İdeolojiler Geri Dönmeli, İslamcılık Dahil!

9 Responses

  1. Bedri dedi ki:

    Yazarın gözden kaçırdığı en önemli nokta şu: cari İslamcılık tanımına göre, -Türkiye’deki ve dünyadaki Müslümanların genel kabullerinden bahsediyorum- dünyayı yönetme hakkı Müslümanlarındır, Müslümanlar üstündür ve cennet de ancak onların hakkıdır.. Yusuf Akçura’nın tanıman göre de böyledir. yazarın kurucu olarak öne çıkardığı Kutub’a göre de böyledir. Ülkemiz kurulurken Akçura’nın işaret ettiği üç arzudan ve tercihten (Türkçülük, İslamcılık, Osmanlıcılık) biri olan İslamcılık tercih edildi (Müslüman unsurlar asli kabul edildi, müdafai hukuk cemiyetlerinden mebuslar seçilerek) ve yönetimde hakkı olduğu düşünülmeyen gayrımüslim unsurlar tedricen tasfiye edildi (mübadele, muhtelif pogromlar ve hala süren sistematik küstürmeler ve yıldırmalar). hala bu bakiyenin krizleri ve gerilimleri ülkemizde maalesef belirleyici. yani hala İslamcılık (Müslümancılık) kirli siyasetin toplumsal meşrulayıcısı olarak varlığını koruyor. yazarın algılanması istediği düzlem (ideolojiler) ile içinde yaşadığımız somut düzlem bambaşka. bunu anlamak için dindarlara “Hristiyanlar cennete girer mi” diye sorarak bir anket çalışması yapması kafidir. eşitlik fikrini öne çıkardığı uzun parağrafın kendisini Müslüman olarak gören toplumlardaki sıkıntılı görüntüde pek bir karşılığı olmadığını anlaması için çok basit bir test. ve ayrıca ikinci bir bahis, ideolojiler temelde bir takım tutumları ve arzuları imler. bu tutumlar ve arzuların uzamı olarak literatürleri şekillenir. ideolojik literatürün bakiyesini tartışmaktansa tutumları ve arzuları tartışmak ve tercihi bu doğrultuda yapmak daha anlamlıdır. zira tutum ve arzu üretimle dallanıp budaklanan ve şekillenen şeylerden daha fazla ortaklık barındırır. “aslında bir teorisi var” diyerek öne çıkardığı İslamcılık ise beynelmilel bir teoriye sahip olmayan ve liberalizm ve sosyalizm gibi terkiplerden çok çok daha savruk bir kaba saba Müslümancılık yazınından mürekkep. her cemiyetin kendine mahsus bir İslamcılığı var-genel ortaklı ise dediğim gibi, Müslüman üstüncülüğü-. ama sosyalizm fikrinin dünyanın genelinde kabul görebilecek bir takım prensipleri rahatlıkla sayılabilir. hülasa teori düzleminde kıyas kabul edilemeyecek bir uçurum var ama yazar denk şeyleri tartışıyormuş gibi yazmış. zira İslamcılık yazınının sosyalizm ve liberalizm gibi görece başı sonu belli ve hikayesi derli toplu bir hafızası yok. yazı bir çok açıdan zayıf. aklıma ilk gelenleri yazdım. Kişisel kanaatim İslamcılık, Müslümanlığı bozan ve Müslümancılığa kılıf olarak ortaya atılan ve büyük oranda laf kalabalığından mürekkep bir şey. Anlaşılacağı üzere Müslümanlığa dair derli toplu her anlatıyı ve terkibi İslamcılık hanesine yazmıyorum… Halil İbrahim’in eleştirilerini de bu aksa yerleştiriyorum. Mustafa Öztürk içinse hiç bir yorumum yok. Takip ettiğim ya da merak ettiğim biri değil.

