Emek ve Adalet Mücadelemiz Yedinci Yılında!
Emek ve Adalet Platformu olarak ilkeler metnimizi deklare ettikten sonra bir anlamda kamuoyuna çıkış etkinliğimiz sayılabilecek olan Bouazizi Anısına, Ortadoğu ve Türkiye’de Emek ve Adalet Sempozyumu adlı bir etkinlik tertiplemiştik. Seyyar satıcılık yapan Bouazizi Tunus’ta yaşanan ekonomik sıkıntılara tepki olarak kendini yakmış ve hayatını kaybetmişti. Sonrasında Arap Baharı adı verilen ve birçok iktidarı/diktatörü koltuğundan eden halk ayaklanmaları silsilesinin başlamasına neden olmuştu. Hala bölgemizde Arap Baharı ardından başlayan çatışmalar devam ediyor ve maalesef Suriye’de yaşananlar üzerinden bir Dünya Savaşına evrilme potansiyeli taşıyor. Yaklaşık yedi yıl önce atılan çığlığın yankıları devam ediyor ve ateşlenen tartışma hala bir sulha erebilmiş değil.
17 Nisan 2011’de tertiplediğimiz sempozyumla hem elimizdeki imkânlarla ve hem de ortaya koyabileceğimiz sözle bir iradenin ve iddianın arayıcısı olmaya çalışmıştık, gücümüz nispetinde harlanan ateşe su taşımaya ve bu yola talip olanlarla saf tutmaya niyetlenmiştik. Bu metinde ise bir çıkış anının fotoğrafını hatırlatmak istiyoruz.
Öncelikle, konuşma metinlerinin PDF haline şuradan ulaşabilirsiniz. Bunun yanı sıra konuşmacıların metinlerini özetlemek ve videolorını paylaşarak o günü hatırlamak kuruluş ilanımızın yıl dönümünde anlamlı olacaktır.
Pratiksiz teori hayata hatalı değen durumları üretme potansiyelini üzerinde taşır. Sempozyum da hem teoriyi hem de pratiği gözeten bir formatla düşünülmüştü. Birazdan kısaca özetleyeceğimiz sunumların güncel tartışmalarda hala cari şekilde devam ettiğini ayrıca belirtmek gerekir. İlk kısımda Suat Yalçın’ın moderatörlük yaptığı bölümde teorik tartışma bağlamında önce Altay Ünaltay söz almıştı.
Sudan’da sistem tarafından üstü kapatılmaya çalışılmış “sıra dışı” ve İslam içi bir arayış ve çıkış peşinde olan Mahmut Muhammed Taha’nın fikirlerini, serencamını ve başına gelenleri anlattı konuşmasında. Özellikle günümüzde “din yorgunu gençler” tartışması bağlamında gündeme gelen artan deizm meselesi için de anlamlı çıkarımlar içeren anlatımda İslam’ın güncel ve modern sorunlara cevap verebilme imkânlarına odaklı bir tezin köşe taşlarını dinlemiştik.
Sonra ülkemizin önemli iktisatçılarından Cem Somel, 80’lerle birlikte başlayan finansal liberalleştirme ve sermaye odaklı büyüme yaklaşımlarının aradan geçen 30 yıla rağmen ne ülkemize, ne halkımıza ne de dünyanın hiçbir yerine adaletli bir hayat standardı sağlamadığını anlatan bir sunum yapmıştı. Hala süregiden ve normalleşmiş kriz haliyle birlikte sürdürülebilirliği her gün daha fazla tartışılan ekonomi modelinin sorunlarına işaret etmişti.
Birinci oturumda konuşan İhsan Eliaçık ise konuşmasının başında tarihi bir anlam yüklediği buluşmada, Kuran’da eşitlik ve adalet kavramlarının değdiği yeri, geleneksel yorumlarda bu kavramların maruz kaldığı tahrifatı anlatmaya çalışmıştı. Eğer eşitlik ve adalet fikri bir dinde anlamını kaybederse dinin artık toplumları taşıyamayacağına işaret etmişti.
Aynı oturumda İlhami Güler, dinin ve Tanrı’nın politik anlamına işaret ederek meselenin yerli yerine oturtularak tartışılmadan toplumu koruyan ve güçlendiren bir dine imkân olmadığına işaret etmişti. Muhafazakârlığın ise despotik iktidarlara alan açan ve küresel sistemle işbirliğine imkân tanıyan bir söylem ürettiğini vurgulamıştı. Aradan geçen süre doğru noktalara değindiğinin ispatı gibi..
Metin Karabaşoğlu ise Risale-i Nur külliyatından yola çıkarak emek, adalet, eşitlik, sosyalizm ve kapitalizm gibi kavramların değdiği ve değmesi gerektiği anlamlara işaret eden ve bireyin kendi iç serencamının da önemli olduğunu vurgulayan bir konuşma yapmıştı. Said Nursi mektebinden çıkabilecek olan ve modern zamanların sorunlarına işaret edebilecek olan fikri ve kavramsal zenginliğin önemine ve imkânlarına değinmişti. Kanaatimizce meseleye bütünlemeci yaklaşmayanlar için ufuk açıcı bir tartışma başlatmıştı.
Birinci oturumun son konuşmacısı Teori ve Politika dergisinden Metin Kayaoğlu idi. Kayaoğlu konuşmasında bu toprakların anlatı dünyasıyla ve tarihsel birikimiyle uyumlu olan bir Marksizm’in imkân dâhilinde olduğunu ve tek bir Marksizm yorumunun olamayacağını vurgulayarak Hanif Marksizm kavramsallaştırmasını aktarmıştı.
Birinci oturumun soru-cevap kısmı için bkz.
Sempozyumun ikinci kısmında ise pratik mücadele deneyimleri üzerine konuşmalar ve sunumlar yapılmıştı. Hidayet Şefkatli Tuksal’ın moderatörlüğünde yapılan oturumda ilk olarak sözü o dönemde sendikalı olduklarından işlerinden atılan ve iş yeri önünde mücadeleye başlayan Casper işçileri almıştı.
İşçiler özellikle yaşanan fiili durumların teorik tartışmalardan daha önemli olduğunu vurgulayarak destek çağrılarını iletmişlerdi. Maalesef 2011’den sonra artan şekilde işçi mağduriyetleri devam edegeldi. OHAL’in bile patron dostu bir ekonomiye hizmet ettiğini açık şekilde beyan eden iktidar sadece sermaye tarafından mağdur edilenlerin değil KHK ile mağdur edilen binlerce kamu emekçisi işçiden dolayı yaşaman mağduriyetlerin günahına ortak oldu. Zaman gösterdi ki hak ve hukuk mücadelesi hala bu ülkenin gündeminde en önemli meselelerden biri olmaya devam ediyor.
Sempozyuma Tokat’tan katılan Ahmet Örs, şehirdeki TOKAD tecrübesi üzerinden politik mücadele pratiklerinden, İslamcı mahallenin siyasal alana katılım problemlerinden, pratik mücadele dinamikleriyle duvarların nasıl aşılabileceğinden, sahada karşılaştığı örnekler üzerinden bir sunum yaptı. Politik mücadelenin neredeyse imkânsız hale geldiği şu zeminde küçük bir şehirden başlayarak etkileri artarak devam edebilen bir politik mücadelenin kodlarını vermiş oldu.
Platformumuzun kurucularından ve bu fikri ilk ortaya atanlardan olan Zeki Kılıçaslan ise politik mücadele pratikleri üzerinden siyasetin handikaplarını, kimlik mücadelesine sıkışan ve asli durumlardan olan Müslümanlıkla siyaset arasındaki ilişkinin kodlarını ve kendince olması gerekeni aktarmıştı konuşmasında. Zaman, pratik sahada birçok dernek ve kurumla işbirliği devam eden Zeki Hocamızın ortaya koyduğu projeksiyonun hala önemli olduğunu gösterir nitelikte sonuçlar verdi.
İkinci oturumun soru-cevap kısmı için bkz.
Aradan geçen yedi yılda köprünün altından sadece sular akmadı. Türkiye’nin 2000’lerin başında yaşadığı toplumsal dönüşüm yerini bir anafora, EAP projesinin de tohumlarının yeşerdiği; karşılıklı mahalleler arasında kısalan mesafeler, temas ve alışverişler yerini çatışmaya bıraktı. Güvencesizleşen emekçilerin isyanı 1 Mayıs alanlarında, kent soyluların ve gençliğin öfkesi Gezi’de yankılandı. Barış oluyor, adalet yerini buluyor, Kürtler nihayet haklarını alıyor zannettik, kendimizi bir anda 90’ların da ötesinde bulduk. Bouazizi’nin yaktığı ateş Ortadoğu’ya hürriyet talebini getirse de takip eden emperyal müdahaleler ve vekâlet savaşları, coğrafyayı kan ve küle boğdu. Memleketi paylaşamayan hınç ve tamah sahipleri ortaklığı bozdular, 40 yıl sonra tanklarla dolu bir geceye, TRT’de bir anonsa uyanıverdik. Öyle ya da böyle hala buradayız. Adaletle imtihan olduğumuz fani dünyada, insan kalmak üzere bir kavgadayız. Kah kederlensek, kah kasvetlensek, yer yer yorgun hatta esir düşsek de burada olmaktan vazgeçmiyoruz. Bize miras o soru ise baki; “arkadaş sen neden burada değilsin?”
Haber Linkleri:
http://www.emekveadalet.org/faaliyetler/istanbul%E2%80%99da-tarihi-gun/
http://www.emekveadalet.org/faaliyetler/emek-ve-adalet-mucadelesi-sempozyumu-konusma-dokumleri/