“Hökümat Eyi Mi” Plebisiti

BİNALİ ALTUN

“he bu kaave köşesinde üç beş dane başbakan oturuveemişlee. amaneen, vallahülazim biz cahana bedeliz, vaa mı bize yan bakan, hee? hee, essah diyon be hüseyin ağa, haggatten sence neoleccek bu işlee? valla noolcek, olecee bi şey yok! döneceez döneceez, ayni yere geleceez. yaum ben şimde deyyom kii, yanii, bu esas tütün tütün meselesi, tütün tütünün baş fiyatı noolcek? bu yeni gelen hökümat, acaba tütün baş fiyatlarını yüksek mi tutaa, alçak mı? ne diyon sen hele hüseyin çavuş? vallahelazim ben ne deem şindi, ben biliiim bilirim, onu söylerim: gulak verin sözüme, osmannının ipinen inmen sakin ha guyuya!”

Bindik Bir Alamete – Cem Karaca

Bir “yerel olamayan” yerel seçime daha gidiyoruz. 2014 yerel seçimlerine de 17-25 Aralık ve “Fethullahçı” tapeleri eşliğinde girmiş ve aslında hükümetin ‘genel performansını’ oylamıştık. Doğrusu bu genel performans kavramı da meseleyi açıklamıyor. Çünkü yerel seçimler yerel meselelerin ve bunlara siyasetin önerdiği çözümlerin değil, sadece iktidara güvenoyunun tartışıldığı bir mecraya çoktan dönüşmüş durumda.

Üstelik Cumhurbaşkanı’nın yeni rejimde yerel yönetimler üzerindeki tasarrufunun elastikiyeti ve Kürt illerinde yeniden atanabilecek kayyumlar bu seçimi yerel yönetimlerin uygulamalarını fiili olarak etkileyebilecek bir fırsattan çok, iktidarın gücünü test edeceği yahut muhalefetin Ankara-İstanbul özelinde moral bulacağı bir oyuna çevirmiş durumda. Çünkü yerel yönetimlerin hâlihazırda haiz oldukları yetkilerin Cumhurbaşkanınca tırpanlanabilmesi ihtimali hiç uzak değil. Dolayısıyla Ankara ve İstanbul Büyükşehir seçimlerinin muhalefet açısından belki güçlü sembolik değeri var ve toparlanma imkânının kıvılcımı olabilir. Geri kalan illerdeki seçimlerin toplamda böyle bir etkiye dahi yol açabileceğini düşünmek pek mümkün değil.

Ankara’nın iddiası olan iki adayı malum; iktidarın bunun aslında bir yerel seçim olmadığını tatbik ettiğini apaçık gösteren Özhaseki ile şaibeli bir seçimle geçen seçimi Gökçek’e kaybeden Yavaş. Medya gündemi de makro bazlı siyasi kutuplaşmanın bu seçimler için de tercihleri büyük oranda belirlemesinin beklendiğini ortaya koyuyor. Öte yandan, Ankara’da belediye yönetiminin iradesinin halen hüküm sürmesine izin verilen alanlarda ve eğitim-sağlık gibi temel insani hizmetlerde neo-liberalizmin hayaleti kol geziyor.

Peki, yerel seçimlerde de gündelik hayatımıza değen yerel meselelerini ve kent hakkını tartışamayacaksak, siyasetin rekabeti esas olarak bunun üzerine inşa edilmeyecekse ne zaman olacak? Bu yazı kısaca belediyecilik ve sağlık hizmetlerinin şahdamarında atan neo-liberalizmi, Türkçe deyimiyle Özalizmi somut birkaç örnek üzerinden serimlemek amacında.

Neo-liberalizm yahut yerel deyimiyle Özalizm nedir? Bu suale, bir gün içinde tecrübe ettiğim üç olgu üzerinden cevap verebilirim.

1.) Bilkent Metrosu’ndan Beytepe Murat Erdi Eker Devlet Hastanesi’ne gitmek için 175 nolu otobüs hattını kullandım. 45 dakika sürdü. Hastaneden çıktığımda saat 11:15 idi. EGO’nun android programından en yakın 175 nolu otobüsün 12:58’de hastane durağına geleceğini öğrendim. Nihayetinde Beytepe ile Koru’yu baştanbaşa kateden ve Koru Metro istasyonunda sonlanan 15 dakikalık bekleyişle, 35 dakikalık hareketle geçen ‘584’ yolculuğum başladı. Devamında metroda 10 dakikalık bir bekleme ve 20 dakikalık bir yolculuktan sonra 12:35’te Bilkent’e vardım. Oradan 12:50’de kalkması gereken otobüs 13:05’te kalkabildi ve 13:20’de işyerime varabildim. Arabayla 15 dakika sürecek yolu 125 dakikada aldım.

Neo-liberalizm burada bana şunu demiş oldu: “Toplu taşımaya katlanamıyor musun? Taksi var, araba satın almak var.”

2.) Randevulu hasta olmama rağmen 35 dakika doktorun kapısında bekledim. 5 dakikalık muayene süresi içinde doktor bey şikayetimi 2015 yılından itibaren birkaç cümleyle özetlememe izin vermeden, ‘bekleme yapma’, ‘özet geç’ anlamında güncel şikayetimi sordu. Neyse ki hastalık geçmişimi bu tazyike rağmen birkaç cümleyle araya sıkıştırabildim. Tüm bunlar olurken, devletin sağlık randevu sisteminin MedicalPark’a randevu bilgimi ilettiğinden habersizdim tabii ki. Öğleden sonra söz konusu özel hastaneden başvurduğum bölümle ilgili tanıtıcı ve orada muayene olmaya teşvik edici bir mesaj geldi telefonuma.

Neo-liberalizm bu sefer bana şunu demiş oldu: “Devlet hastanelerinden bunaldın mı? Özel hastaneler, özel muayenehaneler var.”

3.) Baktım, evde 5 litrelik su bitmiş. Çeşmeden doldurdum, tadı bir garip. Üstelik Melih Gökçek zamanı kanalizasyonun şebeke suyuna karıştığı ve 2 hafta ishal dolaştığım vakitleri hatırladım.

Neo-liberalizm bu sefer şunu dedi: “Çeşme suyundan iğrendin mi? Pet şişe su var, damacana su var.”

Özetle; neo-liberalizm şehir insanına, daha kapsayıcı bir toplu taşıma ağı için, ucuz ve insana yaraşır bir sağlık hizmeti için, şehir su tesisatına yatırımla çeşme suyunun içilebilir hale gelmesi için örgütlenmesine gerek olmadığını öğütlüyor. Bastır parayı özelleştirmenin tadına bak, diyor. Bu dolmayı yutmamak gerek. Bu dolma önümüzdeki yerel seçim sürecinde siyasi tartışmalarla hâlihazırda deşilen ve deşilmesi muhtemel bir dolma olmasa da.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir