Altay Ünaltay – İslam ve Kapitalizm Üzerine Tartışma Notları

2 Responses

  1. Zafer Kafkas dedi ki:

    Altay Ünaltay: “Öte yandan, müslüman kardeşliği sınıflı toplumu kaldırmaz, çünkü “insanlar arasında üstünlük ancak takva iledir” ve “müminler ancak kardeştir”; oysa biz bugün sınıflı bir toplum olduk ve işçilerimizin geçim endişesiyle ezilmesi, asgari ücret denen bir toplumsal traji-komikliğin pençesinde yarı aç-yarı tok bir hayata mahkum edilmesi, korkunç kötü çalışma şartlarına bile razı iken güvenlik tedbirleri alınmamış işyeri yangınları-patlamalarına kurban gitmesi, tersanelerimizde sokak hayvanları gibi telef edilmeleri vaka-i adliyeden oldu.”

    –Üretimin bir girdisi olarak kabul edilen “emek” in sermaye karşısında ezilmemesi ancak devlet tarafından emeğe, çalışmadığında geçimini sağlayacak bir fon ayrılması ve primsiz sosyal güvenlik ile mümkündür. Bunu İslam, zekat ile sağlamıştır. Zekat(vergi), devlet tarafından toplanır, çalışmayanlar ve çalışamayanlar için pay ayrılır. Bu sayede sermaye sahipleri, açlık korkusunu kullanarak insanları istedikleri şartlara razı edemeyeceklerdir.

    Altay Ünaltay:”“Zekat ve infak nelerden ve ne kadar yapılmalıdır” diye tartışırken, asıl noktayı kaçırdık: Bu toplumda hala muhtaç ve açıkta insan varsa zenginlerimiz yeterince infak etmiyor demektir. Demek ki daha çok infak gerekiyor! Daha çok maldan ve kalemden, daha yüksek oranlarda.”

    — Bir sistem arayışı içerisindeyiz deniyor, lakin hala insanların vicdanına, geniş gönüllülüğüne, cömertliğine vurgu yapılıyor ve Müslüman zenginlerin bahsettiğimiz vasıflara sahip olması gerektiğinden söz ediliyor Açlığın, evsizliğin az verilen zekat ve infaktan kaynaklandığı düşünülüyor. Sistem çalışmalarında sürekli düşülen hataya düşülmüş “duygusallık”.

    Altay Günaltay:”Ve nihayet çalışmak ve iktisadi faaliyette bulunmaktan toplumsal amaç nedir? Para kazanmak neden toplumda meşrudur? Çalışmaya örnek gösterilen arının adıyla anılan Kuran’ın Nahl (Arı) suresi 70. Ayeti der ki: “Allah rızıkta kiminizi kiminizden üstün kılmıştır. Ama üstün kılınanlar, kendi altlarındakilerin hakkını vermezler. Oysa onların hepsi rızıkta eşittir. Allah’ın nimetini bile bile inkâr mı ediyorlar?”

    –İslam’ın ekonomik temellerinden biri nimet-külfet dengesidir. Toplumda kim daha çok külfete katlanıyorsa onun nimetteki payı fazla olmalıdır. Mutlak eşitlik yoktur. Arı örneği katlandığı külfetin karşılığı ortaya çıkan nimetin değerinin anlatılmasıdır. Nimet-külfet dengesi kabul edildiğinden İslam’da bölüşüm zorunlu şartlar dışında ücretten çok, hasıladan pay alma esasına dayanır. Külfete çok katlananın rızkı daha çoktur, bu dengeli ve adil düzeni kuramayan bizler eleştiriliyoruz, ayette.

    Altay Günaltay:”Çağdaş kapitalist düzenin temeli olan, İngiliz liberal filozoflarının şu ünlü “üretimin 4 unsuru: Toprak, sermaye, teşebbüs, emektir. Bu 4 unsur üretimden kendi paylarını alırlar: Toprağa rant, sermayeye faiz, teşebbüse kar ve emeğe ücret düşer” formülü acaba dini bir eleştiriye tabi tutuldu mu? Yoksa bir zamanlar yarım ağız yapılagelen “faize hayır, diğerlerine evet” itirazı da artık yerini “faiz de ekonominin gereğidir” anlayışına mı bırakmıştır?

    Hangi dini tartışmada üretim araçları üzerinde sermayenin mülkiyeti ve bunu emek ile paylaşmaya yanaşmamadaki ısrarı ele alındı ve eleştirildi? Madem ki emek de sermaye kadar üretimin asli bir unsurudur, o halde neden onun da üretim araçları üzerindeki mülkiyet ve söz hakkı yadsınır? Yoksa bunlar dini tartışmaların “kırmızı çizgileri” midirler?”

    –Bizim İslami ekonomik anlayışımızda da üretim girdileri 4 tanedir. Bunlar, 1-Tesis(toprak, arsa, fabrika veya bunları oluşturan sabit yatırımlar) 2-Emek 3-İlk madde(ham madde/sermaye) 4-Genel Hizmet(üretime doğrudan katılmayan ancak üretimi kolaylaştırıp değerlenmesine imkan sağlayan her türlü hizmetlerdir.)

    Sorun, üretimi gerçekleştiren bu girdilerin hasılayı nasıl paylaşacağıdır?

    Kapitalizm’ de bu paylaşımın bir müteşebbis tarafından verileceği kabul edilmektedir. Müteşebbis bankadan kredi almakta, bu kredi ile tesisleri kiralamakta, işçilere ücret vermekte, hammaddeyi satın almakta, Devlete de vergi ve sigortasını ödemektedir. Üretimi böylece gerçekleştirmektedir. Sonra elde etmiş olduğu hasılayı pazara götürüp satmakta, elde ettiği meblağın bir kısmını faizi ile birlikte bankaya iade etmekte ve kalan da kendisine kâr olmaktadır. Bu işleyiş şekli Kapitalizm ve Sosyalizm’ de benzerdir. Fark birinde kâr ve zararın devlete ait olması ve rekabetin bulunmaması, diğerinde ise kâr ve zararın müteşebbise ait olmasıdır. Kapitalist Sistemde müteşebbis zarar ettiği zaman iflas etmekte ve piyasadan çekilmek zorunda kalmaktadır. Böylece müteşebbisler arasında rekabet ortamı doğmaktadır. Ne var ki, halk ve ülkeler büyük zararlar görmekte sonunda tekel oluşmaktadır. Bu durum ise rekabeti ortadan kaldıracağı için Sosyalizm’ de olduğu gibi hantal bir ekonominin doğmasına sebep olmaktadır. Sosyalist Sistem’de Bölüşme yönetim tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu iki sistemde emeğin payı ya müteşebbis tarafından veya devlet tarafından takdir edilmekte ve ücret olarak verilmektedir.

    Bu iki sistemde ücretin tayininde, ücretin hasıladan bir pay olarak verilmesi sistemi yoktur. Sendikalaşma olayı emeğin müteşebbis karşısındaki pazarlık gücünü arttırmakta ise de, bu pazarlığın hasıla ile doğrudan bir ilgisi bulunmamaktadır.

    İslâmiyet’in bölüşme olayına bakışı ve değerlendirişi farklı bazı özelliklere sahiptir. İslâmiyet’te her girdinin diğer girdilerle ilişkisi de ortaklığa dayanmaktadır. Hasılanın bölüşülmesi ortaklıkların anlaşmalarda öngörülen payı aralarında “ayn” olarak almalarıyla gerçekleşir. Tesis sahipleri anlaşmaya göre hasıladan kiralarını “ayn” olarak alırlar, emek sahipleri anlaşmaya göre hasıladan ücretlerini “ayn” olarak alırlar, ilk madde sahipleri hasıladan anlaşmaya göre elde ettikleri ürünü satıp kar veya zarar ederler, genel hizmet de hasıladan yaptığı hizmetler karşılığı vergisini(zekatını) “ayn” olarak alır. Bu bölüşüm pay senetleri ile gerçekleştirilir.

    İslamiyet’ in iktisadi girdiler ve hasılanın bölüşümü hakkında tüm sistemlerden farklı bir anlayışı vardır. Sorun Kuran’a ait kavramlara sosyallik kazandıramamamız ve yapılan çalışmalara ön yargılı yaklaşmamızdır.

    Altay Günaltay:” Kapitalizme en ciddi eleştirileri yönelten Karl Marx’ın “artık değer” teorisi dini açıdan ele alınmamıştır. Eğer bu teori yanlış ise dini bir eleştirisi dahi yapılmamıştır.

    Bugün din acımasız bir kapitalist bir sömürü düzeninin payandası haline gelmiştir. Emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan emekçiler ve mülksüzler acımasız bir sömürü çarkının onları yarı aç-yarı tok yaşatan dişlileri arasında ömür tüketirken din onlara “bu dünyada çektiğin acılar nedeniyle cennette büyük mükafat göreceksin” demekten öteye gidemez. Yani yaptığının, Batı’da kilisenin kapitalizme payandalık edişinden bir farkı kalmamıştır. Bu hali ile din “halkların afyonudur”, başka bir şey değildir.”

    –Marks, emeğin hakkını verme işini sermayeden alıp, yöneticilere vererek köleliğin yönünü değiştirmiştir. Emeğin iradesini o da yok etmiştir. Bölüşüm sorununu çözememiştir.

    Dini sadece bir maneviyat olarak görüp, kavramları sadece batıni yönünden anlamaya, tanımlamaya devam ettikçe sömürü düzenine engel olacak yeni bir sistem kurulması imkansızdır. İnançların özelliği zaten teslimiyetçi olmasıdır. İslam’ın farkı burdadır işte, sadece ahlak ve maneviyata ait hükümleri içermez. Bugün kutlu doğum haftaları, şebi aruz gibi etkinlikler İslam’ın sosyal boyutunun unutturulması ile ilgilidir.

    Altay Günaltay:”Yukarıdaki ilkeler doğrultusunda mülkiyeti tamamen çalışanlarına ait iktisadi müesseseler bugün dünyanın birçok yerinde kurulmuş, test edilmekte, işletilmektedir. İspanya’da bir köy rahibi tarafından Hıristiyanlığın paylaşımcı ilkeleri temelinde kurulan Mondragon köylü kooperatifleri, İsviçre’de bir Protestan vaizince temelleri atılan bir çalışan kooperatifi olan Migros, Arjantin’in IMF elinde ekonomik olarak çökertilişiyle yurtdışına kaçan mülk sahiplerinin terkettikleri fabrika ve tesislerine el koyarak kendileri için çalıştırmaya başlayan işçilerin kooperatifleri, Dünya’da bu konudaki sayısız uygulama içinde akla hemen gelen örneklerdir. Yeter ki, bunlara bakacak, bunları görecek bir hüsn-ü niyet olsun.”

    –Kuran, insana emeğinden gayrısı yoktur, der. Ticareti üretimin destek unsuru olduğundan ve sermayenin zarar riski nedeniyle meşru görür.

    Emeğin verimli şekilde çalışabilmesi ve ortaya yeni bir ürün çıkarabilmesi ancak diğer girdiler ile dengeli şekilde bir araya gelmesi ile mümkündür. Bu sebeple her girdinin payı hasıla üzerinden yapılan anlaşmaya göredir. Hiçbir girdi diğerlerinin üzerinde değildir. Sermayenin tahakkümünü başka bir girdiye verdiğinizde zulüm ortadan kalkmaz, yön değiştirir. Girdiler ve bölüşüm hakkındaki görüşümüzü yukarı yazdım.

    Dünya üzerinde sömürü düzenine alternatif olarak yapılan tüm çalışmalar kıymet arz eder. İyi niyetimizi yakınlarda yapılan çalışmalara da göstermekte fayda var.

    Altay Günaltay:”Eşitsiz ilişkileri kurumlaştıran bugünkü hakim düzeni ise zaten başkaları düşünmüş, yapmış ve uygulamaya koymuştur. Onlar bizden ancak kendi “dinlerini” aynen tekrarlamamızı beklerler. Belki biz “onların dinini” onlar gibi ya da belki daha iyi uygularız. O zaman bizden razı olurlar.

    Ya da biz Rabbimizin rızasını arar, eşitlik ve kardeşliğin iktisadını kurarız. Rabbimizin emrettiği budur ve önümüzde açılan yeni yüzyılda İslam’ın, eğer bir iddiası olacaksa, insanlığa sunacağı bundan daha azı olmasa gerektir.”

    –İslam’da eşitlik yoktur, adalet vardır. Biz de Kuran üzere düşünürsek adalete ulaşırız. Allah salih amellerimizi artırsın.

  2. mehtap çıracı dedi ki:

    emek&adalet islam iktisadı üzerine bir kitap çıkaracakmış diye duyduk ama…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir