“Bizler hiç görülmedik. Sanki görünmezdik. Ama unutulan bir şey vardı, bizler de insandık, anaydık, babaydık haftanın altı günü ailemizden çok sizleri gördük. Hasta olduk gene de işimize geldik, zaten az olan maaşımız kesilmesin diye. Çünkü biz taşeron işçisiydik.”
Böyle diyordu pazartesi günü taşeron işçilerden biri.
Ken Loach’ın Ekmek ve Güller diye müthiş bir filmi vardır. Amerika’da iş plazalarında çalışan, çoğu göçmen olan temizlik işçilerinin sendikalaşma mücadelesini anlatır. Filmin bir sahnesinde, iki temizlik işçisi asansörün önünde çömelmiş yerleri silerken iki tane takım elbiseli ukala tip, sanki işçileri hiç görmemişler gibi yanlarından geçer ve asansöre biner. Erkek işçi gülerek, işe yeni başlayan kadın işçiye şöyle der: “Bu üniformaları giyince sanki görünmez oluyoruz!”
Salı akşamı işten atıldıkları kendilerine bildirilen Koç üniversitesi taşeron işçileri artık “görüldü”ler. Daha doğrusu belli ki üniversite içinde onları zaten görenler, bilenler, sevenler varmış. Bu ilgi ve alaka kuvveden fiile çıkmış ve bugün deyim yerindeyse taşmış, coşmuş, yayılmış. Taşeron işçilerin görüldüklerini, bilindiklerini, sayıldıklarını görmeleri her şeyden önemlisi. Öğretmeni, öğrencisi, işçisinin hep birlikte düşenin ve hakkı yenenin yanında durması her şeyden önemlisi.
Kendisi de bir taşeron işçisi olan Adnan abimin söylediği tabirle “işçi meselesi” hiç bir zaman sadece bir ekmek, üç-beş-on kuruş meselesi değildir. Aynı zamanda da bir haysiyet ve onur meselesidir. Günümüz dünyasında patronların ve zenginlerin önemli bir bölümünün taslamadan edemediği ilahlık zulmüne bir dur deme meselesidir.
Atv haber durumu güzel özetlemiş.
Yolları açık, Allah yardımcıları olsun.
Ve [onlar] haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır. Şura – 39