Şişli Belediyesi İşçileri 655 gündür direnişlerine devam ediyor!
İşten çıkarılan Şişli Belediyesi işçileri belediye önünde işlerini geri istiyor ve 2 yıldır mücadelelerine devam ediyorlar. Çadırları kaldırılan, gözaltılarla ve baskılarla yıldırılmaya çalışan işçilerle yaptığımız söyleşiyi ilginize sunuyoruz.
Genel olarak işten çıkarıldığınızdan bugüne neler yaşadığınızı anlatabilir misiniz?
Şu anda direnişte olan arkadaşlar olarak biz 4 kişiyiz. Salih Bitnel, Ramazan Çelik, Turan Aktaş ve ben Kakil Yazar olarak devam etmekteyiz. Yaklaşık olarak 651. gündeyiz. Burada direniş aslında işverenin belediyede işçileri kendilerine göre dizayn etmeye çalışmalarıyla başladı. İlk gelir gelmez Muammer Keskin burada sendikayı ve sendikadaki dinamik güçleri tasfiye etti. Sendikayı kendi güdümüne çekince bu vesileyle işçilere de saldırdı. Daha çok duyarlı, demokrat ve ilerici insanlara saldırmaya başladı. Buna karşı tavır koymuştuk dolayısıyla atılan ilk işçilerden bir tanesi benim. Benden sonra da atılan işçiler oldu. İlk eylemi başlatan benim ve benimle beraber 4 arkadaş olarak bugüne kadar eylemi sürdürdük. Esasında bugün burada yaşanan şey şu; genel olarak işverenlerin hayalinde olan sendikaları kendi tekelinde tutmak ve işçileri savunmasız hale getirmek ki burada bu yapılmaya çalışıldı. Bugüne kadar direnişte ısrar etmemizdeki sebep de buna karşı koymak. Çünkü eğer işçiyi sindirip işçiyi susturup işçiyi istediği gibi yönlendirmeye çalışan işveren karşısında bir irade gösterilmezse bu ülkenin de kaybı anlamına gelir o yüzden biz tavrımızı direnmekten yana koyduk. Benim işten atılmamın sebebi daha çok sendikal yöneticilik yapmıştım daha önce sendikal muhalefet yapmıştım.
-Hangi Sendikadaydı?
Disk Genel İş’e bağlıydı daha önce şube yöneticiliği yapmıştım. Fakat o yöneticilik sürecinden sürekli göze battığım için sonrasında hedef alındım. Seçimde kim gelirse gelsin beni atacaktı ama en az tahmin ettiğimiz geldi ama o da attı neticede. Başka arkadaşımız Turan arkadaşımız kanun hükmünde kararname ile şirkete geçen bir arkadaşımız. Biz onun üzerine dava açmıştık. Özellikle bizim bulunduğumuz belediyenin iştiraki olduğu Kent Yoldaki toplu sözleşmeye geçen işçilere de uygulasınlar diye. Fakat bunun üzerine önceki dönemin yönetimi kabul etmedi. Biz bunun üzerine bir dava açtık davayı da kazandık. Davayı kazandıktan sonra Muammer Keskin geldikten sonra bu arkadaşı işten attı ve şu an bu arkadaşımız da bizimle birlikte direnişte. Salih arkadaş ise bizim direnişimizin başından beri sık sık bizi ziyaret eden kendince ekonomik katkılar sunmaya çalışan bir arkadaş. Bu arkadaşı da vay sen misin oraya giden diye işten çıkardılar. Burada şunu gördüğümüzü düşünüyorum. İster AKP olsun ister CHP kendilerini nasıl adlandırırlarsa adlandırsınlar esasında birbirlerinden çok bir farklılıkları yok. Siyasal erki yani siyasal gücü eline alan her kimse ilk hesaplaşacağı kişiler emekçilerdir yoksullardır vs.… Bu anlamda bugün de siyasal iktidar nasıl kendisinden olmayanı baskılayıp, muhaliflere yaşam hakkı tanımıyorsa CHP yerel yönetimleri de kısmen kendisini biraz palazlandırmış olsa bile o da kendi eline geçirdiği güç üzerinden emekçiler üzerinden keyfi uygulamalar yapıyor hatta AKP’nin çıkardığı yasaların arkasına saklanarak bir şekilde onun çizgisinden yürüdüğünü gösteriyor. Biz bu işin böyle olmayacağını böyle yürümeyeceğini ancak ve ancak direnerek bu ülkede özgürlükleri ve demokrasiyi getirebileceğimize inanan insanlar olarak direnişimizi sürdürmeye çalışıyoruz. Bugün burada (Şişli Belediyesi’nde) yaklaşık üç bin civarında işçi çalışıyor ve gerçekten alabildiğine keyfi uygulamalar var, alabildiğine anti-demokratik uygulamalar var. İşte biz bunları anlatmaya çalışıyoruz kamuoyuna ve halka. Dolayısıyla bizim bunları anlatmak için de bir irade oluşturmamız gerekiyor. Bir direniş iradesi ortaya koyabildiğimiz için de biz bunu sürdüreceğiz sonuna kadar götürmeye de kararlıyız. Bugüne kadar işverenin bize yönelik özel saldırılarında da işte polis baskıları, gözaltılar , mahkeme duruşmaları, para cezaları bir yığın şey yaşadık. Buna rağmen yılmadık devam edeceğiz. Bu ayın 15’inde bir Ankara yürüyüşümüz var, CHP Genel Merkezi’ne yürüyeceğiz. Bu noktada da demokratik kamuoyunun ve aydınların direnişimize destek vermesini bekliyoruz.
Biraz davadan ve çadır açma sürecinden bahsedebilir misiniz?
Davalar açıldı. Özellikle benim davamla özel ilgileniyordu Muharrem Keskin ama diğer arkadaşlarımız davalarını kazandı. Mesela Turan arkadaşımız işe dönüş davasını kazanmasına rağmen işe alınmadı. Kısacası kendi istediği şeyi oluşturabilmek için elinden gelen tüm çabayı sarf eden bir tutum içerisinde. Burada da polis baskısı, gözaltılardan bahsederken şunu da ekleyeyim; bizim burada çadırlarımızın alınması, geceleyin buraya koyduğumuz erzaklarımızın alınması burada kalp krizi geçiren arkadaşımızın ölümle burun buruna gelmesi gibi bir sürü şey yaşandı ve yaşadığımız baskıların haddi hesabı yok ve maalesef ki biz burada bir kamuoyu oluşturamadık ve tecrit edilmiş durumdayız 650 gündür. Ne sol basın ilgi gösterdi ne de burjuva basını. Kendi elimizden geldiğince gücümüzle gidiyoruz. İman gücüyle devam ediyoruz bakalım nereye kadar devam edebilirsek.
Peki sendikayla ilgili olan yerleri anlatabilir misiniz?
Biz burada aslında sadece belediye tarafından saldırıya maruz kalmadık. Esas saldırıyı özellikle benim üzerimde yapılan saldırıyı DİSK Genel İş üzerinden aldık. Yasa gereği normalde işten çıkarılan işçinin 1 yıl üyeliği devam eder ama ben işten atıldığım gün üyelikten de çıkarıldım. Biz direnişe başladığımızda 1 ay boyunca burada sendika önlüklerini giydik sonrasında polise yazı göndermişler o önlükleri onlardan alın diye. Biz 1 ay boyunca önlükleri polise vermedik en son gözaltında polisler üstümüzden yırtarak aldılar önlükleri. Böyle bir süreç yaşadık yani saldırı sadece işverenden belediyeden gelmedi aynı zamanda DİSK’e bağlı Genel İş yöneticileri tarafından da bu saldırıya maruz kaldık. Ona rağmen direndik yani halen de direnmeye devam ediyoruz.
Peki içeriden diğer işçilerden destek geldi mi?
Şöyle genel olarak işveren işçiye ne kadar baskı yaparsa yapsın işçiyle olan bire bir bağımızı koparamadılar yani onu kendileri de artık gördüler. Mesela işçi arkadaş yanımıza gelemiyor ama geçerken de selamını eksik etmiyor. Örgütlü olmuş olsalar durum çok da farklı olacak çünkü bir öncünün olması gerek her şeyden önce bunu örgütleyebilecek ama her gördükleri yerde özeleştiri tadında yaklaşım gösteriyorlar. Yani gelemediklerinden ve sahiplenemediklerinden ötürü üzüntülerini ifade ediyorlar böyle bir süreç yaşanıyor. Dedim ya keşmekeş bir süreç.
İlk başlarda çadır kurmuşsunuz ama kaldırılmış galiba biraz ondan bahsedebilir misiniz?
Biz ilk başlarda burada 5 kişiydik ve 24 saat nöbetleşe kalıyorduk ve çadırımızı kurmuştuk her gece 1 kişi kalıyordu burada çadırda. Yaklaşık 4-5 aya yakın kaldık çadırda. Bir gece saat 2’de polis zabıta baskın yaptılar ve çadırı kaldırmaya çalıştılar. O gün kalan arkadaşımız da hasta bir arkadaşımızdı o gece kalan arkadaşımız kalp krizi geçiriyor burada. Tabi kimse ilgilenmiyor gece belediyede kalan işçi arkadaş durumu fark ediyor o ara ambulansı çağırıyorlar son anda yetiştiriyorlar yoksa arkadaşı kaybedecektik. Daha sonrasında polis saldırıları çok daha sert bir şekilde yoğunlaştı belirgin bir şekilde yoğunlaştı. Ondan önce de vardı ama çok ciddiye almamışlardı işte kış ayıdır çok dayanamazlar kalkarlar diye düşündüler baktılar kalkmıyoruz baskılarını yoğunlaştırdılar. Polis burada bizi defalarca sürükleyerek gözaltına aldı. Tabi bir şeyde yapamıyorlardı götürüyorlardı bırakıyorlardı. Şu aralar çok bir şey yapmıyorlardı çünkü bizim bir mahkeme kararımız çıktı ondan bu yana polis buradan çekildi. Çadır konusunda bir kurumsallık gerekiyor bizde öyle bir kurumsallık olmadığı için çadır kuramıyoruz şu an. Bazen naylon atıyoruz onu da geliyorlar söküyorlar. Biraz önce dediğim gibi gerçekten biz bu işi artık iman gücüyle devam ettiriyoruz.