Sessiz Kalmıyoruz, Zulme Ortak Olmuyoruz
Kamuoyuna, siyasilere ve yüreği avcunda koşan her bir anneye,
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup sakının; umulur ki esirgenirsiniz.” (Hucurat: 10)
Ülkemiz, tekrardan yakın tarihinde yaşadığı, sonucu kan ve gözyaşından başka bir şey olmayan bir sürece girdi. Yine yürekler evlat acısıyla dağlanırken, hayatının baharındaki asker, gerilla ve siviller güzel memleketin güzel topraklarında ölümün soğuk yüzüyle tanışıyorlar. Bizler, bu savaşın acısını yüreğinde hisseden ahlak ve vicdan sahibi herkesin savaş politikalarına karşı barışın sesini yükseltmesinin gerekliliğine inanıyoruz. İnanıyoruz ki, bu sesler büyüdükçe, iktidar hırsıyla siyasi ve ahlaki sınırları hiçe sayanlar hadlerini bilecekler, evlatlarımızı, sevdiklerimizi kurban etmekten vazgeçecekler.
7 Haziran seçimleri, Halkların Demokratik Partisi’ni hedef alan bombalı saldırılar ve linç girişimlerine rağmen görece başarıyla atlatıldı. 12 yıldır tek başına iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi halkın siyaseti yeniden tanzim etme iradesiyle karşılaştı. Koalisyon senaryoları tartışılırken, 17 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Erdoğan Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımadığını açıklayarak sürecin rotasını deklare etti. 20 Temmuz’da Suruç’ta 33 sosyalist gencin, 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polis memurunun öldürülmesi, savaş konseptinin psikolojik unsuru olarak kullanıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti, iktidarlarının en büyük başarılarından biri olarak lanse ettiği Barış Süreci’nin meyvelerini son seçimde bölge halkından toplayamayınca, yavaş da olsa attığı bu tarihi ve ahlaki adımları koşar adım geri yürümekte tereddüt etmedi. Buzdolabına kaldırılan sürecin arkasından gelen savaş ortamında halka devamlı “güçlü bir yürütme ve başkanlık sistemi olsaydı, böyle olmazdı” mesajı verilmesi ve bu mesajla tekrar seçim kararı alınmasının, siyasi bir şantaj olduğu açıktır. İktidar hırsının ürünü olan provokasyonlarla siyasal fay hatlarını derinleştirip, legal alanda siyasi müzakereyle devam eden çözüm arayışlarının önünü kapamak, savaşın kanlı bilançosunun vebalini almaktır.
Ne acıdır ki, “anaların ağlamasın” diye yola çıktıklarını söyleyenler, 90’ların günahını çıkaranlar, şimdi olanları engellemek için hiçbir adım atmamaktalar. Bilakis ülkenin evlatlarını bir hiç uğruna feda etmeye, kurban vermeye hazır olduklarını bağırmaktalar; ama kendi evlatlarını değil, yoksul halkın çocuklarını. Ne acıdır ki, 28 Şubat’ta yetkisiz bir kurumun kendi gücünden yetki alarak “fiilen” verdiği balans ayarıyla zulüm görenler, bugün yönetim sistemini ellerindeki güçle fiilen değiştirdiklerini rahatça söyleyebiliyorlar. Ve ne acıdır ki, çözüm için Öcalan’la yıllardır sürdürülen görüşmeler ateşkesin tek imkanıyken engelleniyor, silahların susması ihtimali ortadan kaldırılıyor.
Bizler, bu coğrafyada yıllarca çekilen acıların tekrar yaşanmasını istemiyoruz. Bizler, bu ülkenin her bir vatandaşının onurlu bir şekilde yan yana yaşayabileceğine inanıyoruz. Bizler, gençlerimizin koltuk kavgasıyla, siyasi hesaplarla ölüme gönderilmesine rıza göstermiyoruz. Bizler, devleti tek bir kişinin şahsına indirgeyip, “ben ne dersem o olur” kibriyle hiç bir sorunun kalıcı çözüme kavuşamayacağını görüyoruz. 90’larda yaşananlara sessiz kalmamız, bugün yaşadıklarımıza ve fazlasına mal oldu. Yarın aynısını yaşamamak için zulme ortak olmuyor, sessiz kalmıyoruz. İslami değerlerimizin bu kirli savaşa alet edilmesine, sivil halka saldıran askerlerin Allah kelamını ağızlarına almalarına karşı çıkıyoruz. İslam Peygamberi’nin ayakları altına aldığı kavmiyetçiliğin, iktidar hesapları uğruna Müslüman siyasetçiler ve medya eliyle hortlatılmasını lanetliyoruz. Bizler, savaşa karşı Müslümanlar olarak kardeşlerimizin yüzüne bakabilmek, kardeş kalabilmek için dün olduğu gibi bugün de barış çığlığımızı en yüksek sesle yükseltiyor ve çağrıda bulunuyoruz.
