İslam İktisadına Bir Katkı Olarak Esat Arslan’ın Kitabı: Marx’ın Simiti
“Kuran Muhammed’in kalbine indi. Bu kalbi boş bir levha olarak kabullenmek pek o kadar kolay olmasa gerek. Boş bir levha için bir mağarayla toplumdaki saygın bir mevki arasında pek bir fark olmazdı. Fakat eğer bu kalp bir toplumdan kaçmayı seçtiyse muhakkak ki toplumda huzursuz olmuş olması için bazı sebepler vardı. Ve galiba zaten biz 40 yaşına kadarki Muhammed’in tüm ıstıraplarını, sorunlarını ve hayallerini onun kalbine indirilen Kuran’da görüyoruz. Kuran’ın içeriği onun 40 yaşına kadar toplumuna söylemek isteyip de söyleyemediği, gerçekleştirmek isteyip de gerçekleştiremediği, çözmek isteyip de çözemediği ve çözümleri o güne kadar kendisinin de doğru dürüst bilmediği her şeyden ibarettir.”
Başlıkta ismi olan kitap, İslam İktisadına katkı olarak, çok somut bir öneri için yazılmakla beraber yukarıdaki gibi pek güzel satırlarla dolu. İslam hakkında konuştuklarımız sadece onun buhranları değil belki farkına varılamamış güzellikleri olmalı diyor Esat Arslan. Ve buradan kalkarak alabildiğine ilgisiz, eksik bir alana, İslam iktisadına yöneliyor.
Vahyi bizim zamanımıza ve mekanımıza taşımayı önererek, İslam’ın siyasal iktisadına dair ayetleri ortaya koymaya çalışıyor. Esat Arslan’ın temel varsayımı şu: “İktisadi gerçekler aynı kalmak koşuluyla, diyelim ki İslam’ın değerleri siyasi iradeyi belirler oldu, acaba Kuran bize bugünkü iktisadı daha adil kılacak yeni normlar ve yeni bir düzen için köşe taşları vaaz edebilir mi?
Öncelikle İslam’ın ekonomi politiğine dair Türkçeden okunabilecek eserlerin azlığını belirttikten sonra, Türkçede bulunan eserleri tartışıyor. 1970-80’lerde oldukça popüler olan İslam İktisadının giderek ilgilenilmeyen bir alan oluşunu ve özellikle son 15 yılda tamamen gündemden düşmesinin çeşitli sebepleri var. Bunlardan birisi İslami ekonomi politiğin doğası gereği durgun bir konu oluşu. Kuran’ın ve sünnetin sunduğu mekanizmalar bellidir: özel mülkiyet izni, faiz yasağı, zekat emri, tekel yasağı ve kar ve ücretin piyasadaki arz ve talep ilişkisiyle belirlenmesi… Seyid Kutup’un İslam’da Sosyal Adalet kitabını yazdığında buna eklenecek şerh ve haşiyeden başka bir şey yoktur.
Diğer önemli sebep siyasal İslam’ın Türkiye’de iflas etmiş olduğunun kabullenildiği son on beş yıldır.
“Bugün hedef kitlesi ve liderliği büyük bir İslami nüfus barındıran AK Parti’nin iktidara gelebilmesi tamamen Batılı siyaset normlarını özümsemesiyle mümkün olmuştu. İktidarda olanın Müslümanlar olduğu fakat siyasetin temel meşruiyet kalıplarının tamamen batılı olduğu bu siyasi düzen özünde iktisadi bir ütopya olan adil düzenin de iflas etmiş olması anlamına geliyordu. AK Partili seçkinler sadece Müslümanlara hitap eden adil düzen yerine o gün için herkesin rızasını kazanmış IMF reformlarını hayata geçirerek ciddi bir iktisadi büyüme gerçekleştirdi. Gelir adaletsizliğinin kayda değer bir biçimde bozulmadığı, dolayısıyla herkesin daha müreffeh olduğu bu dönem İslami ekonomi-politik açısından en azından orta vade için yeni İslami adil düzen tahayyüllerine vakit harcamamak anlamına geliyordu.”
Bilkent’teki gözlemlerine dayanarak iktisat uzmanlığı için kendini yetiştiren Müslümanların kendilerini İslam ekonomi politiği yapmak üzere inşa etmemelerini üç nedene bağlıyor: 1. İktisat uzmanlığı, hele ki iyi bir eğitim için uğraşılıyorsa, kişinin yaratıcı potansiyelini ve emeğini emer. 2. Ona dünya entelektüel ağlarına girme olanağı veren iktisattaki bütünlüklü nedensellik mantığından haz alan Müslüman bireyin fıkhın ve usulü fıkhın “ezberci” hukuk mantığına girmekte bir doyum bulamaması sonucu bu alanı işin uzmanına bırakmayı seçmesi. Bugün Keynes düşüncesine vukufiyetin sunduğu marjinal haz ve prestij İmam Şafi’yi bilmenin verdiği marjinal haz ve prestijden çok daha yüksektir, ilahiyatçılar arasında değil de iktisat, siyaset, sosyoloji, tarih okuyanlarla beraber sosyalleşen iktisat öğrencisi için. 3. İktisat öğrencisi Müslümanlar İslam’a birer birey olarak değil, bir camiaya ya da cemaate aidiyetle yaklaşır. Bu yüzden özgün bir İslam yorumu ve özgün bir İslami ekonomi-politik ortaya koymaları mümkün değildir. İslami camianın dert, kaygı ve ıstırapları ne istikametteyse, iktisatla uğraşan Müslüman bireylerin de İslam’a dair dert, kaygı ve ıstırapları aynı istikamettedir.
Arslan İslami ekonomi-politiğin sol gelenek ile liberal gelenek arasında kaldığını, sade, bütünlüklü, tutarlı, sahici bir görüşe ulaşması gerektiğini söylüyor ve bunu söylemenin şunları söylemekle eş anlamlı olduğunu vurguluyor: 1. İdeal dünya tasarımına yönelik çatışma yaşayan bir bilinç şizofrenik bir yarığı gösterir. Müslüman’ın İslami bilinci kazandığı yerle iktisadi bilincini kazandığı yer arasında bir uyuşmazlık vardır. (…) 2. Bu yarıktan kurtulmanın çaresi şizofreniyi bastırmak değildir. Aksine bu İslam’ın bilincinde ve bilinç dışında daha esaslı buhranlara sebep olur. En basitinden Müslüman iktisat öğrenemez hale gelir. 3. Her iki geleneğin de (sol ve liberal) özünden gelen adalet iddiaları sahiplenebilmelidir. Yani bireysel özgürlüğün tezahür yeri olarak piyasa ve bölüşüm adaleti eş zamanlı olarak savunulabilmeli ve bunun ekonomi-politik makinesi tasarlanabilmelidir. 4. Bu çaba ise İslam’ın temel kaynakları ile beraber liberal ve sol düşüncenin hem normatif hem de teorik yönüyle beraberce okunmasını gerektirir. 5. Eğer eski usulümüz bize en fazlasından kar-paylı refah kapitalizmini sunabiliyorsa, İslami ekonomi-politik bilince yönelik bu yeni çaba usul ilminin de yeniden ele alınmasını gerektirir.
Modern zamanlarda fıkhı inşa etmede edebiyatın rolünü tartıştığı bölümde, klasik fıkhın eksiklerini vurgulayarak, modern dünya görüşü ile karşılaşan fıkıh bilincinin yaşadığı çalkalanmaları yeni bir bakış önererek aşmayı tartışıyor. Geleneksel fıkıh hakikat ile mecaz arasındaki ilişkide mecazı alabildiğine dışlama yoluna gitmiştir. Genel ilke şudur: ibareleri elde zorunlu bir karine yoksa mecaz olarak okuma. Oysa oldukça yoğun bir edebi metin Kuran’ı “yazar aslında ne kastediyor?” sorusuna cevap olarak çözümleme çabasına, zahirle batın arasındaki zorunlu ilişki bağlarını yine edebi metnin kendi içinden bulmaya çalışarak başlanabilir. Edebi ve bütünlüklü bir metin olarak okunan Kuran’ın neler verebileceğini henüz bilmiyoruz, çünkü bu çok bakir bir alan.
Bu sebeple “anlamın anlamı” çabası, makro bir sıçramayla beraber Kuran’ın kelimeleri, deyimleri, metaforları vs. içerisine gireceğimiz mikro çalışmalarla da tamamlanmalı. Kuran yedinci asırdaki anlamına sabitlenmemeli, tarihe hapsedilmemeli. Düz-anlamsal okunmuş metinde bugünün kültür, ekonomi ve siyaset hayatına yönelik temel ölçüleri bulamıyorsam, onu yan-anlamsal olarak okumaya yeniden başlamak zorundayım.
Haram konusunda şu dört şeyi yeniden düşünmeye davet ediyor Arslan: (1) Meyte = leş: ya da ölüm/manen ölüm getiren şeyler; (2) Dem = kan/bir menfaat için toplumda derin bir kin ve çatışma yaratmak (yorumumu iç güvenlik paketi nedeniyle sildim); (3) Lahm el hınzır = domuz eti (ki mide bulandırıcıdır)/ruhen mide bulandırıcı olan her şey; ve son olarak (4) Ma uhille ligayrillahi bih = Allah’tan başkasına adanmış şeyler/Allah’ın kabul etmediği bir amaç için tasarlanmış bütün nimetler.
Bu çabaya girişmek Kuran’ı yeni baştan, kendisiyle ve bütünüyle okumak zorunluluğu verir. Bazı ayetler direk fıkha konu olabilecek hüküm vermese bile muhtevasında çok ciddi hükümler taşıyabilirler. Kuran dilinin analizine girmek fıkıh tarafından daha önce tüketilmemiş bir olanaklar havuzuna dalmak anlamına gelir.
Bir örnek. Yöneticiyi tanımlarken kullanılan ifade “ulil emri minkum”/sizden olan iş dostudur. İlk asırdaki fıkıhçılar Emevi ve Abbasi sultanlarına bu adı vermekte tereddüt etmediler. Modern zamanlarda bu ismin ancak demokratik bir lidere verilebileceği kesinleşmiş oldu. Çünkü sizden olan/minkum ifadesi yönetilenlerin özgür rızasını ve yönetenin yönetilenlerle hukuki eşitliğe sahip olmasını gerektiriyordu. İbare, daha derin incelendiğinde, Allah’ın yönetimi daha da özgürlükçü ve içkin bir hale getirmek istediğini söyler: Kullanılan ifade işin dostudur, yöneticiniz değil. Bu ayette söylenen yöneticinin karşısında yönetilenlerin birer özne olarak inşa edilmediği, yöneticinin sadece iş dolayısıyla o makamda olduğudur. Yani bir iş var bu işi sürdürmek için birini seçiyorlar ve bu kişi sadece bu iş hususunda itaat isteyebiliyor; başka konularda değil.
Bu bölümü daha da açtıktan ve örneklendirdikten sonra, Kuran’daki ekonomi-politiğe temel teşkil ettiğine inandığı ayeti anlamlandırmaya geçiyor Arslan. Meşhur ganimet ayeti: “Ganimet olarak elinize her ne geçerse, beşte biri elbette ki Allah’a, Peygamber’e ve onun akrabasına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir.”
Aristotales adaleti iki farklı mantığa ayırır: 1. Alışveriş adaleti, 2. Bölüşüm adaleti. İlk adalet mantığına göre, kişi verdiği kadar almalıdır. İkinci adalet mantığıysa toplumda üretilmiş olan maddi ve manevi değerlerin farklı gruplar arasında nasıl bir maddi ya da manevi ölçüye göre bölüştürüleceğini düzenler. Herkes ortak değere kattığı kadar bir pay almalıdır idealine yaslanır.
Bugünün ekonomik sisteminde işçi ve sermayedar arasındaki ilişki adaletli bölüşüm mantığına değil, alışveriş mantığına dayanır. Liberal iktisat için, piyasa mantığı içerisinde alışveriş adaleti gözetilerek emeğin ve sermayenin kazanmış olduğu pay bölüşüm adaletini de sağlamış olduğu kabul edilir. Sol iktisat içinse sermayenin değerin üretiminde bir payı yoktur. Tüm değer emeğin hakkıdır. 1/5 bölüşümü ise değerin üç grup arasındaki paylaşımını öncelikle bir bölüşüm adaleti sorunu olarak görür, bir alışveriş adaleti değil.
Toplumda üretilen değerlerin %20’si kamu ve fakirler adına devletin olmalıdır. Geri kalanın %20’si girişimciye ve sermayedara pay edilmelidir; yani toplam değerin %16’sı. Geri kalan %64 ise işçi sınıfına aittir. Devletin elindeki pay yine mal ve hizmet alımlarına döneceği için, yani yine sermaye ve emek arasında bölüşüleceği için son aşamada üretilen değerin %20’sinin sermayeye %80’inin emeğe kalmış olması gerektiğini söylemiş oluruz bu idealle.
Arslan, Kuran’ın işçiyle sermayedar arasındaki adaleti bir alışveriş adaleti değil, bir bölüşüm adaleti olarak gördüğünü belirterek, kapitalist bir kavmin prototipi olarak görülebilecek Medyen halkına peygamberleri Şuayb’in Hud suresi 84-87 ayetlerdeki söylediklerine dayanarak, ayette geçen ölçü (mizan) ve tartı (mikyal) kavramlarını analizle tezini güçlendiriyor. Bu iki kelimenin geçtiği ayetleri göstererek emekle sermaye arasındaki ilişkinin temelde bir mizan ilişkisi olması gerektiğini izah ediyor.
Kassas suresi 23-28 ayetlerdeki Şuayb ile Musa arasındaki iş sözleşmesini Müslüman için ideal iş sözleşmesinin prototipi olduğunu söyler. Arslan kıssanın bugün için çarpıcı bir yorumunu yapıyor.
1/5 işçi ve sermayedar sınıfları arasında değerin bölüşümü için bir mizandan ibarettir. Buna göre üretilmiş olan değerin beşte dördü bir bütün olarak işçi sınıfına kalacak. Bu hükmün savaş ganimetlerini düzenleyen Enfal-41 ayetinden türediğini izah eder Arslan. Burada ganimetler insanların çabalaması sonucu ele geçirdikleri her kazançtır.
Tevbe suresi 60. ayette sadaka kime verilir sorusuna verilen cevaptan devletin ekonomide sahip olacağı rolü tartışır ve bu rolü refah devleti olarak görür. Bu ayetin diğer bir anlamının emek-sermaye arasında bölüşümün temel bir ölçütü olduğunu savunur.
Cihadın sadece ahret için bir çaba olmadığını aynı zamanda dünya hayatı için de bir çaba olduğunu ve bu çaba sonucu ortaya çıkan ganimetin arzulanışının Allah tarafından güzel görülmüş olduğunu -Fetih, 18-21 ayetlerine farlı bir yorum getirerek- söyler.
Cihadın yöneticisi yahut sahibi Allah, Resulü ve zayıf bırakılanlardır. Burada cihat girişiminin yerini günümüzde şirket girişiminin tuttuğunu cihad ordusundaki askerlerin personel, girişimcinin peygamber ve sermayedarların Allah ve ezilenler olduğunu söyler. Şirketin ürettiği katma değerin 1/5’i sermayedarın gerisi işçi sınıfınındır.
1/5 meselesini başka ayetlere de dayanarak genişçe izah eden Arslan, bunun (1/5) küresel bir norm olarak nasıl mümkün olduğunu tartışıyor. Ayrıntısını burada aktarmadığım bu uzunca tartışmayı şu sonuca bağlar:
“1/5 sisteminde ekonomi makinesine minimal devlet müdahalesi var. Eğer reel sosyalizmin bugün imkansız olduğunu varsayarsak, olası bir yeryüzü ölçekli Keynesyen devletle kıyasladığımızda, devletin ekonomideki payını liberal bir devlete olabildiğince yakın tutan, fakat liberal devletin sağlayamadığı gelir adaletini Keynes gibi devleti büyüterek değil de bir çeşit hukuk inşası ve etkin yönetişim yoluyla sağlayan olası bir gelecek ufku 1/5.”
1/5’i savunmak birbirine zıtlaşan iki geleneği (sol ve liberal) tevarüs etmekle eş anlamlı. Özel mülkiyet, piyasa rekabeti ve kar etme çabası korunacaktır. Fakat bölüşüm bugünkünden daha adil olacaktır. Arslan hem Hayek’i hem Marx’ı onların eserleri olan Kölelik Yolu ve 1844 El Yazmalarını sahiplenir. Marx’ın emeğin yabancılaşması felsefesinin girişi ekonomi-politik ve onun bölüşüm adaleti ilkelerinin kritiğidir ve buraya kadar 1/5 mantığıyla tam bir uyum içindedir. İslam düşüncesinin sol ve liberal gelenekleri beraberce tevarüs etmesi gerektiğini savunmak üzere bazı ayetleri yorumlar, tartışır. Bu düşüncelerin (sol ve liberal) gerek tefsir gerekse de fıkıh düşüncesinde yer alması gerektiğini söyler. El yazmalarının yabancılaşma temasının Kuran’la temas noktalarını tartışır.
Kitap bir ekonomik model daha da somut olarak bir ekonomi makinesi önerdiği için bu yazıda aktarılamayacak kadar önemli ayrıntılar var. Çok tartışılır cümleler kurmakla beraber Arslan’ın kitabı, hem ciddi bir birikimin ürünü olarak hem de önemli bir tartışmayı başlatması bakımından tartışılmayı bekliyor. Arslan yoğun Kuran ve İslam okumalarının sonunda, hayatın çok önemli bir idarecisi olan iktisadı ve Kuran’ın bu meseleye ne dediğini anlamaya çalışıyor ve iktisadi meselelere bir çözüm getirmeden İslam’ın bir anlamı olmayacağını dile getiriyor.
Tasarlanan modelin mükemmel olmasından ve kimi meseleleri çözme iddiasından ziyade bence önemli olan 1/5 bölüşümünün geçtiği kitaba milyonların inanıyor olmasıdır. İnananlar tarafından talep edilecek böylesi bir bölüşüm isteği bile insanlığın kapitalizmi aşma ve insan yüzlü bir gelecek kurma düşüne bir katkı yapacaktır. Bu sadece bir istek değil hayata geçirilmesi mümkün bir model aynı zamanda. Son sözü Esat Arslan’a verelim:
“Kuran’daki bu temellerden hareketle bir Müslüman olarak biri tekil bireyin özgürlüklerine, diğeri bir tümel olarak İnsan’ın özgürlüğüne dayana bu iki düşünce çizgisinin, gerek liberal gerek sol düşüncenin beraberce tevarüs edilmesi gerektiğine inanıyorum. Şu andaki halleriyle birbirleriyle çelişen bu iki idealin İslam bünyesinde başka bir nitelik kazanabileceğini ve bugünkü halleriyle dahi İslam’a ait pek çok şeyi birer akıl yürütme olarak içlerinde taşıdıklarını düşünüyorum. Bir düşünce olarak İslam’ın bu geleneklerle gerilimli temasının nasıl bir bütünlüğe varacağı, bir bütünlüğe varılması lazım gelip gelmediği, başka geleneklerin de varlığı düşünüldüğünde epistemolojik tutarlılığın korunup korunamayacağı, bünyeye taşınmış bu çelişki içinde İslami bir siyaset için net bir dil oluşumunun sağlanıp sağlanamayacağı gibi düşünceler bu metnin konusu değil. Dinin yeryüzüne biçim verebilmesi için yeryüzüne temas etmesi gerekiyor ve bu temas en başta yeryüzü düşünürleriyle Müslüman düşüncenin konuşabilmesini gerektiriyor. Ve bu çifte tevarüsün yaratacağı gerilimin yaratıcı sonuçlar vermesini ummamak için hiçbir sebebimiz yok.”