Katılım Bankacılığı Sistemi Değerlendirmesi
Ülkemizde ve dünyada hali hazırda bulunduğu bankacılık sektörü içinde ciddi anlamda yer etme şansı bulamamış olsa da varlığı hemen her kesim tarafında ciddi tartışmalara konu olan “katılım bankacılığı” olarak adlandırılan ve “İslam İktisadı” teorisinin önemli başlıklarından biri olan sistemden bahsedeceğim.
Toplum nezdindeki algılanışı üzerine bazı çıkarımlar
Ülkemizde özellikle faiz hassasiyeti olan kişilerce rağbet gören bu sistem yaklaşık 30 yıllık geçmişine rağmen son raporlara göre toplam sektör içinde toplanan fon bazında % 5,4 civarında bir paya sahip bulunmakta. Bunca yıllık geçmişine ve kullandığı argümanlara rağmen hala etkisiz sayılabilecek bir düzeyde olması sistemin incelenmesi için anlamlı bir alan açıyor. Büyük oranda dini hassasiyetleri olan bir toplum olmamıza rağmen, halk nezdinde muteber kabul edilmemesi ve diğer bankalarla aynı düzlemde değerlendirilmesi meselenin bir başka ilginç tarafı. Herhangi bir esnafa neden katılım bankalarıyla değil de diğer faizli bankalarla çalıştıkları sorulduğunda alınan cevap büyük oranda “İkisi arasında ne fark var ki” oluyor. Meseleye taraflı yaklaşan biri için bu durum ya “halk cehaleti”ne ya da “dini hassasiyet eksikliği”ne yorulacaktır. Ancak ben burada teorize edilmemiş bir “halk bilgeliği” olduğuna inanıyorum. “Dini hassasiyet eksikliği” durumunu, faizliyi ya da faizsizi tercih üzerinden değil, finans-kapital sisteme bulaşmaya imkân tanıyan zihni hafiflikte aramak gerektiğini düşünüyorum. Şöyle ki paylaşmaktan çok zenginliği ve daha hayırlı olan “Güçlü Müslüman”lığı (ki güçten anlaşılması gerekenlerin ne’liği üzerine düşünmek lazım) tercih etmenin, yapıp etmelerin faizden ve bunla ilişkili bir sistemden arındırılarak sürdürülmesi gerektiğine inanamayan, güvensizliğe dayalı dindar(!) refleksle alakalı olduğu kanaatindeyim. Bu sisteme mesafe koyan tavrın altındaki halk bilgeliğini görmek için, hala esnaf zihniyle yaşayan mahalle insanlarına ve ortaklığı ve paylaşımı merkeze alarak karşılıklı güvene dayanan ticari faaliyetlerde bulunan bireylere bakmak yeterli olacaktır.
Sistemin çıkış noktası ve temel kaygılar
Kapitalist tahakkümün, modernite ile birlikte dünyaya egemen olmaya başlaması ve kendi içinde temel varsayımları ve çıkış noktası aynı olan farklı kutuplarda dünyalar (kapitalizm ve komünizm) oluşturması üzerine, varlığını ve iddiasını devam ettirme derdinde olan İslami kaygıya sahip ve başka bir hayat anlayışına iman iddiasıyla bir takım pratikler üretme ihtiyacı hisseden toplumlarda, alternatif model arayışları oluşmaya başladı. Üretim ve tüketim anlayışını tüm dünyaya ihraç eden sömürgeci zihniyet, 70’lerden sonra başlayan neo-liberal dönüşümle birlikte finans-kapital sistemi yangınlaştırma gayretleri içine girdi. Haliyle faizin net bir şekilde haram kabul edildiği bir inanç sisteminde yaşayan bireyler için fikir sahibi ve sermaye sahibi kişilerin bir araya gelebildiği ve bu finansman sürecinin helal yollarla yapıldığı bir işleyişe ihtiyaç duyuldu. İlk olarak hemen her dini konuda referans olarak ilk başvurulan kaynak olan Peygamber dönemi uygulamaları ve dinin temel kaygıları masaya yatırıldı.
Sistemin işleyişinde belirleyici olan ilkeler ve uygulamalar
Faizin açık ve güçlü bir şekilde haram olması, haliyle finansmanla ilgili bütün uygulamaların hepsinde dikkate alınmasını zorunlu hale getiriyor. Faizsizlik ilkesi muhafaza edilerek, “ticaret” uygulamaları üzerinden finansman sağlama gayretlerine ve arayışlarına giriliyor. Görece olarak bu anlamda ciddi başarılar da elde edilmiştir diyebiliriz. Nitekim küresel sistemin güçlü finansman aktörleri de faizsiz sistemle işleyen ürünler kullanıyorlar (Ör: Citicorp, Goldman Sachs, HSBC, Morgan Stanley, Standard Chartered vs.). Katılım bankacılığı sistemi de sadece ”helal” mahiyetteki uygulamaları tek bir çatı altında birleştirmeye çalışmıştır. Aşağıda kısaca değinmeye çalıştığım bazı uygulamalarla, günümüzdeki “ticaret” ilişkilerine uyarlanarak, faizli sistemin dışında ve Sabri Orman’ın belirttiği üzere faizli sistemden faizsiz olana geçiş için kullanılması bir takım uygulamalar sistematize edilmiş.
Uygulamalar
a.Murabaha (Vadeli Satış)
Katılım bankacılığı içinde faize en yakın olan ve en yaygın kullanılan uygulama budur. Müşterinin ihtiyaç duyduğu ticari bir mal banka tarafından satın alınır ve müşteriye vadeli olarak satılır. Ortada gerçek bir mal ve ticari bir faaliyet olması nedeniyle fıkhen herhangi bir sıkıntı yoktur. Ancak çoğu görüşe göre “harama yakın mekruh” hükmünde kabul edilmiştir. Katılım bankacılığı sisteminin ortaya konduğu dönemlerdeki amacının dışında bir uygulama olmasına rağmen bankalar bu uygulamayı karlılığından dolayı devam etmek ve yaygınlaştırmak durumunda kalmışlardır. Halkın gözünde “faizlilik” ve “faizsizlik” ayrımının muğlâklaşmasının en önemli sebebi bu uygulamanın yaygınlığı ve katılım bankacılığı içindeki hâkimiyetidir. Mevcut durumda, Sabri Orman’ın geçiş dönemi uygulaması olarak meşru gördüğü bu uygulama geçiş dönemi görevinden, bir nevi temel faaliyet alanına evrilmiştir.
b.Muşareke
Küçük sermayelerle büyük ortaklıkların kurulması için yapılan bir uygulamadır. Burada taraflar ortaklık ilkesini temel alarak eteklerinde olanı ortaya koyarlar ve ticari bir faaliyet içerisine girerler. Sistem içerisindeki uygulama alanı oransal olarak oldukça düşüktür. Mevcut para akışkanlığını kutsayan işleyiş içinde tekelleşmeyi benimsemeyen bir uygulama olması ve uygulanabilirlik açısından karşılıklı güven koşulunu gerektirmesi yaygınlaşmasını engellemiştir diyebiliriz. Ancak kanaatimce kamu otoritesinden tamamen bağımsız küresel finans sisteminin kontrolünde ve işleyişinde ciddi bilgi asimetrisini barındıran kanallarla uygulanması, muşarekeyi de tartışmalı duruma sokmaktadır.
c.Mudaraba
Günümüzde “risk sermayesi” olarak adlandırılan uygulamadır. Sermayeyi verenin ve emeğini ortaya koyanın katkıları oran olarak eş değerde olmasa da sermaye sahibi de emek sahibi de ortaktırlar. Özellikle yeni-ekonomi olarak adlandırılan internet ve bilişim tabanlı işletmelerin finansmanında etkili bir kullanım alanına sahiptir. Günümüzde etkili olan yazılım tabanlı çalışan şirketlerin hemen hepsi bu şekilde finanse edilmiştir. Bir tarafın sadece emeğini diğer tarafın sadece sermayesini koyduğu uygulamadır.
d.Kiralama
Selem diye de adlandırılır, günümüzdeki yaygın ismi ile leasing. Murabahanın tersidir. Para peşin ve mal veresiye olmak üzere yapılan bir satım akdidir. ABD’de 1950’lerden sonra finansman aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Sistemin 1970’lerle başlayan neo-liberal işleyişe entegre olması
Modern anlamda ilk faizsiz banka sistemi, Mısır’da Ahmed En-Neccar tarafından tarımsal faaliyet gösteren çiftçilerin yatırım ve finansman ihtiyacını karşılamak için 1963 yılında Mitgamr kasabasında kurulmuştur. Nasır dönemindeki sosyalist politikalardan dolayı kapatılmıştır. Ancak bu uygulama özellikle petrol zengini ve büyük oranda batılı bankalarla çalışan Arap ülkeleri tarafından önemsenmiştir. 1967 yılından sonra iyicene yükselen Arap-İsrail gerginliğiyle birlikte, ciddi anlamda rahatsızlık duyan petrol zengini Arap ülkelerinin, petrol fiyatlarını arttırarak oluşturdukları küresel finans krizi ile birlikte birikmeye başlayan yüklü miktardaki petro-doları, kızgın oldukları batılı ülkelerinde değerlendirmekten ziyade kendilerine ait bir sistem içinde değerlendirme ihtiyacı hissetmeleri, faizsizlik ilkesine sahip finans kuruluşlarının hızla artmasına yol açmıştır. Ancak 1980’lerden sonra bu ülkelerin batılı devletlerle olan anlaşmazlıklarını dengelemeleri ile birlikte, eş zamanlı olarak derinleştirilmeye çalışılan finans-kapital sisteme otomatik olarak angaje olunmuştur. Türkiye’de bu anlamda sisteme ayak uydurma 2002 Kasım’dan sonra gelen AKP iktidarı ile hızlanmış ve 2004 yılındaki 5411 sayılı bankacılık kanunu ile ivme kazanmıştır.
Mevcut halde vardığı nokta ve safiyetini yitirmesi
Katılım bankacılığı sistemi mevcut durumda özellikle ülkemizde safiyetini yitirmiş durumdadır. Bankaların ortaya koydukları ürünler ve sergiledikleri yaklaşım kapitalist piyasa ahlakından hiç de uzak değildir. Ortaklık ve paylaşım kültürü ile birlikte verimliliği ve üretimi arttırma çabalarından tamamen uzaklaşılmış durumdadır.
Sistemin gözden kaçırdığı sapmalar
Katılım bankacılığının nasıl işlediğini tartışmadan önce atlanmaması gereken çok daha önemli başka bir nokta var. Herhangi bir yaşam alanı içinde dini hassasiyetlerle birlikte üretimi arttırmak ve atıl kapasiteyi minimize etmek gibi bir kaygı var ise öncelikle sahici ve gerçek ilişkiler üzerinden bunu yapmanın yollarını aramak gerekir. Bireylerin birbirleri ile iletişim açısından yaşadığı sıkıntılarda ise bu anlamda düzenleyici bir amacı olan, kamu otoritesi yani devlet mekanizması devreye girmelidir. Devlet mekanizması öyle ya da böyle kamu denetimine tabidir ve kamuya karşı sorumlu olduğu için tüm aksaklıklarda en-nihayetinde halka hesap vermek durumunda kalacaktır.
Sonuç
Dünyadaki finansal sitemin işleyişi açısından “gelişmiş ülkeler”in gerek teamüllerle gerek de birtakım dayatmalarla uygulanmasını tüm dünyaya kabul ettirdiği süreçler, toplumsal ve bireysel anlamda iliklerimize kadar işlemiş durumdadır. Mesela para politikalarının ulusal anlamda kontrol edildiği merkez bankalarının özerkliği yani halk tarafında seçilmiş olan hükumetlerin kontrollerinden büyük oranda bağımsız olması, demokratik bir ülke ve sağlıklı bir ekonomik işleyiş için olmazsa olmaz kabul edilir. Neo-liberalizmin girdiği ve hâkim olduğu hemen hemen bütün ülkelerde bankaları denetleyen kurumlar özerk çalışırlar ve bankaların kurallı ve karlı olmalarını sağlamak dışında pek bir işe yaramazlar. Yine para akışı konusunda sıkıntı yaşanmayan bütün ülkelerde Mastercard, Visa ya da American Express numaralı Atm ve kredi kartları kullanılır. Ya da daha somut şekilde belirtecek olursak, yüz milyonlarca kartın ve kart sahibinin bilgilerinin tek bir veri havuzunda ve çok az kişinin ulaşabileceği bir yerde saklanmasını ve kamu denetimine çok uzak bir alanda bulunmasını kafanızda canlandırabilirsiniz. Oluşan bilgi asimetrisinin boyutları bir hayli yüksek. Haliyle bu işleyiş içinde yer alan bir faizsizliğin, dünya sistemini değiştirecek bir olgunlukta olması mümkün değil.
Bununla birlikte faizsiz uygulamaların kişilerin davranış kalıpları üzerindeki etkilerini de düşünmek gerekiyor. Vade farklı satış ile bankadan araba almış birinin para kazanma konusunda yaşadığı telaş ile faizli kredi çekerek araba almış birinin yaşadığı telaş arasında ne kadar fark olabilir. Yani “İslami” olan, bir hassasiyeti ve farklılaştırmayı sağlamayacaksa ona “İslami” diyebilir miyiz?
Banka meselesinde tamamen iptidai bir gözlem sonucu 2000’ler ciddi bir dönüşüm dönemi oldu gibime geliyor. Kredi kartı patlaması zannedersem bu yıllar da yaşanmıştır ve bankayla pek de sanki işi olmayan kentli dar gelirliler bankalara fena halde bağlandılar. Yani yine emin olmamakla beraber islami duyarlılıklarla bankalara pek bulaşmayan kentli dar gelirliler vardıysa da bunların bu şekilde sisteme girdiklerini var sayabilir miyiz acaba? Bir iki tanıdığımdan bu durumu biliyorum ama tabii genele dair bir şey söylemek zor.
Mustafa Özel bir yazısında “faizsiz finans kurumlarının ülkemizdeki ilk yıllarında murabahaya oransal olarak çok ağırlık verdiler, ama bunun başlangıç için böyle olduğuna ancak ilerleyen yıllarda azalacağına inandılar. ancak yıllar geçtikçe murabaha’nın oranı azalmak şöyle dursun, arttı” mealinde bir şey demişti. bu bana iyi özetliyor gibi geliyor durumu. öte yandan senin yazıda hiç anmadığım bu kurumlardan borç alan müslüman tüccarların borçlarını ödememeleri örneklerinin sıklığına dair yaygın bir söylenti var – doğru mudur değil midir o ayrı.
% 5.4 oranı 80lerden günümüze ciddi bir değişim gösterdi mi yoksa hep bu civarda mıydı öğrenme imkanın var mı? çünkü son yıllarda bankaların işlem hacmi epey büyüdü galiba, “faizsiz bankalar”daki miktar aynı kalsa da oransal olarak azalmış olabilir gibime geliyor.
“Bu sisteme mesafe koyan tavrın altındaki halk bilgeliğini görmek için, hala esnaf zihniyle yaşayan mahalle insanlarına ve ortaklığı ve paylaşımı merkeze alarak karşılıklı güvene dayanan ticari faaliyetlerde bulunan bireylere bakmak yeterli olacaktır.” demişsin bir yerde. burası biraz romantik geldi. yani böyle insanlar kaldı mı gerçekten, kaldıysa ne kadar kaldı bilemiyorum. senin ima ettiğin kadar ciddi bir kesimmiş gibi gelmiyor bana ne yazık ki. inşallah sen haklısındır.
asıl soracağıma gelemedim bir türlü. “Sistemin gözden kaçırdığı sapmalar” başlığı altında yazdığın paragrafı anlayamadım bir türlü, başlıktan hareketle yazının önemli bir yeri olduğu, önemli bir iddiayı içerdiği izlenimini ediniyorum, ama sanki epey kapalı kalmış, açabilir misin? Devletin bu işin bir yerinde olması lazım, müdahil olması lazım demişsin ama devlet zaten bir düzeyde müdahil. hali hazırdaki durumdan ne farkı olacak, orada tam neyi öneriyorsun? ya da hiç “faizsiz finans kuruluşu” filan olmasın gerek yok, işin sahiciliğini bozuyor, kişiler bu işleri kendi aralarında yapsınlar, maraz çıkınca devlet aracı olarak devreye girer mi diyorsun? bunu diyorsan bu gerçekçi değil gibi pek ya?
Eleştirilerin için teşekkürler Alp. Mustafa Özel’in bu anlamda bilgisi ve tecrübesi su götürmez. Konuyu bizden daha etraflıca görebilmesi gayet doğal. Meselenin orta sınıf kent dindarları üzerindeki etkisi hak verirsin ki ayrı bir başlık altında incelenmesi gereken bir konu. O nedenle sadece yazının kapsamına giren kısımlar için bazı şeyle yazdım.
“Dindar” tüccarların çalıştıkları bankalar içinde borçlarını öncelikli olarak faiz işleten bankaları gözeterek planlamaları ve faiz işletmeyen katılım bankalarının borçlarını geciktirmeleri durumları oldukça sık görülürdü. Bu nedenden dolayı katılık bankaları faiz yerine yasal haklardan dolayı kendilerine tanınmış olan “kar mahrumiyeti” işleterek ödenmeyen kredilerin geri dönüşünü sağlama yoluna girdiler. 2000lerden önce ödeme imkanı gerçekten olmayan tüccarların borçlarını silmişlikleri çokça rastlanan bir durumdu ancak 2004ten sonra gelen yasal güvence ve hızla normal kabul edilmeye başlanan para kazanma önceliği ile bu uygulama tamamen ortadan kalktı.
Bu konu ile ilgili hatırladığım kadarıyla detaylı bazı raporlar vardı ancak şuan sadece 2000 den sonraki genel seyri gösteren şöyle bir rapor var. Ancak yinede genel gidişatı göstermesi açısından açıklayıcı olacaktır.
YILLAR KB.ları BÜYÜME (%) BANK. SEKTÖRÜ PAYI (%)
2000 1.863.000 70.305.000 2,65%
2001 1.917.000 2,90% 149.438.000 1,28%
2002 3.206.000 67,24% 145.594.000 2,20%
2003 4.111.000 28,23% 164.923.000 2,49%
2004 5.992.000 45,76% 203.386.000 2,95%
2005 8.369.000 39,67% 261.948.000 3,19%
2006 11.237.000 34,27% 324.069.000 3,47%
2007 14.943.000 32,98% 371.927.000 4,02%
2008 19.210.000 28,56% 472.695.000 4,06%
2009 26.841.970 39,73% 522.415.000 5,14%
2010/Eylül 30.403.117 13,27% 599.701.000 5,07%
Kaynak:TKKB
Bu anlamda istikrarlı bir şekilde mevcudiyetini devam ettiren ve belki farkında olmadan muazzam bir direniş halinde olan bir halk hala var.Türkiyede özellikle kapitalist tüketim ahlakının hala nüfuz edemediği mahalle kültüründe ve meselenin farkında olan şehirli ve az bir kesim böyle denilebilir. Ayrıca toplumsal dinamiklerini hala barındıran Kürtler ve Anadolunun kırsalında yaşayan dünya kadar insan. Mesela Fatih’te Atpazarının girişinde sürekli gittiğimiz Mustafa amcaların işlettiği çay ocağı. Emre’nin anlattığı bir olay vardı. “+Abi büyük çay kaç lira küçük çay kaç lira ? -50 kuruş +Büyük? -O da 50 kuruş” Emre’nin deyişi ile “kapitalizmin bittiği an”. Yani ürün faklılaştırması saplantısına yada kredili işlem sarmalına girmeden muhabetle devam eden sıradan(!) hayatlar. Görünen durum çok parlak olmasa da ben hala umutluyum.
Yazının bu kısmı sonradan ben de fark ettim yazıdaki en zayıf kalan yer olmuş. Yazı tekniği açısından sıkıntılı ancak yazının geneli içine giydirmeye çalıştığım sıkıntıları tekrar etmek istemedim biraz da. Sistemdeki sapmalar bence 1.kamuyu ilgilendiren konuların kamu otoritesinin dışında mekanizmalarca işletilmesi 2.İnsanlığın ihtiyaç duyduğu sahici ve paylaşıma dayalı ilişki modeline evrilememesi 3.Üretim ve insani gelişimden ziyade kar odaklı bireylerin oluşmasına bir itirazının olmaması.
Bu bağlamda finans kapital sisteme karşı alternatif ve bağımsız kurumlar/oluşumlar arayışına girmek bir zorunluluk gibi duruyor. Küçük grupların üstesinden gelemeyeceği sorunlar içinse kamu otoritesinin düzenleyiciliğine ihtiyaç var. Bu anlamda Cem Somel’in bir yazısı vardı. http://evrensel.net/news.php?id=17802
Mesele bu anlamda ütopik değil. Devlet denetiminin bu anlamda halkın refahı için işletilmesini istemenin ütopik bir tarafı yok bence. Ekvatorda Correa iktidara geldikten sonra bu anlamda oldukça ciddi işler yaptı. Gerçi şu denebilir, kim napsın Ekvator gibi bir ülkeyi, burası Türkiye. Ancak mücadele alanı açık ve zor zaten.