-Devletin acilen operasyonları durdurmasını, sivil alanlarda silah kullanmayı terk etmesini,
-PKK’nin de HDP’nin açtığı siyasal alanı genişletmek üzere geçici ateşkes ilan etmesini,
-Sürecin Dolmabahçe mutabakatı doğrultusunda şeffaf bir şekilde devam etmesini talep ediyoruz.
Savaşta ilk önce gerçekler ölür denir. Asker cenazelerin bile devlet kurumları dışında basının alınmadığı bir ortamda kimin, neyi, ne oranda yaptığını bilip adil bir hüküm vermek güç. Fakat savaştan kimler medet umuyor, kimler bu ateşi körüklüyor, kimler elinde imkan varken bu ateşe bir damla su dökmüyorsa bilmelidir ki Allah’ın gazabı çok şiddetlidir.
Ölümler dursun! Biz barış istiyoruz! Em aşitîye dixwazin!
Barışa bir ses, çift taraflı ateşkes!
Yükselt, yükselt, barışın sesini yükselt!
Biji aşiti, biji azadi!
Ölüm değil çözüm, savaş değil barış!
Anaların öfkesi, zalimleri boğacak!
Emek ve Adalet Platformu
Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnsiyatifi
Anti-Kapitalist Müslümanlar
Bir benzerini başka bir mail grubunda yazdım. Bu basın açıklamasına dair yorumum.
Ben meselenin bu bildiride anlatıldığı gibi berrak olmadığını düşünüyorum. Ak Parti’nin Kürt sorununda reformları durdurduğu, Kürt meselesinin çözümlerini seçimden seçime erteleyerek kurban ettiği ve Erdoğan’ın koltuk sevdası malum. Ancak savaşı “saray gladyosu” gibi ne olduğu belirsiz bir tür suni korku canavarının başlattığını iddia etmek politik körlüktür. Bese Hozat ve Cemil Bayık eş başkanlığında KCK gerek seçimden önce gerekse seçimden sonra defalarca savaş ilanı yaptılar. Demirtaş “PKK sınır dışına çekilmelidir” dediğinin ertesi günü Bese Hocat Özgür Gündem’de “Devir Halk Savaşı Devridir” diye HDP’ye ayar verdi. Savaşı kitlelere kabullendirmek için ANF yalan haberler uydurdu. 22 Temmuz ve sonrası PKK askeri hedefleri değil sivil kesimlere saldırdı. Demirtaş Brüksel’e gidip Avrupa Solundan destek görünceye kadar tek kelime edemedi ve kendisine verilen oyların hakkını veremedi, hak yedi. Varto örneğinde olduğu gibi “kurtarılmış bölge” taktiğiyle PKK sivil kullanım alanlarına savaşı çekmek istedi. DBP her akşam 20:30’da halkı sokağa çağırarak kitlesel ayaklanmalarla savaşın boyutunu arttırmak istedi. Bunun gibi sıralayabileceğim nice örnek var. Üstelik bu çatışmanın Suriye boyutunu görmezden gelip sanki tüm mesele 7 Haziran’dan ibaretmiş gibi okumak başka bir hata. Sonuç HDP, eskisi gibi masum değil artık.
Sonuç olarak bu şeraitte salt Aksarayın hedef gösterildiği, sekter ve şiddet merkezli PKK ile bağımlı aktör rolündeki HDP siyasetinin eleştirilmediği bir politik hat bizi daha güçlü bir barış ortamına çekmez. Bu basın açıklaması da hoş bir seda tadında olsa da gerçekçi ve adil değildir.
Son bir soru: Diyelim ki basın açıklamasında cılız bir biçimde ifade edildiği gibi savaşı Erdoğan oyları arttırmak ve HDP’nin politik alanını daraltmak için yaptı. Desenize PKK, Erdoğan ile ittifak yapıyor. ???
Sabahattin, bu gün yaşadıklarımızı sorumlusu kim, onu mu arıyorsun yorumunda. Ya da herkes suçlu ama en suçlu kim onu mu? Aslında bu mevzuda meseleyi çok daha tarihsel almak lazım ama yorum olarak bunu yapmak pek mümkün değil. Ama meselenin berraklaşması için eminim senin de farkında olduğun bazı gelişmeleri sıralamak istedim.
– 2013 yılından beklenen ve pkk’nin güvenceli bir şekilde geri çekilmesini sağlayacak yasa çıkartılmadı. Bu yasanın neden bu kadar önemli olduğunu anlamak için 1999 ki geri çekilme esnasında yaşananlar ve 500 gerillanın öldürülmesini hatırlamak gerekir. Yasa olmamasına rağmen yine de geri çekilme başladı ve tam o sıralar Bülent Arınç’ta cehennemin dibine kadar gitsinler dedi. Aslında kck’dan yapılan savaş açıklamalarının yanına akp kadrosunun ettiği lafları ve tehditleri koysak kim süreci daha fazla prokove etmiş çıkar ortaya.
– Bir türlü yasa çıkartılmamasına rağmen yine de geri çekilmeler başladı. Daha sonra boşalan alanlarda devlet kalekolların yapımına hız verdi. Hatta protestolarda Medeni Yıldırım öldürüldü. Gerillanın geçiş güzergahlarına yapılan bu yollar ve hatta barajlar nedeni ile daha sonra kck’dan ateşkesin biteceğine dair açıklama gelmişti. (Senin yorumunda bahsettiğin açıklamalardan biri bu sanırım )
– yine 2013 yılında roboski katliamı için mahkeme takipsizlik kararı verdi. Bu dönemde Sakine Cansız ve arkadaşlarının cinayetini de hatırlamak lazım. 2014 yılında mit ve katil arasındaki konuşmalar açıklanmıştı.
-ve Dolmabahçe mutabakatı, bu gün bu konuda akp ve yandaş medyasının ne kadar ikiyüzlü olduğunu anlamak için ertesi gün yayınlanan gazetelere bakmakta fayda var. Tek tek yazmayacağım ancak istisnasız herkes memnuniyetini ifade etmişti. Sonra erdoğan’ın çark etmesiyle yalçın akdoğan sözcülüğünde nerdeyse biz orada değildik dercesine açıklamalar geldi. Dolmabahçe mutabakatı esnasında her şeyin erdoğan’ın onayı alınarak yapıldığı da yazıldı çizildi epeyce.
– sonra kısa bir sürede Erdoğan bu mutabakatı tanımadığını ilan etti. Ve seçim sürecinde baldıran zehiri açıklamalarıyla il il gezdi. “”400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün” “kardeşim ne kürt sorunu ya artık böyle bişey yoktur” “bunlar zedüştür” gibi. Seçim dönemi yaşanan bombalamalar ve linçlerde akılda tutulmalı
– bese hozat’ın bahsettiğin 15 temmuzda yayınlanan yazısında HDP’yi atıl kalmakla, seçim sonrası ve öncesi imralı görüşmelerine izin vermeyen hükümete tepkisiz kalmakla eleştiriyor. Ki böyle açıklamalar akp süreci sürekli ve sürekli ertelediği ve sekteye uğrattığı için ara ara yapılıyordu. İmralı ile aylarca görüşülmemiş ve süreç zaten bitirilmiş durumdayken bu açıklama yapılıyor.
– pkk’nin askeri hedeflere değil de sivil hedeflere saldırdığı iddianı da desteklemen gerekmekte. Burada uzun uzun yazmayacağım ancak bianetin bu konuda yaptığı araştırmaya bakılabilir. http://bianet.org/bianet/siyaset/166963-suruc-tan-bugune-savasin-aldigi-canlar
Pkk sivil kişilere saldırmadı demiyorum ama “22 Temmuz ve sonrası PKK askeri hedefleri değil sivil kesimlere saldırdı” diyerek yapmaya çalıştığın manipülatif seytanlaştırmanın da gerçekleri yansıtmadığını söylüyorum.
– son olarak özyönetim ilanları ile yapılan yeni savaş biçimi bana da doğru gelmemekte. Ancak burada ydg-h’ın iyi okunması ve idrak edilmesi gerekir. http://www.radikal.com.tr/yenisoz/pkknin_z_nesli_ve_fuzyon_radikallesmesi-1425916 Yazısı da bu konuda fikir verici olacaktır.