  2. Ertuğrul Zengin dedi ki:

    Evet Bedri arkadaşımızın yorumları için teşekkür ediyorum. Ben olayı şöyle okuyorum bugün kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir insan en başta iki tercihle karşı karşıyadır. Ya Müslümanlığın bir din olarak özel alanla ilgili olduğunu kamusal hayatla ilgilenmediğini söyleyecektir ya da İslam’ın ibadetle, ahlakla ilgili tarafları olduğu gibi toplumsal ve siyasi hayata dair de söyledikleri olduğunu ifade edecektir. İlki için çok bir şey söyleyemem yani bir Müslüman, İslam’ın toplumsal, siyasi yaşamla ilgili herhangi bir prensip ortaya koymadığını söylüyor ve buna göre yaşıyorsa bence yanlış yapmaktadır ama en nihayetinde bir tercihte bulunmaktadır. Benim ilgilendiğim kesim ikinci kesim yani bir Müslüman sadece ibadet ve ahlakla değil ekonomiyle, toplumla ve siyasetle Müslümanca ilgilenir, İslam’ı özel alanla sınırlamaz kamusal hayata ilişkin de belirli bir anlayış ve prensipler getirir diyen kesim. Şimdi ben bu kesimin bugüne kadar ürettiği bilgi ve eyleme İslamcı bilgi ve eylem diyorum. Bu benim ürettiğim bir tanımlama değil Afgani’sinde Abduh’una Şeriati’sine kadar zaten İslami siyaset ve toplum felsefesi-düşüncesi artık adına ne koyacaksak İslamcılık başlığı altında kabul görmüş. Ben de bu birikimi sahipleniyorum. Bu birikimi sahiplenmek demek bu zatların öne sürdüğü her görüşü sahiplenmek anlamına gelmez. Nitekim söz konusu zatların bile birçok meselede farklı düşündüğü biliniyor. Bu zatlar bugüne kadar Müslümancılık yaptılarsa bu yanlıştır nitekim burada tam da devreye Kutup girer, Kutup şunu söylemeyi cesaret edebilmiş biridir: “Ey müslümanlar hepiniz yanlış yapıyorsunuz” Bu tam da gelenekçilik karşıtı bir tutumdur, Müslümanlara siz yanlış yapıyorsunuz demek Müslümanlara siz yanlışsınız, ya da Müslümanlık yanlıştır demek değildir. Müslümanlara yanlış yapıyorsunuz demek içinde bulunulan şartlarda alınan tutum ve tavırlar yanlıştır diyebilmektir ve bence İslamcılığın en büyük kazanımlarından birisi budur. Bu bakımdan zaten İslamcılık o ya da bu Müslüman ülke kamuoyuna indirgenebilecek bir görüş olarak en baştan beri temayüz etmemiştir.
    “Kişisel kanaatim İslamcılık, Müslümanlığı bozan ve Müslümancılığa kılıf olarak ortaya atılan ve büyük oranda laf kalabalığından mürekkep bir şey.” diyor Bedri arkadaşımız. Bunu mesela gözümüzde canlandırsak ve İslamcılık kavramı kılıfından çıkarırsak mesela Akif’e, Afgani’ye Kutup’a, Şeriati’ye “ya siz ömrünüzde birçok zorluklar içinde Müslümanlara yol gösterdiğinizi zannediyorsunuz ama yaptığınız aslında laf kalabalığından ibaretti” diyor Bedri arkadaşımız. Bu durumda laf kalabalığı yapmayan bir Müslüman örneği getirmek lazım diye düşünüyorum. O halde ben de kendi kişisel kanaatimi ifade edeyim: Afgani’den, Abduh’a, Mehmet Akif’e, Said Nursi’ye, Reşid Rıza’ya, Benna’ya, Mevdudi’ye, Kutup’a, Şeriati’ye, Abdullah El Efendi ve Gannuşi’ye kadar düşünce ve eylemleriyle önemli örneklikler ortaya koymuş , ciddi bedeller ödemiş Müslümanların görüşleri asla tek başına Müslümancılık kavramına indirgenemez, söz konusu zatlar tevhid ve adalet gibi kavramlar ışığında çok değerli açılım ve yorumlarda bulunmuşlardır. Ancak yine bu zatların elbette eksikleri, yanlış gördükleri şeyler de olabilir. Hiçbiri hatadan münezzeh değildir. Bu durumda İslamcıların yapmaları gereken o ya da bu topluluğun ne düşündüğüne bakmadan hakikate dair arayışlarını sürdürmeleridir. İslamcılığın gücü bu anlamda sürekli şuraya ve arayışa dayanmasında ortaya çıkacaktır vesselam.

  3. Bedri dedi ki:

    Merhabalar, Müslümanlık dünyaya bir şey söyler, çok şey söyler ve bence söylemelidir. Bir Müslüman olarak buna iman ediyorum. Ancak bunu imlemek için -cılık ekine ihtiyaç yok. Benim sorum basit, İslamcılar kendisini Müslüman olmayanlarla eşit görüyor mu, Hristiyanların cennete girip gitmemesi meselesinde tutumları neler? Benim inandığım İslam bu konularda eşitlikçi ve sulhçu, bunda hiç sorun yok. Ama bildiğim nerdeyse hiçbir İslamcı bu konuda net değil, dünyayı yönetme hakkını salt Müslümanlarda görüyorlar. Eğer bir eşitlik fikri yada arzusu yoksa ortada dünyaya seslenen bir ideoloji de yok demektir. İdeolojiler anlamları gereği dünyaya bir şey vaad etmeliler. Saydığınız isimlerin ekserisinde de bu sorun açık şekilde var, haliyle çağrınız büyük oranda bir ideolojiye değil, Müslüman-üstüncülüğüne. Yazıda eleştirdiğiniz isimlerin eleştirilerinin çıkış noktası da bu üstüncülük zaten. Kanaatimce eşitlik fikrine dair detaylı bir haritalandırma yapmadan, biz izlek sunmadan İslamcılık (bence Müslümancılık) savunusu yapmamalısınız. Yazının iskeletinde başka boşluklar da var ancak yazıyı tamamen boşa düşüren noktası bu bahsettiğim. Baştaki soruları ayrıca hatırlatmak isterim, önce etrafınızdan olmak üzere basit bir anketle başlayın bence, “Hristiyanlar cennete girer mi?” “Dünyayı yönetmek sadece müslümanların hakkı mıdır?”

  4. Ertuğrul Zengin dedi ki:

    Eyvallah. Şimdi öncelikle bu anket meselesini ben çok anlamıyorum. Hiçbir ciddi düşünce akımı İslamiyet içerisinden konuşursak ister daha politik olsun ister daha fıkıhçı ister daha tasavvufi, bir şeyleri anlamak ya da ispat etmek için ankete filan başvurmaz. Ben yukarıda da arz ettiğim gibi bir okuma silsilesinden-geleneğinden bahsediyorum bu silsile İslam teolojisinin akılcılaştırılması üzerinden yola çıkıyor zaten Afgani-Abduh-Rıza bu minvalde. Zaten bu isimler Batıcı-modernist olarak gelenekçiler tarafından damgalanıyor. Benna’dan sonra gelen İslamcı çizginin ise daha anti-emperyalist-Batı karşıtı bir tandansı var. Bunların içinde bulundukları tecrübe itibariyle Batı’nın insan ve toplum anlayışı karşısında haklı bir mücadele vermeleri gerekmiştir. Batı’nın insanı Yaratıcı’ya ve mahlukata yabancılaştırıcı-atomize ediciliği yönü zaten Batı içerisinde 19. yüzyıl sonundan itibaren ağır bir şekilde eleştiriliyor. Ben okumalarımda Batı eleştirisinin Hristiyan teolojisi eleştirisine ya da Müslümanlar cennete girecek Hristiyanlar giremeyecek gibi bir söyleme bağlandığını görmedim. Burada eleştiri sekülerizm eleştirisidir. Kimin cennete gireceğinden ziyade mesele cennet ve cehennemin reddedildiği bir dünyevileşme meselesidir. Burada sadece bir anti siyonizmden beslenen ancak anti siyonizm sınırlarını geçerek belirli bir Yahudi karşıtlığına giden bir taraf olmuştur. Burada da Yahudiler cennete giremez biz gireceğiz gibi bir söylemden ziyade mesele Yahudiliğin dünyevileşme-dünya hakimiyetçiliği karşıtlığı üzerinden gider. Kaldı ki burada da Yahudilik ile Siyonizmin ayrıştırılması gerektiğine dair karşı eleştiriyi görürüz.
    Gelelim Müslüman hakimiyetçiliğine bu hiç yok mudur? Özellikle Mevdudi çizgisinde ve bizim Milli Görüş çizgisinde bunun olmadığını söyleyemem belirli bir oranda vardır ancak İslamcılık içerisindeki bu çizgiler muhafazakar-milliyetçiliğe en yakın çizgilerdir ve bundan etkilenmişlerdir. O sebeple Milli Görüş’te sorun sadece Müslüman üstünlüğü ile sınırlı kalmaz Müslüman Türk üstünlüğüne de varır. Ancak bütün bunların daha 70’li yıllardan itibaren daha evrenselci-radikal damarlar tarafından da eleştirildiğini görüyoruz. O yüzden bütün İslamcılara şamil bir anlayış olarak hakimiyetçilik eleştirisini doğru bulmam.
    80 sonrasında baktığımda zaten bilginin İslamileşmesi projesi neredeyse ezoterizme varacak bir kadim bilgi-bilgelik anlayışı üzerinden İslami bilgiyi anlayışını evrenselleştirir. Yine 80’lerden itibaren 90’lara varacak şekilde Kurtuluş Teolojisi üzerinden Hristiyanlığın özellikle Latin Amerika tecrübesi ile İslamcı akımların iletişim ve diyaloglarını sıkça görürüz. 90’lardan itibaren ABD merkezli daha liberal İslamcı Abdullah en Naim’lerin başını çektiği bir damarı, kaldı ki bence çok eklektik bir yere gitmiştir görüyoruz. Kısaca ortada koskoca bir gelenek var ve bu gelenek evrenselciliğe, akılcılığa, karşılıklılığa en çok yaklaşan gelenektir. Burada yapay bir eşitlikçiliğe de üstelik gerek yok bir Hristiyan Kurtuluşçusuyla ya da bir sosyalistle bir Müslüman dayanışabilir bunlar birbirlerine karşı üstünlük de dayatmak zorunda değillerdir ancak farklı geleneklerdir, farklı gelenek olmaları itibariyle yardımlaşabilirler ama her grup kendi pozisyonunu kendi içinde daha doğru görebilir. Bir sosyalist, sömürünün bir sosyalist devrimle çözüleceğini iddia ederken, bir İslamcı sosyalist devrimin adaleti tek başına sağlayamayacağını iddia edebilir. Bu politik pozisyonlar kendi hakikat iddialarını taşırlar ve bunu diğer hakikat iddialarının haliyle üstünde görürler. Üstünde görmeseler zaten politik pozisyon olamazlar o yüzden hakikat iddialarının eşitlenmesi tam tersine bir totalitarizme yol açar.

  5. Bedri dedi ki:

    Şimdi hocam, bir şeyin ideoloji olarak tanımlanabilmesi için dünyaya öyle ya da böyle bir eşitlik vaat edebilmesi gerekiyor. Sosyalizm ve liberalizm bir düzeyde bu iddiadadır. Ancak İslamcılar arasında dünyadaki herkese eşitlik vaat eden bir teklif yok. İslamcı yazın içinde de yok. Çıkışında da, devamında da da, çok büyük oranda böyle. Benim Müslümanlık hanesine yazdığım üç-beş çıkış varsa vardır. Yani bir ideoloji olabilmenin asgari şartı, İslamcılık için geçerli değil. Aksine İslamcılık terkibini iddia edenlerin yönetim hakkını salt Müslümanlara hasrettikleri çok açık bir görüntü. Yusuf Akçura, Kutup, Afgani, Mevdudi gibi figürlerde çok açık olarak bu var. İsmet Özel ve IŞİD gibi güncel iddialar ise bu konuda en samimi olanları. İsmet özel bir ulus teorisyeni de olması nedeniyle belki biraz daha estetik, ama iddiasında şeffaf. Gayet açıktan bir şekilde iddia ettikleri üstünlüğü izhar ediyorlar. Bazı siyonistlerin kendilerine layık gördüğü şeyi Müslümanlara yazıyorlar. Haliyle sizin bir ideoloji olarak tabir yerindeyse taltif ederek sınıf atlattığınız İslamcılık aslında kuru ve kaba bir oksidentalizmden ve batı karşıtlığından mürekkep. Düşünce silsilesi içinde de bu durum böyle. Saydığınız düşünürlerden eşitlik düşüncesini öne çıkaran alıntılar varsa istifade etmek isterim. Anket bahsi ise dünyada yaşayan ve İslamcılıktan ister istemez etkilenen Müslümanlar arasındaki kirlenmeni bir görüntüsünü verecektir. Bu sebeple öne çıkardım. Düşünsel izleğin etkisini big data üzerinden görüp, etkilerin rotalarını anlamak için anket gerçekten işe yarayabilir, yorumu yazarken geldi bu aklıma. Meseleyi eşitliğe çekmeye çalışan girişimlerin de liberalleşerek Müslümanlığın dünyaya seslenme arzusundaki omurgayı hiç etmelerine şahit oluyoruz. Mesela Thomas Bauer bunun en güncel örneği. İslamcılığı sahiplenenlerin kolayca liberalleşirken pek de kolay olmadan solculaşamamasının da bir nedeni de bizzatihi terkibin üstünlük iddiası. Üstünlük fikri dönüştürülemediğinden çıkış kapısı liberalizm oluyor. Dinin omurgası da feda edilerek. Müslümanlık ise bu anlamda pek kompleksli değil. Ben zorlanmadan kendime yol bulabiliyorum. Dine sadık kalarak bir rotadan gidilebiliyor. Dünyayı yönetmek herkesin hakkıdır diyen ve liberal olup omurgasını kaybetmeyen İslamcı ise yok. Ancak Müslümanlar var. Son olarak eşitlik fikrin, cennete girme, dünyayı yönetme, malı paylaşma gibi konuları es geçmeden ve dikkate alarak bir ahlaki sorumluluk düzeyinde teklif ve iddia eden bahsini ettiğiniz İslamcıların düşüncelerini -varsa- merak ediyorum. Dürüstçe söyleyeyim, merakla okurum. Haliyle tekrar olacak ama demeden bitiremicem, bence Halil İbrahim’in anti-İslamcı hattı doğrudur ve yerindedir.

  6. Ertuğrul Zengin dedi ki:

    Eyvallah Hocam, sonuçta herkesin görüşü kendine. Ben İslamcılığın savunurum siz olmadığını söylersiniz. Okuyanlar da kendi kararlarını verir. Ancak yine de bir kaç not düşeyim, düşmek lazım. Bir kere liberalizmin ve sosyalizmin eşitlikçiliği meselesini fazla ciddiye aldığınızı düşünüyorum. Bugün Hayek’ten tutun Ayn Rand’ına kadar liberalizmin çok daha fazla survival of the fittest’a kaydığı ortada. Liberalizmin en güçlü olduğu yerde insanların kira borcu ödeyemedikleri için bırak eşitliği bir sosyal varlık olarak insanlığını kaybettiğini evsizleştiğini biliyoruz. Amerikan seçimlerinin nasıl çeşitli fonlar tarafından yönlendirildiği öyle herkesin yönetme hakkı var gibi hülyaların artık nasıl da savunulamaz hale geldiği ortadadır. Sosyalizme gelirsek bence liberalizme göre eşitlik meselesini çok daha ciddiye almıştır ancak orada da üstün bir bilinç olarak parti aracılığı ve doğal olarak parti bürokrasisinin üstünlüğü hem pratikte ortaya çıkmıştır hem de koskoca bir Lenin külliyatında teorik olarak mevcuttur.
    Ha sosyalizm, liberalizm böyledir de İslamcılık eleştiriden münezzeh midir elbette değildir. İşte İran’da ortaya çıktığı şekilde bir ulema üstünlüğü-teokrasi problemi burada söz konusu olmuştur. Ancak İslamcılığın farkı ve bence gücü şuradadır ben bir İslamcı olarak ortaya çıkan uygulamanın yanlış olduğunu çok rahat söyleyebilirim, buradaki arayış aynı şekilde sürmektedir, sürmelidir.
    Halil İbrahim’i insan olarak severim üstelik birçok yönden etkilendiğim de bir hocadır, şahıstır ayrı mesele. Ancak size tavsiyem Halil İbrahim’in Müslümanlıkla ilgili görüşlerini de takip etmeniz. Şu kadarını söyleyeyim ve kendi açımdan kapatayım Kuran-ı Kerim’i iptal etmeden İslamcılık iptal olmaz. Çünkü İslamcılığın özünde doğrudan Kuran’a dönme arzusu, yönelimi vardır. İşte Kuran’ın 7 tane okunuşu vardır vs gibi Kuran’ı görecelileştirerek Bauer’in dediği gibi hakikat iddiasını paranteze alarak ancak “hayat” ile uyum sağlayabilirsiniz. İslamcılık bu açıdan hayatla uyumu esas almaz gerekirse hayatla uyumsuz kalırsın hakikat iddiasının peşinde olursun. Doğruyu söylersin ama bedelini ödebeyebilirsin hayat tarafından dışlanabilirsin. Nitekim İmam-ı Azam’ın başına gelenler böyledir vs.
    Emek-Adalet Platformunun “kula kulluğa ve sömürüye karşı” mottosundaki kula kulluğa karşı mottosu İslamcı gelenekten gelen bir mottodur ve bence bundan daha eşitlikçi bir düsturu insanlığın üretmesi kolay değildir. Ben bu şekilde tamamlamış olayım. Okuyanlara da saygı ve sevgilerimle…

  7. Bedri dedi ki:

    Hocam kısa bir dipnot: Sosyalizmin ve liberalizmin eşitlik meselesinde başarıları başka bir tartışma konusu, yorumlarımda “eşitlik sağlarlar” demedim, “öyle ya da böyle, doğru ya da yanlış, eksik ya da fazla bir eşitlik vaatleri vardır” dedim. İdeoloji olarak kabul edilmeleri de bir düzeyde bundan kaynaklanır. İslamcılık ise temelde bir eşitlik vaadinden çok Müslümanların dünya hakimiyeti arzusundan beslenir. Çıkışından şekillenişine, hiç bir aşamada eşitlik fikri İslamcılık için “literally” söz konusu değildir. Birileri yakıştırmaya/yapıştırmaya çalışır. İnandığım Müslümanlığın ise bir eşitlik fikri ve vaadi vardır. Ayrıca İslamcıların, Müslümanların yönetimini teklif ederek eşitlemek(!) dışında bir eşitlik fikri ya da teklifi olan pasajları varsa gerçekten duymak isterim. Bildiğim kadarıyla yok. Siz de gördüğüm kadarıyla referans vermediniz. Bu özeti yapıp kapatayım. Vesselam.

  8. Ertuğrul Zengin dedi ki:

    Hocam, İslamcılığın temel metinlerinden bihaber olup da İslamcılıkla ilgili bu kadar keskin yargılarda bulunabileceğinizi vehmetmediğim için sorunuzu görmezden gelmiştim. Ama madem ısrarcısınız Ali Şeriati literatürünün tamamını okuyabilirsiniz. Vesselam…

    • Bedri dedi ki:

      Hocam Şeriati’nin 10’dan fazla metnin okumuşumdur. İdeolojik olarak İslamcıdan çok Marksist. Müslüman ve Marksist. Kendimi yakın gördüğüm meşrep. Kurucu figür dediğiniz, Afgani, Kutup, Reşit Rıza, Mevdudi gibi batı karşıtı figürleri sormuştum. Şeriati’nin Batı kompleksi yok ve İslamcı saymam onu.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir