Ahmet Tabakoğlu – Türkiye’de küçük işletmecilik geleneği

AHMET TABAKOĞLU

TÜRKİYE’DE GELENEKSEL İKTİSADIN ESASLARI

“Her sistem gibi iktisadımız da denge fikrine dayanır. Bu dengenin üç yönü vardır. Evrenin dengesi, insanın dengesi ve toplumun dengesi.” (s. 265)

“Türkiye’de geleneksel iktisat zihniyetinin temelinde kul hakkını önemseyen toplumcu bir anlayış vardır. İçtimai adalet, dayanışma ve güvenliğin temeli olan hizmet ilkesi de bunu vurgular.” (s. 265)

“Kişi haklarıyla toplum haklarının çatıştığı noktalarda toplum haklarının tercih edileceği kurallaştırılmıştır. İnsanlar doğuştan ‘hür ve eşit’tirler. Bu, eşitlik kavramı ile ‘işe en yakından başlama’ ilkesi birbirini tamamlar. Toplumsal bütünlüğün bireylerin en yakın çevrelerinden, ailelerinden, akrabalarından ve komşularından başlayarak sağlanması amaçlanır.” (s. 266)

“Özel mülkiyet bu imtihan esprisi çerçevesinde toplumsal görev niteliği olan bir haktır.

“Toplumculuk devletçilikle tamamlanır. Ancak bu devletçiliği iktisadi anlamda ve devletin üretime girmesi ve rant oluşturması şeklinde anlamamak gerekir. Bu, tamamen denetim anlamındadır. Hatta devlet mülkiyeti de rakabe, yani denetim demektir.” (s. 266)

“Emek en yüce değer kaynağı ve temel üretim faktörü olarak kabul edilmiştir. Teşebbüs de emek kavramı içerisinde ele alınır. Emeksiz kazanç asgari seviyede tutulmaya çalışılmıştır. Ribanın yasaklanışının temel sebebi budur.” (s. 266)

[Yalnız burada şöyle bir soru geliyor akla; Kira veya rant? Bu nasıl olacak? Fabrikada hissesi olması bir insanın mesela? Finans kapital vs…?]

“Geleneksel ekonomi, bir ihtiyaç ekonomisidir. Kapitalizmin dayandığı kitlevi üretim olgusu benimsenmez. Buna karşılık ihtiyaca göre üretim fikrini uygular. İlk bakışta bu yaklaşımın yüksek bir üretim seviyesi oluşturamayacağı düşünülebilir. Ancak küçük üreticiliğin hakim kılındığı bir sistem içinde herkesin ihtiyacını gidermeyi hedefleyen yüksek bir üretim seviyesi tutturulmuştur. İhtiyaçların başında halkın beslenme, giyinme ve barınma ihtiyaçları gelir. Bu yüzden tarım ve küçük sanayi sistemiyle savunma ihtiyaçlarını gidermeye yönelik sanayi faaliyetleri öncelik taşır.” (s. 267)

“Üretim ihtiyaca göre olduğundan tabii kaynakların israf edilmesi söz konusu değildir. Bu temel üzerinde oluşan üretim tarzı halkın beslenme, barınma, giyinme ve ulaşım konularındaki ihtiyaçlarını karşılar. Devlet bu konuda denetimle yükümlüdür. Böylece israf kültürü aşılayan reklamcılık, sürüm ve iktisadi kalkınma faktörü olarak sömürgecilik ve savaş, nihayet talebin daralmasıyla ortaya çıkan işsizlik belirmez. Ancak bugün İslam ülkelerinde israf yasağının umumi bir kültür yozlaşmasının da etkisiyle tahrip edilmesi önemli bir ilkenin devre dışı kalmasına yol açmıştır.” (s. 267-8)

