Vatandaş Rıza
Aslında bu yazacaklarım tam bir Vatandaş Rıza hikayesidir.
Vatandaş Rıza 31 Aralık 2010 tarihi itibarı ile 5 yıldır çalıştığı PTT’deki işinden atılmıştır. Rıza bir taşeron işçisidir ve PTT’de çalışan taşeron işçilerin geçtiğimiz yaz aylarında filizlenen sendikalaşma çabalarında aktif rol aldığı için işten atılmıştır. 2011 yılına işsiz girmiş ve dört arkadaşı ile çalıştığı işe geri dönebilmek için mücadelelerini sürdürmektedir. İşten atıldıktan sonra ilk iş olarak çalıştığı işyerinin önüne bir çadır kurarlar, derme çatma, daha sonra bir yandan da hukuk mücadelesi başlatırlar işe geri dönmek için. Bu yazıyı yazdığım tarihte direnişlerinin 66. günündedirler ve hala direnmeye devam ediyorlar umutla. Vatandaş Rıza kendisine yapılana razı olmadan ve emeğin mutlaka galip geleceğine inanarak mücadelesine devam ediyor.
İsterseniz gelin biraz hem Rıza’yı hem sistemi inceleyelim, bakalım Rıza haklı mı, başarabilecek mi?
1978 Tokat Zile doğumlu Rıza o zamanki adıyla ortaokul, şimdiki adıyla ilköğretim okulu terk, 1990’lı yıllarda İstanbul’a gelmiş, 17-18 yaşlarından beri her türlü ağır işte çalışmış, matbaada, fabrikalarda, atölyelerde, sonra evlenmiş. Eşi de çalışıyor, iki de çocukları olmuş ve emeğiyle yaşamaya devam ediyor.
Telekom’unun Özelleştirilmesi
PTT Osmanlı’da kurulmuş, kuruluş yılı 1881, yani 1980’lerde 100 yaşında olan, bu ülkenin insanlarının emeğiyle yoğrulmuş bir koca kamu kuruluşu. 1990’lardan itibaren özelleştirme rüzgarı ülkeyi sarıyor ve PTT’nin telefon bölümü, yani Telekom öncelikle özelleştirilecekler listesinin başına konuyor. Türkiye’nin büyük medyası bas bas bağırıyor: “Ülke batıyor, düzlüğe çıkmak için özelleştirme şart, ille de Telekom” diye. 90’lı yıllar boyunca çok uğraşmalarına rağmen bir türlü özelleştiremiyorlar Telekom’u. Medya öyle bir propaganda yapıyor, öyle bir kamuoyu oluşturuluyor ki, Türk Telekom özelleştirilmesine karşı çıkmak “Vatana İhanet”le eş tutuluyor. 2001 krizi sonrası Siteler esnafı ve işçisi, krizin Türk Telekom’un özelleştirilmemesinden kaynaklandığına inandığı için Türk Telekom binalarını taşlıyor. Bu arada özelleştirme hazırlıkları da bir yandan yapılıyor, 1999-2004 yılları arasında personel sayısı 15.000 kişi azaltılıyor. Telekom’da bulunan personel diğer kamu kuruluşlarına atanıyor.
2005 yılında özelleştirilen Telekom, 2000, 2002, 2003 ve 2004 yıllarında en fazla kurumlar vergisi ödeyen şirket. Telekom 2004 yılında cirosunun 9 katrilyon lira (9 milyar YTL), brüt kârının 3,4 katrilyon lira (3,4 milyar YTL), net kârının 2,2 katrilyon lira (2,2 milyar YTL) olduğunu açıklamış, 1.14 katrilyon lira (1.14 milyar YTL) kurumlar vergisi beyan etmişti…
Bu dönem içinde milyonlarcası gibi Rıza da emeğiyle geçinmeye devam ediyordu, daha yeni evlenmişti.
Bu arada Telekom özelleşti, 6,55 milyar dolara yani Telekom’un 3 yıllık brüt karı karşılığında, Oger Telekom’a satıldı. Bu özelleştirmedeki belki en enteresan şey çok iddialı şirketler ihaleden bir anda geri çekilirken, Oger gibi kimsenin ihtimal vermediği bir şirketin Telekom’u satın almasıydı. Türk Telekom’un brüt karı 2004’te 3.4 ve 2005’te 4.4 katrilyondu, yani bu iki yılın brüt karı yaklaşık 5,23 milyar ABD dolarıydı. Hazinenin, Türk Telekom’un özelleştirilme sonrası uğradığı bu gelir kaybı ile fuzulen yüklendiği giderler (kamuya nakledilen personelin ücretleri ve emekli ikramiyesi) toplamının dört yıllık karşılığı Türk Telekom’un satışından elde ettiği gelire denk düşüyordu. Öte yandan bu öyle bir satıştı ki Oger Telekom, Türk Telekom’un blok satışında ödediği meblağın yaklaşık %50’sini 2009 yılı sonuna kadar kâr transferi olarak geri alacaktı.
Bu arada Rıza emeğiyle çalışmaya devam ediyordu.
Özelleştirme Sonrası Kıyaklar
Türk Telekom özelleştikten sonra oluşan yönetim; partizan yöneticileri değiştirmediği, bir değişim umudu vermediği ve profesyonel bir yönetim tarzı sergileyemediği için kurumdaki personelin tamamına yakını başka kurumlara geçmek için dilekçe vermek eğilimindeydi. Orta ve alt kademe yöneticiler, mühendisler, teknikerler, teknisyenler ve uzmanların tamamı diğer kamu kuruluşlarına gönderilecek personel kapsamındaydı. Bunların büyük bir bölümünün başka kurumlara gitmesi Türk Telekom’da işleri durduracak nitelikteydi. Hele dilekçe sayısı 20 bini bulsaydı, işler tamamen duracağı için Türk Telekom’un özelleşmesinin iptali bile gündeme gelebilirdi.
Türk Telekom’un önünde tek çıkar yol kalmıştı: kilit noktada çalışanların ayrılmaları işleri önemli ölçüde aksatacaktı. Personele yüksek ücret ve uzun vadeli çalışma garantisi vererek onların Türk
Telekom’da kalmasına razı etmek gerekiyordu. Bu maliyeti çok yüksek bir çözümdü, bir de riski vardı, kimin kalacağına çok kısa sürede kim karar verecekti?
Durumun vahametini gören Türk Telekom yönetimi soruna çözüm arar ve bulur, kamuya geçiş hakkı olan personelin Türk Telekom’da geçici olarak kalma süresini uzatacak bir kanun çıkarılması. Bu kanunun teklifini hükümet verse, TBMM’deki çoğunluğu ile rahatlıkla çıkarırdı. Ancak, bu kez özelleştirmenin şaibeli olduğu, ihale şartlarının değiştiği gibi hususlar gündeme gelebilirdi. Bazı Türk Telekom yöneticileri Türk Telekom’daki sendika ve dernek temsilcileri ile irtibata geçerler, sendika (Kamusen, Kesk ve Memursen’e bağlı sendikalar) ve dernek (Telekom Teknik Elemanlar Derneği) temsilcileri parlamentoda grubu bulunan AKP ve CHP yöneticileri ile görüşürler. Hazırlanan taslak sendika ve dernek temsilcilerinin görüşü gibi partilere takdim edilir, CHP de ikna edildiği için tasarı her iki partinin desteğini alarak TBMM’ne sunulur ve görüşmesi öne çekilir.
Ne olur bu kanunla?
1) Yasa çıktıktan sonra da çalışanların sendikalara üyeliklerinin devam edeceğine inandırılan memur sendikaları, “Böyle şey olmaz, Türk Telekom’da kalanlar zorunlu olarak iş sözleşmesi imzalayacaklar, kamu görevinden izinli sayılacaklar, dolayısıyla memur sendikalarına üyelikleri söz konusu olamaz” uyarılarına kulaklarını tıkayarak, yasanın çıkması için var güçleriyle çalışırlar. En büyük hayal kırıklığını memur sendikaları yaşarlar. Yaklaşık 10.000 üye kaybı olur.
2) Çalışanlar bir süre daha tanıdıkları bildikleri, yetiştikleri kurumda çalışırlar. Özellikle 399 sayılı KHK’ye tabi olanlar bu sürede kamuda alacakları ücrete nazaran daha yüksek ücret alırlar. Kamuya daha yüksek ücretle aktarılırlar. İmzaladıkları sözleşmelerdeki bazı hükümler nedeniyle, başka telekomünikasyon firmalarından gelen iş tekliflerini kabul edemediler.
3) Son olarak şurası kesin ki bu işten en karlı Türk Telekom çıktı. Yaptığı otomasyon yatırımları, taşeronlaştırma ve yeni eleman alımı gibi nedenlerle, işgücüne ihtiyaç kalmayan personeli istediği zaman Devlet Personel Başkanlığına gönderme imkanına kavuşmuştur. İşleri hiç aksatmadan personel sayısını azaltabilmiştir. Yasa çıkmasaydı zorunlu olarak yüksek ücretle sözleşme imzalayacağı personel yerine daha az ücretle eleman çalıştırmıştır.
Yıl 2005 Rıza çalışmaya devam ediyor, çok düşük ücretlerle ve zaman zaman işsiz kalarak. Bu arada bir de çocuğu olmuştur.
Telekom ayrıldıktan sonra posta dağıtımı yapan PTT’de ne olmuş, bir de ona bakalım. 2000’li yıllarda mektup gönderimi ve Türk Telekom başta olmak üzere yalnızca birkaç kurumun tahsilatını yapan PTT’nin kârı, 2002 yılında yalnızca 10 milyon 994 bin YTL seviyesindeymiş. PTT Bank projesinin başladığı 2004 yılında 76 milyon YTL kâr eden kurum, asıl sıçramasını bu tarihten sonra yapıyor ve 2005 yılında 162 milyon, 2006 yılında ise 203 milyon YTL kâr ediyor. Allah ziyadesiyle arttırsın, bu arada taşeronlaşma hızla devam ediyor, eskiden PTT’ye bağlı olarak çalışan 1.200 YTL maaşa hizmet veren personelin yerine, taşeronların çalıştırdığı işçiler asgari ücretle çalıştırılıyor, fakat firmaların karları yukarı çekiliyor. 2012 yılı itibarı ile de PTT özelleştirilecek kamu kuruluşları içerisinde ilk sıralarda yer alıyor.
Bu arada Rıza’nın PTT macerası başlıyor, 2007 yılı itibarı ile taşeronda çalışmaya başlıyor. Bu taşeron şirketler 11 aylık, 6 aylık, 3 aylık ve hatta 1.5 aylık ihaleler alıyorlar ve işçilerini de bu süreli sözleşmelerle çalıştırıyorlar. Rıza’nın imzaladığı en uzun sözleşme 11 aylık. Sözleşmelerin süreleri bittiğinde işçiler kağıt üzerinde işten ayrılmış oluyor ve hemen akabinde işe tekrar giriş yapıyor. Firmaların tabelaları değişiyor, sahipleri aynı kalıyor. Bazen sigortaları eksik yatırılabiliyor. Taşeron firmalar bu şekilde ancak aynı işyerinde 12 ay çalışanların hak kazanabildiği kıdem tazminatı ödeme zahmetinden kurtulmuş oluyor, işçileri istedikleri zaman zahmetsize işten çıkarabiliyorlar. Öte yandan PTT’ye asgari ücretle çalışan işçiler “sunarak” bu işçi simsarlığından elde ettikleri komisyonu ceplerine indiriyorlar. Bu gidişe dur demeye kalkan işçilerin de sonu belli, bu parçalanmışlık ve güvencesizlik koşullarında bir araya gelip güçlü bir ses çıkarmalarının önü özenle ve dikkatle kesilmiş oluyor. PTT’de çalışanları bölmek, birleşmelerini engellemek için öyle bir çalışan yapısı ortaya çıkarılıyor ki evlere şenlik. Rıza’nın çalıştığı Topkapı’daki Avrupa yakası dağıtım merkezinde, fiilen aynı binada aynı firma yani PTT için emek harcayan iki binin üzerinde çalışan arasında dört farklı kategori var: (1) 400’e yakın memur, (2) 1000’e yakın 4-B’li yani sözleşmeli kamu personeli, (3) 20’ye yakın kamu işçisi ve (4) en alttakiler, yani taşeron şirketlere çalışan yaklaşık 700 işçi. Üstelik bu 700 taşeron işçisi bir değil tam dört farklı taşeron şirkete bağlı çalışmakta.
Rıza ve arkadaşları işte bu duruma isyan edip, 2010 yılı yaz başından itibaren sendikalı olabilmek için toplantılar yapmaya başlıyorlar. Bu örgütlenme çalışmalarının zirveye ulaştığı dönemde 20 kişilik bir komite oluşturuyorlar ve 100’den fazla katılımcının olduğu toplantılar yapıyorlar. Hatta bu örgütlenme işini diğer şubelere ve illere de taşımak istiyorlar. Bütün bunların sonucunda bulundukları şubeden parça parça elliden fazla kişi işten atılıyor. Rıza ve arkadaşları da 31 Aralık günü işten atılıyor. Yeni yılla beraber onlar da işyerleri olan Topkapı’daki dağıtım merkezinin önünde direnişe başlıyorlar. Çalışan arkadaşlarının desteği başta yoğunken PTT yönetimi bahçede bulunan kameraları direniş çadırına doğru çevirince insanların biraz daha seyrek gelmeye başladığını anlatıyorlar. Örgütlenmeye çalıştıkları kendi sektörlerinin sendikası Türk-İş’e bağlı Haber İş’in ne yazık ki kendileriyle pek ilgilenmediğini söylüyorlar. Dağıtım merkezinde çalışan memurların sendikası Kesk Haber-Sen’den destek gördüklerini belirtiyorlar.
Gerek sendikalaşmanın önünü kesmek, gerek taşeron işçilerin rutin kaderi olarak sözleşmelerin sonlanması sonucu pek çok işçinin geçtiğimiz aylarda işlerinden olmalarına rağmen şu anda direnişe devam eden dört, işe iade davası açan da sekiz kişi var. Rıza, Cafer, Celal “Eve ekmek götürememek ne kadar zorumuza gidiyor bilemezsiniz” diyorlar. Bu arada şirketler çok büyük karlar elde ediyorlar, milyar dolarlardan bahsediyorlar. Açlık sınırının 900 TL olduğu bir ülkede Vatandaş Rızalar 720 TL’yi tekrar kazanabilmek için mücadele ediyorlar. Ama sadece bunun için değil, onurlu ve insana yakışır çalışma koşullarına sahip olmak için mücadele etmenin mümkün ve doğru yol olduğunu yedi düvele göstermek için…
Sizce başarabilecekler mi?
1 Response
[…] ve evsizler meselesi başta olmak üzere çeşitli alanlarda yoğunlaşıyor. Platform’un direnişteki PTT işçileriyle tanışma ve özellikle de direnişteki Casper işçilerine destek (Ocak-Mayıs 2011) ile başlayan işçi […]