Katılım Bankacılığı Sistemi Değerlendirmesi

2 Responses

  1. alp dedi ki:

    Banka meselesinde tamamen iptidai bir gözlem sonucu 2000’ler ciddi bir dönüşüm dönemi oldu gibime geliyor. Kredi kartı patlaması zannedersem bu yıllar da yaşanmıştır ve bankayla pek de sanki işi olmayan kentli dar gelirliler bankalara fena halde bağlandılar. Yani yine emin olmamakla beraber islami duyarlılıklarla bankalara pek bulaşmayan kentli dar gelirliler vardıysa da bunların bu şekilde sisteme girdiklerini var sayabilir miyiz acaba? Bir iki tanıdığımdan bu durumu biliyorum ama tabii genele dair bir şey söylemek zor.

    Mustafa Özel bir yazısında “faizsiz finans kurumlarının ülkemizdeki ilk yıllarında murabahaya oransal olarak çok ağırlık verdiler, ama bunun başlangıç için böyle olduğuna ancak ilerleyen yıllarda azalacağına inandılar. ancak yıllar geçtikçe murabaha’nın oranı azalmak şöyle dursun, arttı” mealinde bir şey demişti. bu bana iyi özetliyor gibi geliyor durumu. öte yandan senin yazıda hiç anmadığım bu kurumlardan borç alan müslüman tüccarların borçlarını ödememeleri örneklerinin sıklığına dair yaygın bir söylenti var – doğru mudur değil midir o ayrı.

    % 5.4 oranı 80lerden günümüze ciddi bir değişim gösterdi mi yoksa hep bu civarda mıydı öğrenme imkanın var mı? çünkü son yıllarda bankaların işlem hacmi epey büyüdü galiba, “faizsiz bankalar”daki miktar aynı kalsa da oransal olarak azalmış olabilir gibime geliyor.

    “Bu sisteme mesafe koyan tavrın altındaki halk bilgeliğini görmek için, hala esnaf zihniyle yaşayan mahalle insanlarına ve ortaklığı ve paylaşımı merkeze alarak karşılıklı güvene dayanan ticari faaliyetlerde bulunan bireylere bakmak yeterli olacaktır.” demişsin bir yerde. burası biraz romantik geldi. yani böyle insanlar kaldı mı gerçekten, kaldıysa ne kadar kaldı bilemiyorum. senin ima ettiğin kadar ciddi bir kesimmiş gibi gelmiyor bana ne yazık ki. inşallah sen haklısındır.

    asıl soracağıma gelemedim bir türlü. “Sistemin gözden kaçırdığı sapmalar” başlığı altında yazdığın paragrafı anlayamadım bir türlü, başlıktan hareketle yazının önemli bir yeri olduğu, önemli bir iddiayı içerdiği izlenimini ediniyorum, ama sanki epey kapalı kalmış, açabilir misin? Devletin bu işin bir yerinde olması lazım, müdahil olması lazım demişsin ama devlet zaten bir düzeyde müdahil. hali hazırdaki durumdan ne farkı olacak, orada tam neyi öneriyorsun? ya da hiç “faizsiz finans kuruluşu” filan olmasın gerek yok, işin sahiciliğini bozuyor, kişiler bu işleri kendi aralarında yapsınlar, maraz çıkınca devlet aracı olarak devreye girer mi diyorsun? bunu diyorsan bu gerçekçi değil gibi pek ya?

  2. bedri dedi ki:

    Eleştirilerin için teşekkürler Alp. Mustafa Özel’in bu anlamda bilgisi ve tecrübesi su götürmez. Konuyu bizden daha etraflıca görebilmesi gayet doğal. Meselenin orta sınıf kent dindarları üzerindeki etkisi hak verirsin ki ayrı bir başlık altında incelenmesi gereken bir konu. O nedenle sadece yazının kapsamına giren kısımlar için bazı şeyle yazdım.

    “Dindar” tüccarların çalıştıkları bankalar içinde borçlarını öncelikli olarak faiz işleten bankaları gözeterek planlamaları ve faiz işletmeyen katılım bankalarının borçlarını geciktirmeleri durumları oldukça sık görülürdü. Bu nedenden dolayı katılık bankaları faiz yerine yasal haklardan dolayı kendilerine tanınmış olan “kar mahrumiyeti” işleterek ödenmeyen kredilerin geri dönüşünü sağlama yoluna girdiler. 2000lerden önce ödeme imkanı gerçekten olmayan tüccarların borçlarını silmişlikleri çokça rastlanan bir durumdu ancak 2004ten sonra gelen yasal güvence ve hızla normal kabul edilmeye başlanan para kazanma önceliği ile bu uygulama tamamen ortadan kalktı.

    Bu konu ile ilgili hatırladığım kadarıyla detaylı bazı raporlar vardı ancak şuan sadece 2000 den sonraki genel seyri gösteren şöyle bir rapor var. Ancak yinede genel gidişatı göstermesi açısından açıklayıcı olacaktır.
    YILLAR KB.ları BÜYÜME (%) BANK. SEKTÖRÜ PAYI (%)
    2000 1.863.000 70.305.000 2,65%
    2001 1.917.000 2,90% 149.438.000 1,28%
    2002 3.206.000 67,24% 145.594.000 2,20%
    2003 4.111.000 28,23% 164.923.000 2,49%
    2004 5.992.000 45,76% 203.386.000 2,95%
    2005 8.369.000 39,67% 261.948.000 3,19%
    2006 11.237.000 34,27% 324.069.000 3,47%
    2007 14.943.000 32,98% 371.927.000 4,02%
    2008 19.210.000 28,56% 472.695.000 4,06%
    2009 26.841.970 39,73% 522.415.000 5,14%
    2010/Eylül 30.403.117 13,27% 599.701.000 5,07%
    Kaynak:TKKB

    Bu anlamda istikrarlı bir şekilde mevcudiyetini devam ettiren ve belki farkında olmadan muazzam bir direniş halinde olan bir halk hala var.Türkiyede özellikle kapitalist tüketim ahlakının hala nüfuz edemediği mahalle kültüründe ve meselenin farkında olan şehirli ve az bir kesim böyle denilebilir. Ayrıca toplumsal dinamiklerini hala barındıran Kürtler ve Anadolunun kırsalında yaşayan dünya kadar insan. Mesela Fatih’te Atpazarının girişinde sürekli gittiğimiz Mustafa amcaların işlettiği çay ocağı. Emre’nin anlattığı bir olay vardı. “+Abi büyük çay kaç lira küçük çay kaç lira ? -50 kuruş +Büyük? -O da 50 kuruş” Emre’nin deyişi ile “kapitalizmin bittiği an”. Yani ürün faklılaştırması saplantısına yada kredili işlem sarmalına girmeden muhabetle devam eden sıradan(!) hayatlar. Görünen durum çok parlak olmasa da ben hala umutluyum.

    Yazının bu kısmı sonradan ben de fark ettim yazıdaki en zayıf kalan yer olmuş. Yazı tekniği açısından sıkıntılı ancak yazının geneli içine giydirmeye çalıştığım sıkıntıları tekrar etmek istemedim biraz da. Sistemdeki sapmalar bence 1.kamuyu ilgilendiren konuların kamu otoritesinin dışında mekanizmalarca işletilmesi 2.İnsanlığın ihtiyaç duyduğu sahici ve paylaşıma dayalı ilişki modeline evrilememesi 3.Üretim ve insani gelişimden ziyade kar odaklı bireylerin oluşmasına bir itirazının olmaması.
    Bu bağlamda finans kapital sisteme karşı alternatif ve bağımsız kurumlar/oluşumlar arayışına girmek bir zorunluluk gibi duruyor. Küçük grupların üstesinden gelemeyeceği sorunlar içinse kamu otoritesinin düzenleyiciliğine ihtiyaç var. Bu anlamda Cem Somel’in bir yazısı vardı. http://evrensel.net/news.php?id=17802
    Mesele bu anlamda ütopik değil. Devlet denetiminin bu anlamda halkın refahı için işletilmesini istemenin ütopik bir tarafı yok bence. Ekvatorda Correa iktidara geldikten sonra bu anlamda oldukça ciddi işler yaptı. Gerçi şu denebilir, kim napsın Ekvator gibi bir ülkeyi, burası Türkiye. Ancak mücadele alanı açık ve zor zaten.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir