İstanbul’da 3 Noktadan Geleceğe Sesleniş

Arkadaşımız Ömer Bilal Karakaya’nın İstanbul’daki 3 önemli noktaya yaptığı ziyaretten gözlemlerini derlediği yazıyı ilginize sunuyoruz.


Ömer Bilal Karakaya

Üç araç değiştirip gittiğinizde bulmak isteyeceğiniz yeni bir şey olmasıdır değil mi?

Ya da en azından bir sıcaklık ararsınız, söyleneni değil söylenmek isteneni anlayacak kadar söyleyene değer verilen  yer olabilir.

Bakalım, baskının en koyusuna giderken karanlığı durdurup hepimiz için bir kıvılcım olma potansiyelindeki üç farklı yere gidiyoruz. Farklı insanlar sözlerini nasıl söylüyorlar, birlikte nasıl yürüyorlar, izleyenlerine, sempatizanlarına nasıl umut oluyorlar, görelim istedim.

Bu üç noktanın ilki İstanbul’da TÜSİAD’ın önü. İsrail’le ticarete devam eden şirketleri, kurumları protesto eden Filistin için 1000 Genç’in eylemine gidiyoruz. Sonra Devrimci Akıncı (sadece Akıncı değil) Metin Yüksel ile Solcu devrimci Deniz Gezmiş’in birlikte anıldığı Balat’daki programa, ertesi gün ise Şişli’de 23 sendika ve emek örgütünün katıldığı panele geçeceğiz.

Filistin için 1000 Genç eylemine geldik. Y&Z jenerasyonlarının ikisini bir arada görüyoruz. Gezi’den az evveline kadar bu jenerasyonlar için, çok zekiler ama acımasızlar, sekterler, vefasızlar, saman alevi gibi parlıyor sönüyorlar, sadece bağımsız yakın hedef odaklı farklı farklı ilgi alanları var benzeri eleştiriler oluyordu. Ama görüldü ki her jenerasyon kendi döneminde başına gelenlerle mücadele edebilir. Geçmiş tecrübelere takılmadan, herkes beklerken yola çıkabilir. Üstelik teknolojinin çağında yola koyuldukları konuları dünyaya duyurabilir, olağan bir haksızlığa itirazı bile kitleselleştirebilir ve hatta oradan birleşik mücadele hattı çıkarabilirler.

Neyse ön koşullu soruları geçip, büyük bir yapının, partinin desteği olmadan, özellikle muhafazakâr yapıların hışmını üzerine çekecek tarzda yandaş sermayeyi protesto etmek gibi cesurca protesto etme ahlakını gösterenlerin artılarına bakmak daha insani çünkü. Gözlerimiz Diriliş buluşmaları programları yaparak iktidardaki bizim mahallenin ettiklerini umursamayan İHH gibi yerlerden gençler olur mu diye aradı.  Abi bürokrasisini tekrar hatırlamak zorunda kaldık tabii.

Ama 15 Temmuz’dan sonra kurulup hak mücadelesi veren platformlardan gelen de yoktu. Her ziyarete gidilen yere bizi niye gündem etmiyorsunuz derken buradaki eylemlerden nefes almayanlara sözüm; lütfen üstünüze alının. Yapılan, siyasetsizliğe düşüp yalın özcü bir mağduriyetten kurtulma çabası oluyor.

Dileğimiz tabi ki karar verdikleri yolda yürürken farklı yapıların kurduğu geniş çaplı birliklerde yer almaları. Bunun için ters düşebildikleri konulara, yaklaşımlara takılmadan buralarda sebat etmeleri 

Taksim’de TÜSİAD önündeki genç topluluk bahsettiğim birliklere tecrübelerini aktarabilecek, katalizör ve turnusol olabilecek imkanı buluyorlar. Her itirazın, çıkışın sözünü kitleselleştirmesinin ve ulusal çapta hareketi kurmanın paydaşı olacaklar. Bu olamazsa özcülükte, sterilde kalma ve siyasetini kitleselleştirmede zorlanabilecektir. Buradaki gençlerin eşit katılımcı – hiyerarşisiz – ortak akılla –  doğru yerden başladıklarından, klişe hale gelmeyeceklerinden umutlu ayrılıyoruz TÜSİAD önündeki eylemden. Darısı iradelerin önce büyüklerin sonra iktidarların patentine uygun hale geldiği insani yardım vakıflarındaki gençlere…

Balat’a Anti Kapitalist Müslümanların programına Metin Yüksel ile Deniz Gezmiş’in anma programda yan yana getirilişinin hikmetini öğrenmeye geçiyoruz.

İnşa Kültürevi’ndeki programa yola çıkarken “Metin Yüksel ile Deniz Gezmiş birlikte anılır mıymış?“ diye serzeniş duymuştum; Kemalistti vb.

Oysa program başlayınca bence solun ideoloğu olmayı hak eden, programa video konferansla katılan  Demir Küçükaydın’dan ayrıntıyı öğrenmiş olduk. Zaten yol boyunca “Türk ve Kürt halklarının eşitliğine bağımsızlığına” vurgu yapan birisi böyle olabilir mi diye düşünüyordum.

Küçükaydın “CHP veya Kadıköy’ün solcularının bayrak yapabileceği bir Deniz Gezmiş var artık” dedi. Gerçek Deniz Gezmiş, bizler gibi son Mohikanlar dışında kimse tarafından bilinmiyor artık” diye açıkladı. Yani Deniz’i kendi anlayışına uygun icat edenleri özetledi.

Deniz ve Metin Yüksel’i anma programda ikisinin de yanlışlarına vurgu yapılmasını beklemiyorduk doğal olarak. Belki eleştirilerde cevap verilirdi. Bu konuda kitaplar daha imkanlı olduğundan devreye girmesi gerekiyor tabi. Mesela “Bizim Deniz” kitabında dönemin diğer solcularının Kır Gerillası hedefine getirdikleri karşı açıklamaları dinlememekteki ısrarı anlatılır. Erdal Öz’ün “Deniz Geçmiş Anlatıyor“ kitabında odaklandığı yer itibarıyla bunlar yer almıyor. Deniz’in karşılıklı çatışmaları olmasına rağmen pusu kurma olaylarına karışmadığı belirtildi. Bu tür paneller birinci dereceden tanıklarından olması çok iyi ama yarım kalan ayrıntılar, sorular için kitaplara kaynaklara atıflara yer verilmeli.

Anma programından ilginç bir anekdot: Köy çalışmasına giden solcuların köylülerin işlerini yapması ve sempati kazanması ama Cumaya gitmeyince olayın akamete uğraması…

Bence Solcuların Cumaya o dönemde gitmeyişinin dezavantajını analiz etmek yerine meseleyi Müslümanların da Cumaya gitmeyen kesimlerinin olduğuyla açıklayabilmeliydiler. Yani ilkesinden sapmış Cumalara Müslümanlar nasıl gidebiliyorları sorabilmeliydiler oradaki köylülere. Cuma demek toplanmak dertleşmek değil mi, kurtaralım Cumaları devletin hegemonyasından özgürleştirelim ki Müslümanlar amacına uygun ibadet etsin derlerdi… Sivil Cumaları tekrar canlandırırlardı…

Yoksa Mısır’daki komünistler gibi katılmak isteriz derlerdi belki… Özgür bağımsız bir Cumanın nasıl olması gerektiğini anlatabilecek durumda olmalıydılar. Mısır’da Komünistlerin Cuma meselesini örnek gösterebilmeliydiler. Madem kuyudan birlikte çıkabilmek birbirine tutunarak olacak o zaman Müslümanlar Solcular birbirlerini önce görmek- tanımak – anlamak – kabul etmek sürecini tamamlamaları gerekiyordu nicedir. Bu süreci, bu dört aşamayı Gezi zamanında Beşiktaş Çarşı grubu temsilcilerinden birisi harika anlatmıştı.

Velhasıl sıcacık bir anma programı oldu. Ancak gelecek yıl sadece Yüksel- Deniz anması değil de “Yüksel – Yenigün – Kaypakkaya- Deniz tarihçesi” gibi programlara geçilmeli.  İslam ve Sol veya Müslüman Sosyalistler programlarından ileri geçerek bir tarihsel bölüm alınarak “şu tarih aralığında Müslümanlar ve Sosyalistler gibi programlara geçilebilmeli.

İstanbul’da önemli programların üçüncüsü Şişli Nazım Hikmet Kültür Merkezinde yapılan “Sınıf hareketinin durumu – deneyimlerimiz ışığında ne yapmalı” başlıklı panel. Yirmiden fazla örgüt ve sendika bu mücadelenin nasıl yapılacağına dair fikirlerini paylaştı.

Katılımcılardan en çok tanıdığım kurum olarak Emek ve Adalet Platformu konuşmacısının anlattıklarına ayrı parantez açıyorum. Konuşmanın tamamı linkteki videodan izlenebilir. İKEP temsilcisinin en az 1-2 maddeli, üzerinde anlaştığımız kararlar alalım önerisi önemliydi. Bu gerçekleşseydi elbette Emek ve Adalet Platformunun altını çizdiği tahlillere odaklanılmış olabilecekti bana göre. Önemli tespitler şöyle :

  • İlerlemenin ve aydınlanmanın idealist tanımlarına yaslanarak, dahası Kemalizm’in açtığı alanda bu terimleri sınıf siyasetinin merkezine alarak Türkiye sosyalist hareketi, bu topraklardaki sınıfın maddesinden, sınıfın kaynağındaki yapıdan uzaklaşmıştır.
  • Sınıf mücadelesinin kitleselleşmesinin önündeki en önemli engellerden biri olarak gördüğümüz aydınlanmacı anlayış ve kültür savaşının terk edilmemesi. İdeolojik gücümüzü (işçilere giderken) önümüzde değil ardımızda götürelim.
  • İşçilerin bir temsilci beklediğini var saymaktansa onların kendi kendilerini temsil ettikleri direnişlerin sınıf hareketine egemen olmasına çalışmalıyız.
  • İşçi sınıfının gündelik pratiğine onları kurtaracak olan bir ideolojik yük ile değil, onların gündelik hayatlarında ürettikleri direncin bizi kurtaracak şey olduğunu söyleyerek dahil olalım

Bunlar yıllarca süren tartışmalar, araştırmalar, sahada yüzleşilen tecrübeler olduğundan yukarıda bahsettiğim İKEP temsilcisinin en az 1-2 maddeyi anlaştığımız kararlar olarak ilan edelim isteğinin önemi belli oldu. Böylesi kararlar alınsa birliğin işçi cephesi olmasına yarar.

Kaldıraç’ın özetlediği slogan “rekabet böler eylem birleştirir“ ile birbirini tamamlayan görüşler ile yoluna devam edilebilecek bir birlik yapısı gelecek mesajı verilebildi bence.

Kapanış bölümünde soruları cevaplayan bir konuşmacıya dinleyicilerin müdahalesine salonun bir tepki vermesini beklerken, bu defa Çorlu’dan gelen işçiye konuşmaya kışkırtıcı bir şekilde giriş yapmış olsa bile bu denli susturmaya yönelik tepki yine salona yakışmadı tabi. Ancak katılan kurumların kitlesel birleşik bir emek cephesinin başlangıcını kurabilecek potansiyeli olduğunu söylemek isterim. Kaosları beklerken ve yılgınlıklar arasında toplanıp konuşmak herkese iyi geldi.

1 Response

  1. ömer BİLAL karakaya dedi ki:

    editör arkadaşlara teşekkürler hatalarımı düzeltmişler . M. Gazaliye ‘ de teşvik ettiğ için teşekkürler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir