Ludlow Katliamı, 20 Nisan 1914
Roboski katliamıyla birlikte birkısım çevrelerde güncel iktidar ve yönetim mekanizmalarına ilişkin büyük bir kırılma, hatta aydınlanma yaşandığı söylenebilir. Ama daha geniş kitlelerde daha büyük bir kırılma ve aydınlanma ânının 2014 Mayıs’ında Soma katliamıyla yaşanmış olması çok daha geçerli bir değerlendirme gibi görünüyor. Aslında en başından beri büyük bir “askerî vesayetle mücadele” parantezinde yeni bir hükümet-sermaye-yargı-güvenlik-medya-din kompleksinin alltan alta örülmekte olduğunu, bilhassa iş cinayetleri vak’alarında bunun her bir unsurunun nasıl yekdiğerini kolladığı ve akladığını bilenler zaten biliyordu. Ama Soma’yla birlikte bütün bu kompleksin dehşet verici bir katliamın mes’uliyetinden nasıl topyekün sıyrılmaya çalıştığı çok daha geniş kitlelerin adeta gözüne sokuldu.
Köhne 19. yüzyıl sosyal teorisinin lugatçesiyle binyılların sivil din inşasının maharetli bir imtizacı, son on yılda muhafazakâr iktidarın eline “kalkınma,” “büyüme,” “işin doğası,” “kaza,” “kader,” “fıtrat” gibi havaya saçacağı mebzul miktarda kavram sunmuştu. Soma faciasıyla birlikte, hadisenin esasında yoksul halkın kalkınma putuna hunharca kurban edilmesi olduğu, en azından toplumun daha büyük bir kesimi için, daha fazla perdelenemez hâle geldi. Aslında olağandışı veya “rutindışı” olan Soma değildi, Soma’dan sonra dahi iktidar idamesi için fütursuzca istihdam ve istismar edilen dinin kaza ve kader dili hiç değildi. Aslında olağandışı olan, son iki yüzyıldır bütün olağanlığıyla cereyan eden ve sözügeçen hükümet-sermaye-yargı-güvenlik-medya-din kompleksinin teşekkülüyle ABD’de çoktan oturmuş olan kalkınma modelinin bütün istihdam, istismar ve manipulasyon aygıtlarının siyasetçilerce yepyeni imişçesine hâlâ tepe tepe kullanılmakta olması ve cılkının çıkarılmasıydı. Tahkim edildikçe ufalan, ufaldıkça içine kapanan ve kendi büyük Türkiye fantazyasında boğulan bir kitleye duymak ve inanmak istediğinin servis edilmesi durumun bir tarafını kurtarsa da çokları için deniz Soma’da büyük ölçüde bitmişti.
Aşağıda okuyacağınız Ludlow katliamının hikâyesi Türkçe’de çok da bilinmez. Ümit Kıvanç’ın Soma’yla birlikte daha geniş kitlelere ulaşan enfes anlatımlı 16 Ton’unun 3. bölümünün ana hikâyesini Ludlow katliamı etrafındaki gelişmeler teşkil etse de, Howard Zinn’in, tarihi madunların gözünden yeniden anlattığı Halkların ABD Tarihi kitabında, bu katliamın işlenişi oldukça kayda değerdir. Yukarıda sözü geçen hükümet-sermaye-yargı-güvenlik-medya/halkla ilişkiler-din kompleksinin bu trajik katliamda mülteci istismarı, dış düşman yaratmak suretiyle iç istismar ağlarını örtbas etme ve tabanı seferber etme gayretleri, medya manipulasyonları, dini müsekkin olarak kullanması gibi çok daha bildik mekanizmalarını ülkemizden çok daha erken bir vakitte gözleyebiliyoruz. Bu bağlamda yoksul emeğini sömürerek kasasını dolduran para babası John Rockefeller’ı bir kilisede arada vaazlar verirken de bulmak bizi şaşırtmıyor. Yine katliam sonrası Rockefeller’in oğlunu kayıp yakını ailelerin evine taziyeye göndermesi, günümüz siyasetçilerin taziye ziyaretlerinin bütün orijinalliğini alıp götürüyor. Boğaz tokluğuna çalıştırılan madencilerin ekseriyetle mülteci ve göçmenlerden oluşması Suriye içsavaşı sonrası Türkiye için tanıdık manzaralar arz ediyor.
Rockefeller’in dağılan imajını toparlamak için o sıralar yeni palazlanan halkla ilişkiler sektöründen hizmet almaya yönelmesi ve tezvirat dolu bültenler çıkarması, halka atılan yumruk ve tekmeleri hiçbir halkla ilişkilerin toparlayamayacağını düşündüğümüz sırada madenci yakınlarını şeytanlaştıran medyanın başarısı karşısında parmak ısırdığımız günleri hatıra getiriyor. Velhasıl, aslında az bilinen ve bastırılmış hafıza hükmündeki Ludlow’un Howard Zinn tarafından ABD’nin kolektif hafızasına tekrar taşındığı bu hadiseyi okurken günümüze ilişkin aşinalıkları fark etmeden duramayacaksınız. İşçi tarihinde bütün giriftlikleriyle referans hükmünde olan bu hadisenin Türkçe’de de referans olarak yer almasını bu yüzden de arzu ettik ve Sevinç Sayan Özer’in tercümesiyle dikkatlerinize sunmak istedik. Bu hadiseden ilk Woody Guthrie’in ölümsüzleştirdiği şarkısıyla haberdar olan Howard Zinn’in konuya ilişkin video anlatımı da metnin sonunda yer alıyor.
Ludlow Katliamı, 20 Nisan 1914
(Fotoğrafta, 20 Nisan 1914 Katliamından hemen önce grevci bir aile)
Ve Woodrow Wilson’un başkanlık görevini devralmasından çok kısa bir süre sonra, Colorado’da, ülke tarihinin en fazla şiddet içeren, en acı işçi-patron çatışmalarından biri gerçekleşti. Bu çatışma, Eylül 1913’te başlayıp Nisan 1914’te “Ludlow Katliamı” ile en üst sınırına tırmanan Colorado Kömür İşçileri Grevi idi. Çoğu göçmen -Yunanlı, İtalyan, Sırp- on bir bin işçi güney Colorado’da Rockefeller ailesine ait Calorado Fuel and Iron Company’de çalışıyorlardı. Sendika örgütçülerinden birinin öldürülmesi üzerine ayaklanan işçiler düşük ücretleri, riskli iş koşullarını ve maden şirketlerinin kontrolü altındaki kasabalarda hüküm süren, feodal dönem koşullarını aratmayan hayat şartlarını öne sürerek greve gittiler. O dönem Birleşik Maden İşçileri Sendikası’nın örgütçüsü olan Jones Ana bölgeye gelip önce işçileri ateşli konuşmasıyla harekete geçirdi, daha sonra da grevin kritik ilk aylarında tutuklanıp, hücrede tutulup zorla eyalet dışına atılıncaya kadar işçilere yardımcı oldu.
Grev başlar başlamaz madenciler kasabalardaki kulübelerinden atıldılar. Birleşik Maden İşçileri Sendikası’nın yardımıyla işçiler yakınlardaki tepelerde çadırlar kurarak greve, grev gözcülüğüne bu çadır kentten devam ettiler.
(Milli Muhafız Birlikleri Grev bölgesine girerken – Survey Gazetesi’nin arşivinden)
Rockefeller iş grubu yöneticileri, Baldwin-Felts Dedektiflik Ajansı’ndan kiraladıkları adamları, ellerinde Gatling marka tabanca ve tüfeklerle çadır kente saldırttılar. Madencilerin ölüm listesi uzadıkça uzadı; fakat direndiler. Silahlı saldınlara karşı zırhlandırılmış bir grubu geri çekerek grev kırıcılara karşı savaşmayı sürdürdüler. Madencilerin boyun eğmeyi reddederek direnişlerini sürdürdükleri ve madenlerin çalıştırılamayacağı görülünce (bir Rockefeller maden işletmecisinin “bizim küçük kovboy valimiz dediği) Colorado Valisi Milli Muhafızları yardıma çağırdı; askerlerin yevmiyelerini ödemeyi Rockefeller grubu üstlendi.
Madenciler önceleri Muhafızlar’ın kendilerini korumak için gönderildiğini sandılar, askerleri bayraklarla ve alkışlarla selamladılar. Ama çok kısa bir süre sonra askerlerin grevi durdurmak için orada bulunduklarını anladılar. Muhafızlar gece karanlığında bölgeye, orada bir grev yapıldığını bilmeyen grev kırıcılar getirdi. Muhafızlar madencileri dövdü, yüzlercesini hapsetti, bölgenin merkezi kenti Trinidad sokaklarında kadın yürüyüşçülerin üzerine atlarını sürdü. Madenciler yine de boyun eğmediler. 1913-1914’ün soğuk kışına da dayandıklarında artık grevi kırmak için olağanüstü önlemler alma gereği ortaya çıkmıştı.
(Fotoğrafta, Katliamdan hemen once bir çadırkent)
Nisan 1914’te grevcilerin yaşadıkları çadırkentlerden en büyüğü ve içinde bin kadar kadın, erkek ve çocuğu barındıran Ludlow’daki çadırkenti gören tepelerde Milli Muhafızlar’ın iki bölüğü konuşlandırıldı. 20 Nisan sabahı çadırlara makineli tüfeklerle ateş edilmeye başlandı. Madenciler tüfekleriyle karşılık verdiler. Grevcilerin Lou Tikas adındaki Yunan asıllı lideri ateşkesi görüşmek üzere tepelere götürüldü ve orada Milli Muhafız askerleri tarafından kurşuna dizildi. Kadınlar ve çocuklar çadırların gerisinde kendilerini kurşunlardan korumak için hendekler kazdılar .. Karanlık basınca Muhafızlar tepelerden aşağı indi, askerler ellerindeki meşalelerle çadırları ateşe verdiler ve aileler tepelere doğru kaçtılar; on üç kişi silahlardan çıkan mermilerle can verdi.
Ertesi gün telefon hatlarının onarımı için Ludlow çadırkentinden artakalanlar arasında dolaşan bir görevli, çadırlardan birinin içindeki hendeğin üzerine kapatılmış demir bir çocuk karyolasını kaldırınca içeride on bir çocuk ve iki kadının kavrulmuş, kıvrılıp kalmış cesetlerini buldu. Bu olay tarihe Ludlow Katliamı olarak geçti.
Haberler bütün ülkeye hızla yayıldı. Denver’de Birleşik Maden İşçileri Sendikası “Silah başına!” “Savunma amacıyla, bütün silahlan ve yasal olarak bulunabilen bütün mühimmatı bir araya topla,” çağrısı yaptı. Diğer çadırkentlerden üç yüz silahlı grevci Ludlow bölgesine geldi, telefon ve telgraf tellerini kesti. Savaşa hazırlandılar. Demiryolu işçileri Trinidad’dan Ludlow’a gitmek isteyen askerleri trenlere almadılar. Calorado Springs’ten sendikaya bağlı üç yüz madenci işlerini bırakarak, ellerinde altıpatlarlar, tüfekler ve av çifteleri olduğu halde Triniad bölgesine doğru yola çıktılar.
Trinidad’da ise madenciler Ludlow’da ölen yirmi altı kişi için yapılan cenazeye katılmışlar, oradan da yakındaki bir binaya uğrayarak kendilerini bekleyen silahları almışlardı. Tüfeği kapan tepelere koşmuştu; maden ocaklarını tahrip etmişler, nöbetçileri öldürmüşler, maden kuyularını havaya uçurmuşlardı. Gazeteler, “dört yönde her tepe sanki birdenbire canlanmış, insanlarla birlikte harekete geçmişti” diye yazıyordu.
Denver’de bir bölükte bulunan seksen iki asker Trinidad’a giden trene binmeyi reddediyordu. “Bu askerler” gazetelerin yazdığına göre, “kadın ve çocuklara ateş edilmesinin bir parçası olmayacaklarını beyan ettiler. Kendilerine bağırarak küfreden 350 kişiye ise ıslıklarıyla karşılık verdiler.”
(Fotoğrafta, Ludlow Çadırkentinin Harabeleri)
Denver’de yağmur altında eyalet merkezinin önündeki çimenlik alanda toplanan beş bin gösterici Ludlow’daki Milli Muhafız subaylarının cinayet suçuyla yargılanmalarını istiyor ve valinin bir kukla olduğunu haykırıyordu. Denver Puro Yapımcıları Sendikası bir oylama yaparak Ludlow ve Trinidad’a beş yüz silahlı adam gönderilmesine karar vermişti. Yine Denver’deki Birleşik Giysi İşçileri Sendikası’ndaki kadınlar üyelerinden dört yüz kadının grevcilere hemşire olarak yardım etmek üzere gönüllü olduklarını duyuruyorlardı.
Ülkenin dört bir yanında mitingler ve gösteriler yapılıyordu. Grevi destekleyenler New York’ta Broadway caddesi 26 numaradaki Rockefeller yazıhanesi önünde yürüyüş yapıyorlardı. Rockefeller’in zaman zaman dini vaazlar verdiği kilisenin önünde bir papaz protesto gösterisi yaptı ve polis tarafından coplandı.
New York Times gazetesi artık uluslararası bir konu haline gelmiş olan Calorado’daki olaylar üzerine bir başmakale yayımladı. Fakat gazetenin vurguladığı olgu Colorado’da sahnelenen barbarlık değil, bu noktaya gelinmesinde sergilenen taktik hatalar oldu. Gazetenin Ludlow Katliamı konusundaki başmakalesi şöyle başlıyordu. “Biri bir şeyleri yüzüne gözüne bulaştırdı…” İki gün sonra maden ocaklarının bulunduğu bölgedeki tepelerin üzerindeki silahlı adamlar konusunda New York Times gazetesinde şöyle deniyordu: “Uygarlığın en son, en öldürücü silahlan o vahşi kafalı adamların elinde bulundukça, kimse Calorado’daki savaşın nerelere kadar uzanacağını kestiremez, tabii bu isyan güç kullanılarak bastırılamazsa… Başkan dikkatini Meksika’dan Colorado’ya çevirmeli ve sert önlemler alacak bir biçimde bu mesele üzerinde yeterince durmalıdır.”
(Fotoğrafta, grevci maden işçileri)
Colorado valisi düzeni sağlamak için federal birlikler gönderilmesini istedi ve Woodrow Wilson bu isteğe uydu. Bu, istenen sonucu getirdi; grevin hızı kesildi. Kongre’den çeşit çeşit komisyonlar bölgeye geldiler ve binlerce sayfalık ifadeler alındı. Sendika kendisine tanınma sağlayamamıştı. Erkek, kadın, çocuk tam altmış altı kişi öldürülmüştü. Yerel güvenlik güçlerinden ya da madendeki bekçilerden bir kişi bile ithama uğramamıştı.
Yine de sınıflar arası çatışmanın en vahşi sahnelerinin geçtiği bir yer olarak olayın yankıları Colorado ve bütün ülkeye dalga dalga yayıldı. Birleşik Devletler’in sanayileşme koşullarında hangi yasa yaşama, hangi liberal reform kitaba geçirilmiş olursa olsun; yapılan hangi inceleme sonunda pişmanlık ya da uzlaşmacı sözler edilmiş olursa olsun, çalışan halkın yıldırılamamış isyankar ruhunda hala sınıfsal ayaklanma tehdidi vardı.
New York Times gazetesi Meksika’ya gönderme yapıyordu. Ludlow’da, çadırdaki hendek içinde, yanık cesetlerin bulunduğu günün sabahı Amerikan savaş gemileri Meksika kıyıları üzerindeki Vera Cruz’a saldırıyordu. Kent önce bombalanmış, sonra istila edilmiş ve geride yüzlerce Meksikalının ölüsü bırakılmıştı. Nedeni ise Meksika’nın Amerikalı denizcileri tutuklaması, Birleşik Devletler’den yirmi bir pare top ateşiyle özür dilemeyi reddetmesiydi. Milliyetçi duyguları ateşlemek ve askeri ruhu harekete geçirmek sınıfsal çatışmaları örtbas etmeye yetebilir miydi? 1914 yılında işsizlik ve güç günler bekliyordu insanları. Silah sesleri dikkatleri başka bir yöne çevirir ve dış düşmana karşı millî bir mutabakat yaratılabilir miydi? Tabii bu, yalnızca bir rastlantıydı; Vera Cruz’un bombalanması, Ludlow’daki çadırkente saldırılar. Ya da belki yalnızca, bir zamanlar insanlık tarihini tanımlamaya çalışan birinin de dediği gibi, bunlar “doğal seleksiyon kazaları” idi. Meksika hadisesi belki de sistemin hayatta kalmak için gösterdiği içgüdüsel bir tepkiydi ki iç çatışmalarla bölünmüş bir halk arasında savaşla bir gaye birliği yaratsın.
Vera Cruz”un bombalanması yalnızca küçük bir olaydı. Fakat Avrupa’da dört ay gibi kısa bir süre içinde Birinci Dünya Savaşı patlayacaktı.
(Ludlow Çadırkentinde grevdeki 1200 madenci ailesinden biri)
Howard Zinn, Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi (1492’den Günümüze),
Çeviren: Sevinç Sayan Özer, Ankara: İmge Kitabevi, 2005, s. 376-378.
Metnin İngilizce aslı ve resimler için link:
http://www.woodyguthrie.org/Lyrics/Ludlow_Massacre.htm
Katliamla ilgili Howard Zinn’in anlatımı:
https://www.youtube.com/watch?v=U6kuvBnNNUs
Şarkı sözleri:
Ludlow Massacre
Words and Music by Woody Guthrie
It was early springtime when the strike was on,
They drove us miners out of doors,
Out from the houses that the Company owned,
We moved into tents up at old Ludlow.
I was worried bad about my children,
Soldiers guarding the railroad bridge,
Every once in a while a bullet would fly,
Kick up gravel under my feet.
We were so afraid you would kill our children,
We dug us a cave that was seven foot deep,
Carried our young ones and pregnant women
Down inside the cave to sleep.
That very night your soldiers waited,
Until all us miners were asleep,
You snuck around our little tent town,
Soaked our tents with your kerosene.
You struck a match and in the blaze that started,
You pulled the triggers of your gatling guns,
I made a run for the children but the fire wall stopped me.
Thirteen children died from your guns.
I carried my blanket to a wire fence corner,
Watched the fire till the blaze died down,
I helped some people drag their belongings,
While your bullets killed us all around.
I never will forget the look on the faces
Of the men and women that awful day,
When we stood around to preach their funerals,
And lay the corpses of the dead away.
We told the Colorado Governor to call the President,
Tell him to call off his National Guard,
But the National Guard belonged to the Governor,
So he didn’t try so very hard.
Our women from Trinidad they hauled some potatoes,
Up to Walsenburg in a little cart,
They sold their potatoes and brought some guns back,
And they put a gun in every hand.
The state soldiers jumped us in a wire fence corners,
They did not know we had these guns,
And the Red-neck Miners mowed down these troopers,
You should have seen those poor boys run.
We took some cement and walled that cave up,
Where you killed these thirteen children inside,
I said, “God bless the Mine Workers’ Union,”
And then I hung my head and cried.
© Copyright 1958 (renewed) by Woody Guthrie Publications, Inc.