“Biz bittik artık, ölümü bekliyoruz.” – 37. Vicdan ve Adalet Nöbeti’nde Meslek Hastalığı İşlendi
Adalet Arayan İşçi Aileleri’nin öncülüğünde her ay yapılan Vicdan ve Adalet Nöbeti’nin 37.’si dün gerçekleşti. Bu nöbetin teması meslek hastalıklarıydı. Konuyla alakalı olarak, meslek hastalığına yakalanmış işçileri, meslek hastalığına duyarlı doktorları ve hukuki sürecin takipçisi hukukçuları dinledik. Basın duyurusunun Adalet Arayan İşçi Aileleri’nce okunması ile başlayan nöbette, nöbetin gazetecisi Ali Topuz sözü meslek hastalığı mağduru işçilere verdi.
İlk olarak konuşan kişi, meslek hastalığından dolayı işten çıkarılması ile başlayan süreci ve meslek hastalığı tespitinde karşılaştığı bürokratik sıkıntıları anlattı. Bu sıkıntıların en önemli sebebi olarak Meslek Hastalıkları Hastanesi’nin oran bildirme yetkisinin elinden alınmasını gösterdi. Durumunu Cumhurbaşkanı’na mektup yollayacak kadar en üst merciye taşımasına rağmen herhangi bir sonuç alamadığını anlatarak konuşmasını bitirdi.
Mevzuata göre, hastalığın “meslek hastalığı” olarak kabul edilebilmesi için belli kataloglarda belirtilen hastalıklardan biri olması gerekmekte. Kataloglarda bulunmayan bir hastalığın meslek hastalığı sayılması için ayrıca sağlık raporu gerekiyor ve bu durum bürokrasisinin hızını hepimizin bildiği ülkemizde çok uzun zaman alıyor. Ayrıca meslek hastalığı yüzünden belli primler ve süreler doldurulamadığı için emekli olunması da zor, hatta imkansıza yakın oluyor.
İkinci olarak tanınmış bir ilaç firmasında çalışmış ve silikozis hastalığına yakalanmış olan bir işçiyi dinledik. Silikozis sebebiyle meslek hastalığı statüsünde malulen emekli olan bu abimiz, çalıştığı fabrikadaki işçilerin durumunu “Silikozis hastalarının umutları ve hayalleri hastalıklarından dolayı ölmüş durumda” cümlesiyle özetledi. Hasta olmasına rağmen fabrikada çalışmaya devam eden işçilerin varlığından bahsetti. Fabrika yöneticilerinin de hasta olan işçilerin durumunu bildiklerini fakat herhangi bir çözüm bulma çabalarının olmadığını söyledi.
Söz alan bir başka kişi, aynı şekilde silikozisten dolayı meslek hastalığı statüsünde emekli olduğunu fakat maliyet hesabının ayarlanmasına rağmen emekli maaşının hala ödenmeye başlamadığını anlattı. Meslek hastalıklarını bir şekilde kabul ettirseler dahi bürokratik engellerin işçilerin peşini bırakmadığını anlamış olduk.
Çalışma gücü kaybı ve meslekte kazanma gücü kaybı arasındaki farka dikkat çeken bir diğer işçi, elindeki %28 oranındaki çalışma gücü kaybı raporunun değer görmediğini ve ağır iş statüsündeki cam işinde çalıştığı için esasen kendisinin malul olmasında herhangi bir oran aranmamasının gerektiğini belirtti. Ayrıca bu oranların tespitinde büyük problemlerin var olduğuna dikkat çekti.
İşçilerin konuşmaları bittikten sonra meslek hastalığı ile ilgilenen doktorları dinledik.
İlk olarak Ahmet Tellioğlu konuştu ve meslek hastalıklarının teşhisinde SGK’nın tek otorite olmasını eleştirdi. Bu teşhisin bağımsız doktorlar tarafından yapılması gerektiğinin altını çizen Tellioğlu, mevzuatta yetkinin SGK ve bağımlı sayılabilecek diğer sağlık kuruluşlarının elinde olmasının büyük bir problem olduğunu belirtti. Ayrıca işverenlerin meslek hastalığı teşhisinde hekimlere baskısının mevcut olduğunu söyledi.
Bundan sonra sözü alan Zeki Kılıçaslan, tıbbi ve hukuki meslek hastalığı tanımlarının farklı olması sorununa ve mevzuattaki teknik bilgilerin uygulanmasında yaşanan zorluklara dikkat çekti. Kılıçaslan işçilerin meslek hastalığı bildiriminde bulunmaktan çekinmelerinin en büyük sebebinin işsiz kalma korkusu olduğunu belirtti. Meslek hastalığı bildiriminde bulunan bir işçinin rehabilite edilmesi, ardından işine geri dönmesi ve buna ek olarak meslek hastalığı tazminatı alması gerektiğini söyledi.
Son olarak konuşan Coşkun Canıvar meslek hastalığını bir salgın olarak nitelendirerek, çalışma koşullarının bu hastalıkların oluşumundaki etkisini irdeledi. Pek çok çalışma ortamındaki koşulların kanserojen niteliğine rağmen ülkemizde bugüne kadar herhangi bir mesleki kanser tanısı konulmamış olmasının büyük bir çelişki olduğuna işaret etti.
Doktorlardan sonra, 23 yıldır çalıştığı ilaç fabrikasında silikozis hastalığına yakalanarak meslek hastalığı statüsünde emekli olan bir işçi konuştu ve meslek hastalıkları konusunda sendikaların pasifliğini eleştirdi. Kendi halini “Biz bittik artık, ölümü bekliyoruz” diyerek özetlerken tek amacının kendi yaşadıklarını başkalarının yaşamaması olduğunu, bunun için çabaladığını söyleyerek sözlerini bitirdi.
Eski çalıştığı işyerindeki çalışma koşullarından ötürü silikozise yakalandığını yeni bir iş bulmak isterken öğrenen bir diğer işçi de gerekli raporları gönderip bildirimleri yapmasına karşın henüz emekli olamadığını söyledi. Silikozise yakalanmış olmasının işyerlerindeki işçi sağlığı denetimlerinin gerçek halini de gösterdiğini belirtti.
Meslek hastalıkları ile alakalı hukuki değerlendirmeyi, Adalet Arayana Destek Grubu hukukçularından Erbay Yucak yaptı. Meslek hastalıklarının da iş cinayetleri gibi ekstra hukuki mesaiye ihtiyacı olduğunu anlatan Erbay Yucak, öngörülebilir ve önlenebilir olan hiçbir şeyin kaza olmadığını ve bu sebeple işverenin sorumluluktan kaçınamayacağını söyledi ve meslek hastalıklarını “zamana yayılan iş cinayetleri” olarak tanımladı. Meslek hastalıklarının değerlendirilmesinde, bu değerlendirmeyi yapan doktorların ek bir formasyona sahip olmalarının gerektiğini vurguladı. Yucak çalışma ortamlarında kanunlarda öngörülen tedbirlerin alınmadığını, kamunun gerekli denetimleri yapmadığını ve sendikaların da bu konuda sorumluluktan kaçındığını belirtti. İşçinin işsiz kalma korkusuyla elinin kolunun bağlı olduğuna dikkat çeken Erbay Yucak, bütün bu olumsuzluklara rağmen umutsuz olunmaması gerektiğini Adalet Arayan İşçi Aileleri’nin hukuki kazanımlarından örnekler göstererek anlatmaya çalıştı.
Bu konuşmanın ardından 37. Vicdan ve Adalet Nöbeti, Şubat ayında yapılacak nöbetin duyurulması ile sona erdi.