Eski Türkiye İle Yenisi Arasındaki Fark
Bugün 35. Vicdan ve Adalet nöbetinde hazır bulunduk. Her zaman olduğu gibi sahici, kıymetli bir deneyimdi. Bugün neler yaşadık, neler öğrendik, bir bakalım.
Nöbet öncesi dernekteki sohbetlerde Erbay abimizden bir kere daha mevzunun özünü dinlemiş, netleştirmiş olduk:
İş cinayetlerinde mesele mevzuat eksikliği değil. Mevzuat gani gani mevcut. Mesele başka, mesele iki boyutlu. Birincisi “kaza” öncesi ve ikincisi ise “kaza” sonrasını ilgilendiriyor.
1. Kaza öncesi: İşverenlerin mevcut mevzuata uyması hususunda hükümet eden irade göstermiyor. Hükümet eden bu iradeyi göstermiş olsa yaşanan kazaların/cinayetlerin-yaralamaların % 90’ı engellenir.
2. Kaza sonrası: Hükümet iş cinayetlerinin sorumlularının yargılanmasını konusunda yargı üzerinde vesayet kuruyor. Sorumlular yargılanamıyor… Suçlar cezasız kalıyor. Bu çark aynen sürüp gidiyor…
Yürüyüş akabindeki nöbette ise yine yakınlarını iş cinayetlerinde kaybedenlerin hikayelerini dinledik. Her birinde, her defasında yine içimizde volkanlar patladı.
Ölümünün birinci yıldönümünde olduğumuz Eren Eroğlu’nun hikayesini abisi ve ablasından dinledik. Bu nöbetlerde tüm yakınlar bir acayip konuşurlar. Sanki onlar değil de, onların aracılığıyla bir başka ses konuşur. Büyük, tanıdık ve ulvi bir ses. Mazlumun, masumun, mustazafın sesi. Hiç birimiz masum değiliz, onu biliyoruz elbette, o kadar oldu yaşımız. Ama şunu da bildik, gördük ki en masum halimiz en mazlum anımız. İşte o hallerini kuşanır o mikrofonu eline alan yakınlar, her ayın ilk pazarı. O yüzden zaten bu nöbetler bir protesto, bir eylem gibi değil de bir ağıt gibi yaşanır dosdoğru.
Rahmetli Eren’in kendisi gibi uzun boylu abisi de işte bu sesle konuştu.
Eren öldüğünde 17 yaşındaydı. Uzun boylu dev gibi bir oğlandı. Elbet boyunca hayalleri vardı. Bir reklam şirketinde büro elemanı olarak işe alınmış, ancak reklam panosu montajına gönderilmişti. Korumasız ve eğitim almadan bir özel hastanenin çatısına tabela takmak için yollandı. Üzerinden geçtiği binadan en azından 5 metre yüksek olması gereken yüksek gerilim hattı, hastane çatısına 2,5 metre mesafedeydi. Eren tecrübesiz ve korumasızdı. Elektrik akımı sıçrayıp onu aramızdan aldı, sevdiklerinden ayırdı. Eren abisi şöyle diyor: “14 gün boyunca bizi arayan soran olmadı, bir can gitti, hesabını soran çıkmadı.”
İlk duruşma ölümünden 10 ay sonra olmuş. Bizimkiler işverenin ve özel hastanenin yanında elektrik idaresi, il sağlık müdürlüğü ve Esenyurt belediyesinden de şikayetçi olmuşlar. Oysa ki hakim ikinci celsede işi bitirip kapatmaya niyetli olduğunu basbayağı belli etmiş. “Kamu kuruluşlarının üzerine gidilmiyor, çünkü hepsi zincirleme, birinin foyası çıkınca hepsininki çıkacak.”
Eren’in ailesine de bir sürü para teklif etmişler. Hastanenin “ensesi kalın”mış. “Derdimiz para değil” diyor Eren’in abisi, “artık akşamları haber izlerken iş kazası haberi görmek istemiyoruz, çünkü aynı acıyı yeniden yaşıyoruz…”
“Sorumlu tutulan kişinin mahkemelere gelmesi bile zorunlu değil, avukatı geliyor sadece, elini kolunu sallaya sallaya geziyor.”
“İşçinin bir değeri yok onlar için çünkü. Siz gidiyorsunuz, başkası geliyor.”
Eren davasının ikinci duruşması 13 Kasım’da Bakırköy Adliyesinde.
Eren’in ablası aldı sözü sonra ve şöyle dedi özetle: “Bu iş cinayetleri aynen böyle devam edecek biz önüne geçemezsek. Ben herkesten bu mücadeleye destek bekliyorum.”
Sahi herkes nerdeydi?
Davutpaşa’da kardeşini kaybeden Hakkı abimiz, Hakkı Güleç aldı sonra mikrofonu:
“Cinayetler artıyor ama yetkililer kıllarını bile kıpırdatmıyor. Yetkililer bakanlar lüks evlerinde şömineleri başında yaşarken, biz ne haldeyiz. Ses kaydında duyduk, insanlar üç kuruş için ölmeye gidiyor bu ülkede. İşte öyle bir haldeyiz.”
Ostim’de yakınını kaybeden bir abi sonra:
“3,5 yıldır adalet mücadelesi veriyoruz. 9 Aralık’ta savcılık mütalaasını verecek, göreceğiz. Herkesi çağırıyoruz ama geldiğimiz nokta işte bu kadar. İlle sansasyonel bir şey mi olması lazım?”
Van Bayram Otel’de ölen Doğan haber ajansı çalışanı Cem Emir’in kardeşi Sinem Emir:
“CNN türk’te yayınlar oluyor, diyeceksiniz ki ne kadar duyarlılar. Ama Doğan haber benim abimin ölümünü iş kazası saymadı. CNN iş cinayetleri haberi yapıyor ama bu mücadeleyi yıllardır veren bizlere gelmiyor, bizi görmüyor. Neden? İşte bu yüzden, biz abimin hakkını savunduğumuz, ucu onlara dokunduğu için. … Her olayda acım tazeleniyor. Herkes, avukatlar, bilirkişiler paraya bakıyor. Metin Feyzioğlu Soma olunca işçi hakkı diye konuşuyor ama Bursa Kemalpaşa madenci katliamında işverenin avukatlığını üstleniyor.”
Ailelerin gönüllü avukatlığını yapan, Soma’da kuzenlerini kaybeden Berrin hanım:
“Soma’da durum vahim, hepsi perişan. Ermenek’ten sonra aynı olayı, acıyı yine yaşıyorlar. Arıyorum, telefonlarımı açmıyorlar, ilaç aldık, uyuyoruz diyorlar. Soma’nın durumu bu…”
“Bursa Kemalpaşa’da mekanizma yine çalıştı. ‘Davadan bir şey çıkmaz, perişan olursunuz’ diye paralar verdiler insanlara, çete gibi bir şey var. Bu şekilde davalar takipsiz bırakılıyor. İşverenler, piyasacı avukatlar devreye gidiyor. Yerel mahkeme taksirden (özensizlik sebebiyle ölüme sebebiyet vermek) ceza verdi. Aileler bu şekilde ikna edildikleri için temyize gitmediler. Buna rağmen Yargıtay bu kararı bozdu ve olası kasıt var dedi. Şu anki Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu Kemalpaşa davasında işveren vekiliydi. Soma’dan sonra utandı ve vekillikten istifa etti. Böyle insanlar Soma’da işçi savunuculuğuna soyunuyorlar, böyle trajik bir haldeyiz.”
“Bilirkişi raporları genelde İTÜ’den çıkıyor ve bunların % 99’u patronları kusursuz, işçileri kusurlu buluyor. Ekim’in 21’inde İTÜ rektör yardımcısı ile görüştük, hesap sorduk. Söz verdiler, bakacaz.”
İşte bir nöbet daha böyle geldi geçti.
İş cinayetlerine karşı ülkemizde en sahici mücadeleyi veren bu irade, büyüyüp sokakları, caddeleri, meydanları doldurmadıkça…
Sermayenin ve devletlilerin gözünde bir hiç olmaya devam edecek bu ülkenin “işçi”si, yani bu ülkenin en az yarısı…
“Eski” Türkiye ile “Yeni”si arasındaki fark Beyaz (türkler) ile Ak (türkler) arasındaki kadar. Biz yine kara, seninki benden kara.
Kaynak: http://iscider.org/35-vicdan-ve-adalet-nobetinden/