“İslamcılık Ne Önerebilir?” panelinden notlar…
Özgür Yazarlar Birliği’nin 24 Şubat Pazar günü 28 Şubat’ın yıldönümü vesilesiyle düzenlediği “Neoliberal Dönemde İslamcılık Tartışmaları” serisinin kapanış programı olan “İslamcılık Ne Önerebilir?” panelinden çıkardığımız notları gecikmeli de olsa sizlerle paylaşıyoruz. Panelin kendileri tarafından çıkarılan özetini buradan okuyabilirsiniz.
Özgür Yazarlar Birliği adına programın açılış konuşmasını yapan Ahmet Örs yaptıkları seri panellerin amacını “İslamcılığın kriz yaşadığı ya da mevcut siyasal alana eklemlenerek kendi muhalif pozisyonunu kaybettiği bir dönemde, daha bağımsız bir İslamcılığın konuşulması için bugüne kadar birçok program düzenledik. Neoliberal dönem vurgusu ile 12 Eylül darbesiyle başlayan süreçte İslamcılığın o günden bugüne hem yerel hem de küresel politikalar bağlamındaki yerini, pozisyonunu tartışmaya çalıştık.” şeklinde açıkladı.
Eğitim İlke-Sen adına konuşan Doğan Özlük, “Örneğin, insanların ezildiği, emeğinin gasp edildiği alanlarda tepkisiz kalan bir İslamcılık mümkün müdür?” sorusuyla muhalif İslami bir sendikacılığın mümkün olduğunu ifade ederek, emek adalet mücadelesinin İslami bir düzleminin olduğunu belirtti. Kur’an-ı Kerim’de ezen ve ezilenler şeklinde bir saf ayrımından bahsedildiğini ifade eden Özlük, bunun önümüzdeki mücadele alanı olacağını söyledi ve yeni kurulan sendikalarının ilkelerini okudu.
Kur’ an Nesli Kültür Merkezi adına konuşan Şükrü Hüseyinoğlu “İslamcılar 28 Şubatlarını yaşadıklarında maalesef geri çekilmişler, iddialarından kolayca vazgeçebilmişlerdir. Sistem karşısındaki siyasal mücadeleyi bir kenara bırakarak; kişisel gelişim, ailevi gelişim, insani yardım gibi konuları hareketlerinin merkezine aldılar.” diyerek 28 Şubat’ tan sonra eksen kayması yaşayan İslamcılar için “…sadece yardım faaliyetlerine yönelmek Kapitalizmin vicdanı olmaktır” şeklinde bir eleştiri yaptı. Müslümanların İslami olmayan ideolojik formlar kullanmaması gerektiğini, bunların dönüştürücü olabileceğini söyledi. Şükrü Hüseyinoğlu “Neo Liberal sistem de despotizme karşı, onun yerine demokratik ve yumuşak geçişlerle kendi ekonomik siyasal sistemini oturtmaya çalışıyor.” diyerek despotizm karşıtlığının yeterli olmadığını ifade etti.
Emek ve Adalet Platformu adına konuşmayı Bedri Soylu arkadaşımız yaptı. Platformun kurulmasından sonra Emek ve Adalet’e yönelik farklı yakıştırmalar yapıldığını, yeni bir sentez arayışı peşinde mi olunduğunun merak edildiğini belirterek konuşmasına başlayan Soylu, öncelikle platformun asıl gayesinin emek ve adalet konusunda belirli ilkeler etrafında toplanmış farklı görüşlerdeki insanların bir dayanışma zemini olduğunu ifade etti. “İslamcılığın tanımlanması kolay değildir zira tavır alışlarla ortaya çıkan bir şeydir” diyen Bedri Soylu Emek ve Adalet Platformu’nun niteliğinden bahseden Soylu, hiyerarşi üretmeyen bir yapılanmayı hedeflediklerini ve halkın ezilenlerin bizzat içerinde yer alarak ve onlara doktrin öğretme amacı gütmeden seslerinin yankı bulmasına katkı sağlamak olduğunu belirtti. Bedri Soylu günümüzde İslamcılığın önerebilecekleriyle ilgili olarak “Öncelikle neoliberal tahakküm ve emek meselesi çok iyi düşünülmeli. Sonra Kürt meselesinde kardeşliği aşan bir söylem geliştirilmelidir. Evsizlerin, sokak çocuklarının ya da diğer ezilen grupların yer aldığı kent yoksulluğu meselesi var. Kadın-erkek meselesi, cinsiyet ayrımcılığı konusu ayrıca ele alınmalı. Yine Ortadoğu’da yaklaşan bir savaşa, patriotlara, füze kalkanlarına karşı da sözü olmalı.” dedi.
Hür Beyan adına konuşan Emre Berber arkadaşımız an itibariyle bir çok gençlik hareketinin oluşmaya başladığını, ancak bunların çoğunun bir doktrin üretebilecek, siyasal bir çizgiye dönüşerek iz bırakabilecek duruma gelemediklerini ve okumalar, kültürel faaliyetler düzenlemenin ötesine geçemeden etkilerini kaybettiklerini söyledi. Program ve doktrinle bir çizgi oluşturulabilmesi için bir üst nesille bağlantılı olunması gerektiğini, bu şekilde gençlerin onların yanında ve karşısında yer alarak konum kazanabileceklerini söyledi. Gençlerin 28 Şubat travmasına birebir tanıklık etmemesinin bir avantaj olduğunu, bu nedenle sahip oldukları değiştirme potansiyelinin sahte siyasallaşma süreçleriyle harcanmaması gerektiğini ifade etti. Dağınık haline rağmen mevcut gençlik hareketlerinde bir umut olduğunu ifade eden Berber, gençlik hareketlerinin mikro politik sorunlarla ilgilenip buradan yürüyerek değişime namzet olacaklarını vurguladı.
TOKAD’ı temsilen konuşan Hilal Çetin, birbirine yakın referanslı konuşmacıların tekrarlamalar yapabileceğini söylemesine rağmen oldukça yeni şeylerden bahsetti. “Allah’ın topluma önderlik sorumluluğu verdiği Müslümanların, bugün böyle bir şeyi hak etmediklerini düşünüyorum. Yakıcı meseleler karşısında İslamcıların söylediği sözlere toplumun çok fazla itibar etmemesi de bu hak edişle ilgili.” diyen Çetin, cahiliye döneminde sosyal sorunları sorgulayan erdemli insanların sayısının bilinenden daha fazla olduğunu ifade ettikten sonra, Hz. Hatice’nin, Hz. Ebubekir’in Kur’an ile ortaya çıkmadıklarını, daha önce de aynı karakterleriyle var olduklarını söyledi. Onların uzun süreli bir eğitim almadıkları halde sözlerinin ardında duran kişiler olduklarını belirtti. Kölelerin de mevcut sistemi değiştirme düşüncesinde olduklarını söyleyen Çetin, bu erdemli ve cesur insanlarla Rasulullah’ın misyonunu başarıyla gerçekleştirdiğini ifade etti.
Sakarya Platformu adına konuşan Kadrican Mendi, panelin yapıldığı düğün salonunun sembolik bir önemi olduğunu; neredeyse belediyelerin tamamının eski İslamcılarda olduğu bir ortamda bu panelin düzenlenebileceği bir salon bulamamalarının manidarlığını vurguladı. İnsanlık tarihinin iktidar ile toplumların mücadelesinden oluştuğunu, dolayısıyla İslamcılığın insanlığın tarihi ile başladığını belirten Mendi, dahası bazı İslam kelamcılarının topluma adalet hakim olmuşsa imamete (hilafet) gerek olmayacağını söylediklerini ifade etti. Peygamberin vefatından bir müddet sonra “İslam tarihinin hikayesinin bitip İslam devletleri tarihinin başladığını” ve bu devletlerin güçlendikçe toplumların, medreselerin, ulemanın zayıfladığını anlattı. Bundan dolayı islamcılığın Müslümanların vicdanı olduğunu ve Devlet İslam’ı zayıfladığında İslamcılığın toplum içinden çıktığını söyledi.
Peygamberlerin halkın aleyhine işleyen iktidar sistemini çözmek için geldiğini, İslam’ın ilk yıllarında İslam toplumunun devlete karşı güçlü durduğunu, fetva yetkisinin bağımsız ulema eliyle İslam’a ait olduğunu ancak daha sonra bu durumun değiştiğini söyledi. Camiaların siyasallaşamayınca cemaatleşmeye başladığını belirtti. Sermayenin devletleri de aşarak iktidarını pekiştirdiğini ve önümüzde sermayenin totaliter ve total iktidarını tesis etmesi gibi büyük bir tehlikenin olduğunu söyleyen Mendi, bu durumun muhalefet imkanını daha da zorlaştıracağını vurguladı. 28 Şubat’ın Cemaat İslamcılığının sonunun başlangıcı olduğunu “iflas eden İslamcılık değil ama cemaat anlayışlarımızdı” şeklinde ifade eden Kadrican Mendi, devletin İslamlaşarak(!) (yani cemaatleşerek) cemaatleri kuşatmaya başladığını, cemaatlerin kurgusunu devletin yerine getirmeye başladığını anlattı.
Dünyadaki İslami hareketlerin sıkıntılarından ve özellikle Mısır’daki son durumun bize ayna olması açısından izlenmesi gerekliliğinden bahseden Mendi, İhvanın mevcut sorunu toplumla birlikte değil uluslararası bağlamla çözme kolaycılığına kaçtığını söyleyerek, AKP’nin de batının hedefleriyle uyumlu biçimde totaliter yapıyı uluslararası bağlam dolayısıyla zayıflatmayı hedeflediğini vurguladı. Mısır’dakine benzer şekilde, Roboski meselesinde AKP’nin toplumu yanına alıp hakim sistemle mücadele ederek çözme yoluna gitmesi yerine olaya stratejik refleksle yöneldiğini belirtti.
Kadrican Mendi, İslam devleti olsa dahi İslamcılığın “devlet”le ilişkilendirilemeyeceğini Osmanlı döneminde İslamcılığın toplum içinde güçlenmiş olması örneği ile ifade etti. Osmanlı’da 1908’den başlayarak İslamcılar Cemaatler üzerinden değil dernekler camialar üzerinden yürüyordu.
Eğer İslamcılar Marksist söylemler kullanıyorsa bundan endişelenmesi gerekenlerim Müslümanların değil Marksistleri olması gerektiğini vurguladı. Sonuç olarak şu anki stratejik hedeflerimizin toplumu güçlendirme adına onun içinde yer almak ve siyasal hareketlere yardım etmek olduğunu, bu açıdan öğrenci hareketlerinin de desteklenmesi gerektiğini ekledi.
Salonda bulunan iki işçi abimiz, İslamcıların Beylikdüzü, Başakşehir gibi sanayi alanlarında çalışan baskı altındaki emekçilerle ilgilenmeleri gerektiğini, ayrıca Taksim’de fazla etkisi olmayan eylemler yerine buralardaki sanayi bölgelerinde yürüyüş, açıklama vb. yapılmasını ve günümüz İslamcılarının işçi kesimi tarafından ancak bu şekilde anlaşılabileceğini söylediler. Toplantının sonunda iki emekçi abimizin bu çıkışı bizi heyecanlandırdı. Platformdan arkadaşımız Bedri işçi abilere yönelik olumlu bir konuşma yaptı ve tekliflerini gerçekleştirmeye çalışacağımızı söyledi.