“Sosyal sınıflaşmanın oluşmasına imkan verilmez. Ancak imtiyazlara karşı bir tutum takınılmakla birlikte kabiliyet ve gelir farklılaşması tabi kabul edilmeli, bu iş bölümünün ve sosyal hareketliliğin temeli sayılmalıdır. Gelir, yetenek ve güç farklılaşmaları bir üstünlük sebebi değil dünya hayatındaki sınamanın aletleri olmalıdır. Bireylere üstünlük ilmi ve ahlaki anlamlarda tanınmıştır. Bu yüzden İslam toplumlarında batı anlamında bir sınıflaşma görülmediği gibi toprak aristokrasisi ile sanayi ve ticaret burjuvazisinin oluşması sistemli olarak engellenmiştir.” (s. 268)

“Osmanlı ülkesinin hammadde ihraç eden ve mamul madde ithal eden bir ülke konumuna girmesi Sanayi Devriminden sonradır.” (s. 271)

“Günümüzde küçük ve yaygın sanayinin hakim olduğu bu sistemde büyük kapasite ile çalışmak zorunda olan sanayiler mutlaka devlet tarafından organize edilebilir. Böylece sanayicilerin devlet üzerinde etkin bir güç olmaları ve işçi sınıfının doğması önlenmiş olur.” (s. 271)

[Samimi ve iyimser bir yaklaşım. Ama basit gibi. Yani bin tane falan engel vardır muhtemelen bu anlatımın önünde. Devlet organizasyonu ve kalkınmacılık ile ilgili muhabbetlere Çağlar Keyder’in son ders notlarından bakılabilir. Ayrıca oldukça Stalinist bir bakış açısı; patron olmazsa işçi olmaz diye bir kaide yok. Patron devlet oluyor. İş veren devlet oluyor. Ancak fabrika mülkünde ortaklık bunun çözümü olabilir galiba.]

[Ahmet Tabakoğlu, küçük sanayinin anlatıldığı gibi verimsiz olmadığını söylüyor. Özellikle küçük ve çevreye duyarlı sanayi, ekolojik üretim ve tarıma önem verilmesi gerektiğini söylüyor.]

“…esnaf birlikleri (ahilik) tecrübesi sanayin; ikta ve timar sistemi de ziraatın yeniden teşkilatlanmasında bize epey malzeme sağlayabilir. Üstelik geliştirilecek yeni nizam diğer ‘gelişmekte olan’ ülkelere örnek olabilir.” (s. 271)

“Sonuçta 1326 ile 1760 arasındaki 434 yılda Osmanlı hesap parası olan akçenin toplam değer kaybının geometrik ortalaması %0,2 olmuştur. Bu ise enflasyonsuz bir ekonomi demektir.” (s. 272)

SONUÇ

“Tarih engin bir tecrübe birikimidir. Günümüzde bu tecrübeler iyi bilinmediği için bir tür ‘İslam kapitalizmi’ ortaya çıkmaktadır. Tarihi olayları inkar etmek tehlikesinden de, ülküleştirmek tehlikesinden de, ancak onları iyice bilerek korunabiliriz. Tarihle kurulan sıkı ilişki, geleceğe yönelen yolların geçmişteki izlerini belli edecek ve yine geleceğin zorluk ve yanlışlarına karşı hazırlıklı olmamızı sağlayacaktır. Yine tarih çalışmaları sosyal bilimlerin ve iktisadın kaynağı omakla kalmayıp entelektüel faaliyetlerin de ilk şartı gibi görünmektedir.

“Toplumumuz, batı düşüncesine göre, bir çok paradoksu gerçekleştirmiştir: ‘İdeolojik’ ve siyasi bir merkeziyetçiliğin içinde, idari ve iktisadi özerklikler ile devletin ve kişilerin birbirlerine rakip olmadan kendi alanlarındaki etkinlikleri gibi. Küçük fakat güçlü devlet ile yaygın fakat belirleyici olmayan özel teşebbüs bu sistemin belli başlı özelliğidir. Sonuç devlet-halk ayniyetinin gerçekleşmesidir.” (s. 276)

1 Response

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir