Metin Ercan – İslami Finans’ta Hızlı Büyüme
METİN ERCAN
‘İslami finans’ sistemi, küresel mali sistemin henüz küçük bir parçasını oluşturmakla birlikte, hızlı bir büyüme sergiliyor.
‘Konvansiyonel’ mali sistemin son yıllarda yaşadığı sıkıntıların arasından sıyrılan ‘İslami finans’ sistemi hızlı bir yükseliş kaydediyor. HSBC yetkililerinin belirttiğine göre, ‘İslami finans’ sisteminin ‘tahvil’ kısmını temsil eden ‘sukuk’ piyasasında 2011 yılında küresel ölçekte 27 milyar dolar tutarında yeni ihraç yapılırken 2012 yılında bu tutarın 44 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Ernst&Young’a göre 2010’da 826 milyar dolara ulaşan küresel ‘İslami bankacılık’ varlık hacminin 2012’de 1,1 trilyon doları bulması bekleniyor. Ancak kamuoyunun geneli için ‘İslami finans’ sistemi henüz bir muamma. Bu yüzden öncelikle bu sistemin özelliklerinden bahsetmek yerinde olacaktır.
‘İslami finans’a giriş
‘İslami finans’ sisteminin ‘konvansiyonel’ finans sistemi ile ortak noktası, bir anaparanın işletilerek getiri sağlanması. Ancak ‘İslami finans’ta, diğerinin aksine, herhangi bir reel ekonomik aktivite veya varlık transferi olmadan salt ‘borç verme’ işleminden kaynaklanan faiz (‘riba’) yasak. Faizin yerini bir tür ‘gelir paylaşımı’ kavramı alıyor. ‘İslami finans’ta finanse edilen varlığın performansına doğrudan iştirak ve risk ve getirilerin paylaşılması söz konusu. IMF ekonomistleri Hesse, Jobst ve Solé tarafından yazılan 2008 tarihli bir makaleye göre, bu kurallarla uyumlu olarak üç temel tür ‘İslami finans’ şekli bulunuyor:
1) Satış sözleşmesine dayalı ‘sentetik’ borç temelli finansman: Finans kuruluşu bir tür ‘vadeli’ tedarikçi gibi davranıyor ve ticaret/yatırım işlemine konu olan malları müşterisi adına satın alarak müşterisine belli bir ‘kâr marjı’ ile satıyor (murabaha).
2) ‘Varlık’ temelli kiralama sözleşmeleri: Finans kuruluşu, müşterisi adına satın aldığı varlığı, müşterisine belli bir kira karşılığı kullandırıyor (icara).
3) ‘Özsermaye’ ve ‘girişim’ temelli kâr paylaşım sözleşmeleri: Finanse edilen yatırım veya varlığın geliri, finanse eden ve borçlanan arasında adil bir şekilde paylaşılıyor (mudaraba, muşaraka).
‘İslami finans’ ürünlerinin gelir yapısı bu üç modelden bir veya birden fazlası üzerine kurulabiliyor: Örneğin, ‘İslami tahvil’ olan ‘sukuk’, borç (murabaha), varlık (icara) veya girişim (muşaraka) temelli olabiliyor. ‘Konvansiyonel’ finansın diğer ürünlerinin de ‘İslami finans’ sisteminde karşılığı bulunuyor. Örneğin ‘İslami sigorta’ ürünü ‘tekâful’, gelir paylaşımı üzerine nemalandırılan ‘İslami mevduat’ ise ‘vadiye’ (wadiah) olarak adlandırılıyor. ‘İslami finans’ sisteminde, finansmanın konusu olan bir ‘reel’ üretim veya ticari işlem olması gerekliliği bulunuyor. ‘İslami finans’ sisteminde önemli diğer bir husus ise finansman sağlanan proje ve işletmeler İslami kurallara aykırı alanlarda –haram gıda, alkol, kumar gibi– faaliyet göstermiyor olmalı.
50’yi aşan ülkede 300 civarında ‘İslami finans’ kuruluşu faaliyet gösteriyor. ‘İslami finans’ sisteminin geçmişte yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 15’i buldu. ‘İslami finans’ sistemi küresel krizden ‘konvansiyonel’ bankacılığa göre daha az yara alarak çıktı. IMF bu durumun nedenlerini, ‘İslami finans’ın göreceli olarak daha küçük –ve iyi seçilmiş– yatırım portföyleri olması, daha sınırlı kaldıraç (dış finansman) kullanması ve ‘şeriye’ kurallarına göre yapılan finansmanlardan dolayı ‘konvansiyonel’ bankacılığın sorun yaşadığı enstrümanlardan –örneğin türev araçlar– uzak kalması olarak sıralıyor. ‘İslami finans’, Ortadoğu coğrafyası ile sınırlı kalmıyor. ABD menşeli bir ‘İslami finans’ kuruluşunun genel müdürü müşterilerinin yüzde 95’inin gayrimüslim olduğunu belirtiyor. Özellikle birikimlerinin sosyal anlamda zararlı faaliyetlere kullandırılmaması konusunda hassasiyet gösteren tasarruf sahipleri, bu nedenle birikimlerini ‘İslami finans’ sistemine aktardıklarını belirtiyorlar. ‘İslami finans’ın gelişim hızına bakıldığında, önümüzdeki dönemde, toplam mali sistem içerisinde daha çok önem kazanacağı ve konvansiyonel mali sistem için başarılı bir örnek teşkil edeceği öngörülebilir.
(Kaynak: Radikal, 10 Mart 2012)