimliğine ve dönüşümüne dair bir şeyler yazmak, sonra sırası ile potansiyelleriyle ve tekabül ettiği sahicilikle birlikte imkânlarına değinmek.” dediği yazısını Emek ve Adalet’in onuncu yılı için kaleme aldı. İlginize sunuyoruz.
Herhangi bir yeni siyasallık kendisini mevcutlardan ayırmak için bir tarife ve konumlanmaya ihtiyaç duyar. Alametsiz siyaset tabir yerindeyse kimliksizdir. Kimlikten kastım siyasal alanda vurgulanan kimlik siyaseti terkibinden başka bir şey; Türklük, Kürtlük, Sünnilik, Alevilik, İslamcılık, Sosyalistlik gibi bir ilk etapta akla gelen mefhumlar değil, bir nevi karakter… Mevcutlardan biraz ayrıksı, biraz sıra dışı, karakteri kendinden menkul… Eğer alternatif siyasal bir hat teklifiniz ve arzunu varsa bu farklılık birilerinin ne söylediğinize kulak kesilmesi için gerekiyor. Maksadım bir 10. yıl anması olan bu yazıda şahit olduğum ve katıldığım kadarıyla Emek ve Adalet Platformu siyasetinin çıkış kimliğine ve dönüşümüne dair bir şeyler yazmak, sonra sırası ile potansiyelleriyle ve tekabül ettiği sahicilikle birlikte imkânlarına değinmek…
***
Platform ilan edildiğinde (17 Nisan 2011 tarihinde Fatih’teki Renk Düğün Salonu’nda Muhammed Bouazizi anısına yapılan Ortadoğu’da ve Türkiye’de Emek ve Adalet Mücadelesi başlıklı sempozyum) bazı haberler bu yeni teşekkülü “İslamcılar ve Sosyalistler birleşerek siyasete giriyorlar” gibi bir takdim ile sunmuştu. Eksik bir takdim ve okumaydı bu ancak o dönemde platformda da buna karşı yazılı bir çıkış yapılmamıştı. Bununla birlikte bu görüntü ister istemez bir takım ilgilerin de odağına yerleşti. Sonraki aylarda yaza denk gelen Ramazan’da lüks otellerin önünde, pahalı iftar sofralarını protesto etmek amacıyla tertiplenen ve bir anda ülkenin gündemine oturan eylemler/etkinlikler ise Platformun siyasal alanda bilinir olmasına neden olmuştu. İftar fikri arkadaşımız Özgür Kaya’dan gelmişti. İftarlara hazırlanırken Osman Bostan’ın ve Saim Eroğlu’nun bir istişare ve sesli düşünme sırasında geliştirdikleri sloganda karar kılmıştık: “Dünya nimetlerini parselleyenlere inat, yeryüzü sofrasını açmaya geldik!” Slogan ötekisiz, pozisyonunu belli eden, davetkâr ve cüretkârdı. Mesele ettiğimiz şeylerin müthiş bir özetini sunuyordu. Bu sloganda geçen yeryüzü sofrası vurgusu ve iftarların formatı, Gezi’den sonra iyice meşhurlaşan Yeryüzü Sofraları etkinliklerine de kaynaklık etmişti. Hala bu iftarlar bence ülke tarihinin en sıra dışı ve kıymetli hadiseleridir. İlkini Beşiktaş’ta sonraki iki tanesini Taksim Gezi Parkında yaptığımız bu iftarlardan sonrası, Platform için öncesinden çok daha hızlı ve rüzgârlı bir dönemin başlangıcıydı. O dönemde AKPli yıllarda Gezi Parkı’nın ilk siyasallaşan etkinliğini yapacağımızı bilmiyorduk. İftarları Gezi İsyanı’nın başlamasına neden olan, kesilmesi düşünülen ama kesilemeyen ağaçların yanında ve yakılan çadırların kurulduğu yerde yapmıştık.
Kanaatimce Platform iftarlardan sonra ortaya çıkan rezonans gücünü bu gibi kamusallıklardan çok iftarlar öncesindeki bileşenlerden ve çoğulculuğundan alıyordu. Bu kamusallıklar daha çok bir takım gayretlerin birikerek somutlaşmasıydı diyebiliriz. Hatta iftarlarda İslami bileşen sayısı güçlü bir profil sergilesin diye eşbileşenimiz olan ve iftarları beraber örgütlediğimiz Özgür Açılım grubu ile birlikte bir dizi görüşmeler de yapmıştık. Hatırladığım kadarıyla görüntü şöyleydi; AKP ile bir dizi ilişkiler geliştirmiş ve geliştirmekte olan İslamcılardan anlamlı bir teveccüh görmedik ve bunlar görüşmelerin çoğunluğuydu. İhsan Eliaçık bütün desteğini ortaya koydu, zaten mütemadiyen kendisiyle görüşmekteydik ve bize en başından beri destek veriyordu. Sonraki yıllarda bizimle kurdukları ilişki nedeniyle AKPli tabanının muhalefetine maruz kalıp, zamanla kendi tabanının güdümüne giren ve parti ile kurdukları kirli ilişkinin bir neticesi olarak bazı arkadaşlarımızı mecralarından tasfiye eden Mazlumder çevresi ufaktan bir katkı sunmuştu. İslamcı çevrelerle bağı iyice kopmuş olan hala muhalif pozisyonunu koruyan TOKAD/Tasfiye Dergisi çevresi hem İstanbul’da hem de taşrada sahiplendi ve benimsedi. Haksözcüler cepheden karşı konumlanarak yer yer etik dışı çıkışlar yaptılar. Dindarlığın komünal ve paylaşımcı köklerini bilen ve yaşayan insanlar ise oldukça sahiplendiler. Hülasa ana akım İslamcılar ve AKP siyaseti müstehzi ve mesafeli bir tutumu koruyarak izlemeyi ve olabildiğince istifade etmeyi gözettiler. İftar organizasyonu özelinde durum böyleydi ancak Platform’a bir kaynaklık teşkil ettiklerini söyleyemeyiz. Kurucu bileşenler içinde İslamcılar yüksek bir oranda değildi.
***
EAP tartışmalarının başladığı dönem fiilen Ağustos 2010’dur. 100 kişiyi geçmeyecek bir mail grubu üzerinden yapılan bazı tartışmaların neticesinde 2011 başlarında ortaklaşılan bir ilkeler metni çıkmıştı. Yani Aralık 2010’da işsizlik, yozlaşma, kapitalizm ve daha birçok meseleyi protesto etmek için kendini yakan Muhammed Buazizi’nin Tunus’ta ateşlediği Arap Baharı’ndan önce olgunlaşan bir siyasal arzuydu EAP. Platformun başlangıcının, Arap Baharı gibi küresel ölçekte bir isyan dalgasına ilham veren ve bence, şimdilerde neo-liberalizmin ilk denendiği yer olan Şili’deki iktidar değişimine kadar uzanan bir süreçten önce olması önemli. Böyle olması EAP fikrini arzulayanların, yaklaşan ve değişen bir çağın ayak seslerini işitmesi anlamına da gelecektir.
Sonrasında daha somut bir görüntü için bahar aylarında tertiplenen sempozyum, EAP’ın teklif ettiği ya da edeceği siyaseti ve fikirleri, göstermesi ve temsil etmesi amacıyla mütevazı bir bütçe ile, katılımcı çeşitliliği geniş bir ortamda tertiplendi.
Bununla birlikte bir ön-gelişmeyi de vurgulamak anlamlı ve gereklidir. Ağustos 2010, aynı zamanda Has Parti tartışmalarının da yapıldığı bir dönemdi, parti 1 Kasım 2010’da kuruldu. Has Parti bazılarınca Müslüman-sol olarak tariflenen bir yüksek siyaset teklif ediyordu. Partide EAP fikrini destekleyen çokça isim vardı. Hatta Platform’un kuruluş fikrini ortaya atan, sosyalist çevrelerin yakından bildiği Zeki Kılıçaslan ve desteğini hep sürdüren Mehmet Bekaroğlu gibi önemli figürler partinin genel başkan yardımcısıydı. Haliyle bu partiyle birlikte düşünüldüğünde bazıları EAP için “Has Parti’nin genç sivilleri” demekteydi. Bu konuşmalar dar çevrelerdeki bir muhabbet konusu olarak kaldı. Ancak öyle olmadığını biz içinde olanlar olarak gayet iyi biliyorduk. Hatırladığım kadarıyla Has Parti’yi bazı insanlara ulaşma için bir vesile olmaktan başla bir anlamda görmüyorduk, ben öyle görüyordum en azından. Zaten partinin nefesi de çok uzun sürmedi. EAP, Numan Kurtulmuş’un AKP’ye geçişinden pek de ağır bir hasar almadan çıkabildi. Platform ekonomik ve fikri olarak bağımsız bir hatta sahip olmanın gücüne sahipti.
***
Hülasa EAP başlangıçta, İslamcılar ve Sosyalistlerin biraradalık arayışından biraz başka bir şeydi. Ve ayrıca HAS Partinin arka bahçesi de değildi, peki neydi? Bu sorulara muhtelif cevaplar verilebilir ve şüphesiz bir takım yakın ağların buluşmasıyla şekillendi ama temelde bir takım rahatsızlıkların ve çıkış arayışlarının bir araya getirdiği bir yapı olarak mesafe aldı. Birbirine pek de benzemeyen ve çok farklı geleneklerden koparak birleşen bir yapı teşekkül etti.
Ülkedeki muhalefette yer alan siyasi grupların sergiledikleri iletişimsiz, öğrenme kabiliyetinden yoksun, hiyerarşik, halkçılıktan uzak ilh. karakterden başka bir hat gerekiyordu. Birbirine kağıt üzerinde pek de benzemeyen kurucular bu gibi arzulara sahipti. İslamcıların siyaset yapma pratiklerinden ve muhtelif duyarsızlıklarından (emek siyasetine mesafe, patriarkal örgütlenmeler, Kürt meselesinde devletçi tutum, ırkçılık, mezhepçilik, kapitalizme cepheden karşı çıkmama, halkçı olmama gibi gibi) sebep başka bir siyasetin gerektiğini düşünenler ve sol siyasetin sekter ve bence fevkalade feodal kimlikçiliğinden sıkılarak yeni bir toplumsal ve antikapitalist siyaseti arzulayanların biraraya gelişinden oluşan yeni bir terkipti. Farklı kesimlerden gelen insanlar kendi kimliklerini koruyarak masaya oturmaktan çok, geldikleri geleneklerin yetersizliği ön bilgisiyle birlikte imkânlarını da masaya koyarak buluştular. Başlangıçta, anarşist, ateist, İslamcı, milliyetçi, Stalinist, Leninist, feminist, örgütlerle geçmişi olan insanlar yer almıştı. İslamcı ve Kürt sayısı da hayli azınlıktaydı. Ayrıca bu çeşitlilik Platformda uzunca bir süre korundu.
EAP’ın tam olarak ne olduğunu ve muhtemel imkânlarını görebilmek için ayrıca kuruluş tartışmalarının yapıldığı zamandaki birtakım durumları konuşmak anlamlı olacaktır. 2010 yılı, 2008’de başlayan ve bence hala süren kapitalizmin son büyük küresel krizinin ülkemize dokunmaya başladığı bir zamandı. Bununla birlikte muhalif sol siyasetlerin tabir yerindeyse anti-halkçı ve pis örgütçü tutumları nedeniyle bir türlü bağ kuramadıkları örgütsüz işçilerin seslerini daha çok yükselttikleri bir yıldı. Farklı sol neşriyatların katkı sunduğu sol ilahiyat ve kurtuluş teolojisi tartışmaları özellikle AKP ile hayatımıza saldıran kapitalist siyasetinin kristalize edilmesine vesile olabilir mi düşüncesi konuşulmaya başlamıştı. Ayrıca Kürt siyaseti ülke gündeminde belirleyici ve itkileyici bir pozisyona doğru ilerliyordu. Ucu HDP’nin kuruluşuna ve %10 bandında bir oya ulaşmasına kadar varan bu siyasal süreç, bize ve herkese değen çözüm süreci tartışmalarını da barındırıyordu. O yıllarda gelişen bu gibi görüntüler EAP’ın siyasal macerası boyunca muhtelif etkileriyle karşımıza çıktı.
Temelde bir takım karşı çıkışların ve rahatsızlıkların birleşimi olsa da Müslüman-sol siyaset terkibi hem Platform’un bileşenlerince hem de takip edenlerce zamanla benimsendi. EAP hikâyesi ilkeler metninde de geçtiği üzere geleneğe karşı kadirşinas bir itaatsizlikle başlayıp, öğrenerek, dönüşerek, yenilerek, hayal kırıklıklarına uğrayarak, çeşitli yolları deneyerek ve cüretkârlaşarak bugünlere kadar geldi.
***
İmkânlara ve geleceğe değinmeden önce 2011-2021 arasındaki politik serencama dair kısa bir not iliştirmek anlamlı olacaktır.
Bugünden geçmiş siyasetine baktığımızda, Platformun politik hat olarak karşı çıktığı otoritenin karşısında konumlanma bakımından oldukça düzgün bir sicili olduğunu ayrıca vurgulamak anlamlı olacaktır. Bazı kesimler EAP girişimini iktidarın sosyalistleri zayıflatmaya dönük bir girişimi olarak dilendirmişti ancak bugünden bakınca, Platform’un iktidar ile yan yana geldiği iki moment dışında (Mısır’daki darbe karşıtı gösterilerde ve 15 Temmuz darbe girişiminde alınan tutumlar) AKP ile taban tabana zıt konumlanmış bir siyasal hikâyesi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Aynı zamanda İslamcı çevreler de bazı karalamalar yaptılar. Bazı çevreler EAP siyaseti bir solculaştırma ve kuşandıkları muhafazakârlığa cephe alan bir yerden okudular. Ve kamusal takdimini “dine, kültüre bir saldırı” şeklinde yaptılar. Platformun dine ve kutsallara bir saldırısı asla söz konusu değildi ancak devletin aparatı olan ve sistemi sürdüren muhafazakârlıklara, İslamcılıklara, sözüm ona dini yorumlara karşı bir konumlanış pekâlâ söylenebilirdi. Kanaatimce EAP bu konuda da cüretkârca ve cesaretle konum alageldi.
***
EAP kuruluş ve var kalabilme gücünü, ve hatta imkânlarını, arzuladığı siyasetin, bir ihtiyaç olarak anlamlı cümleler kurabilme potansiyelinden alıyordu. Bu potansiyel ise büyük oranda bilgiye karşı kompleksiz ve kimsenin köken kimliğine takılmadan, tartışarak siyaset yapabilmesinden neşet ediyordu. Eğer bir imkândan bahsedeceksek EAP siyasetinin buradan devam etmesinin hala geçer akçe olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Biraz karikatürize ederek şöyle açabilirim, İslamcı kalarak solcu şeyler söylemek, solcu kalarak İslamcılara seslenmek, şu ya da bu olarak şöyle ya da böyle şeyler yapmak gibi komplekslere kapılmadan, kimsenin kimliğine bakmadan ve bir kimliği merkeze oturtmadan, herkesle birlikte iyiye ve güzele dair, gerektiğinde bedel ödeyerek, cesaretle cümleler kurmak, bu ülke için hala büyük bir ihtiyaç. EAP bu potansiyelini, ülke siyaseti kimliksel gerilimleri bizim dışımızdaki etkilerle büyütene kadar uzun süre devam ettirebilmişti. Hala sürdürebilecek iradeye sahip görünüyor.
Ülkemiz Gezi tecrübesine rağmen kendisini bir dar çevreye sıkıştıran siyasetlerin aşamadığı bir iktidar ve muhalefet bunalımı içinde maalesef. EAP’ın kurulurken teklif ettiği siyaset ise hala ülkeye lazım olan siyasetin imkânlarını barındırıyor, geleceğe konuşabileceği yer de bence tam olarak bu noktadır. Tutumu (Antikapitalist, halkçı, sosyalist, eşitlikçi ilh.) merkeze alarak ülkemizde yaşayan kimlikleri dışlamayan, özneleştiren ve ezilenlerin iktidarını savunan kolektif ve tekçi olmayan bir siyaset hala ihtiyaç…
***
Yazıyı kapatırken Şili’ye selam göndermek istiyorum. Şili’de 10 yıl kadar önce yükselen gençlik hareketi sürekli taş üstüne taş koyarak iktidara gelebildi. Ancak bunu biz Türkiye’de yaşayanlar başaramadık. 10 yıl önce Şili’de ücretsiz eğitim için yapılan eylemleri hayranlıkla takip ettiğimi hatırlıyorum. O dönemde bu gündeme dair haberleri yazışma grubumuza atardım. Şimdi o yıllarda takip ettiğim gençlik önderleri ülkeyi yönetecekler. Yazıyı Gabriel Boric’e ve Camilla Vallejo’ya selam göndererek bitireyim. Umarım ülkelerinde yaratıkları heyecan damağımızda, Syriza ve Podemos gibi tatsız tecrübeler bırakmaz.