Ak Parti’nin Sağlık Politikası: “Rüyaydı Gerçek Oldu, Şimdi Rüyadan Uyanma Zamanı”
Halk sınıflarından insanlarla güncel siyasete ve Ak Parti’ye dair yapılan hemen her sohbette sağlık sistemindeki iyileşmeler gündeme gelir. Partinin menfaat kanallarına dahil olmamış, “ideolojik” olarak Ak partili olmayan, ancak yeri geldiğinde partiyi savunan genci, yaşlısı, kadını, erkeği hemen herkes bu hususa bir noktada illaki işaret eder. Nitekim bu bahsettiğimiz kesim, Ak Parti’ye oy ve gönül veren % 50’linin muhtemelen açık ara çoğunluğunu teşkil eder.
Geçen cumartesi akşam bir işçi evinde, misafirliğe gelen komşularla birlikte yaptığımız sohbette laf lafı açtı, mevzu yine buralara geldi. Biri ayda 1.100 liraya günde 12 saat haftada 6 gün ayakkabı imalatında işçilik yapan, diğeri asgari ücretli bir taşeron temizlik işçisi olan, öbürü servis şoförlüğü girişimi henüz batmış ve cam işçiliği mesleğine geri dönmek zorunda kalan üç aile babası dostum, kısa bir süreliğine de olsa sohbeti Ak parti eleştirisine getirdiler. Biri hariç diğerleri sabık Ak parti seçmenidir ve önümüzdeki seçimde de oy tercihleri muhtemelen değişmeyecektir. Ancak lafın, muhatap oldukları iş hayatının zorluklarına gelip demirlediği bir anda “Tayyip işçiye hiç bir şey vermedi, ne yaptı ki?” diyerek içlerinde biriken, genelde pek belli etmedikleri hoşnutsuzluğu dışarı vurdular. Odada bulunan iki eş ve iki anne, karşıt fikirlerini beyan ederken temelde iki meseleye işaret ettiler. Bunlardan biri sağlık sistemindeki iyileşmeydi.
Son 5-6 senede buna benzer sohbetlere onlarca kere şahit oldum, eminim siz de şahit olmuşsunuzdur. Sohbetteki hanımların elbette haklı oldukları bir nokta vardı. Bu meseleye hanımların daha duyarlı olmaları evlerin tüm yeniden-üretim yükünün hanımların sırtına yüklenmiş olmasından kaynaklıdır. Ataerkil iş bölümünde, tüm diğer ev işleri gibi hastane işleri de çoğu zaman hanımların sorumluluğundadır. 1990’lı yılların hastanelerindeki vahşi ortamla da bugünün hastanelerindeki nispeten insani ortamla da en çok onlar haşır neşirdir. Oranın derdini tasasını en çok onlar çeker.
Ak Parti son on yılda gerçekten de sağlık sistemine erişimi ve hizmet kalitesini halk sınıfları açısından iyileştirdi. Diğer sosyal devlet harcamalarında olduğu gibi bu alanda da halk nezdinde önemli iyileştirmeler yaptı. Eskiden daha dar bir grup emekçi kesime (memurlar ve formel işçiler) odaklanmış olan sosyal devlet ilgisi, o dönemde büyük oranda dışlanmış olan toplumun daha geniş kesimlerine doğru yaygınlaşmış oldu. Bu dönüşümle birlikte eskinin nispeten imtiyazlı emekçi kesimlerinin haklarında nisbi gerilemeler yaşansa da, daha geniş emekçi kesimler açısından iyileşme son derece netti. Süreç bir takım olumsuzluklar içerse, sosyal devlet mantığına aykırı olan piyasalaşma alttan alta derinleşse de böyle bir iyileşme gerçekleşmedi denemez.
Zeki Hoca’nın aşağıda alıntıladığımız yazısı sağlık hizmetlerinin piyasalaşmasından neyin kastedildiğini çok özlü ve hakkaniyetli bir şekilde anlatıyor. Piyasalaşma karmaşık bir olgudur. İlk etapta çoğu zaman zararlarından çok faydaları ortaya çıkar. İşler “verimlileşir”, hızlanır, “maliyetler” düşer, “pasta” büyür. Sürecin sosyal, kurumsal ve ahlaki maliyetleri ise yavaş yavaş ve alttan alta birikir. Gün yüzüne çıkmaları, aşikar hale gelmeleri zaman alır. Öte yandan muktedirler çoğu zaman kaybedenlerin sesini kısabilir, ahlaksızlaşmayı görünmezleştirebilir, rekabetçiliği, bireyciliği ve köşe dönmeciliği ahlaki normlar olarak pazarlayabilirler. Buna imkanları var. “Sağ”ın “çalıyorlar ama iş yapıyorlar”, “Sol”un ise “doğru söylüyorlar ama beceriksizler” şeklinde algılanmasının sebebi herhalde biraz da bununla alakalıdır.
Ak Parti, sağlık sisteminde gerçekleştirdiği dönüşümün ve piyasalaşmanın kısa vadede yol açtığı avantajların faydasını fazlasıyla gördü. Bu avantajların diyetinin ödenme vakti geliyor olabilir. Geçtiğimiz hafta, SGK’nın 2014 yılı programı hazırlanırken “ağız-diş, göz ve bazı reçetesiz ilaçların” sigorta kapsamından çıkartılabileceği haberi geldi. Zeki hocanın aşağıda okuyabileceğiniz, sağlık sistemindeki dönüşüme dair son derece bilgilendirici yazısında ise bir başka muhtemel uygulamadan, “Tamamlayıcı Sağlık Sigortası”ndan bahsediliyor. Hükümet, “rüyaydı gerçek oldu, şimdi rüyadan uyanma zamanı, pamuk eller cebe” demeye hazırlanıyor gibi görünüyor. Piyasalaştırarak şişirdiği sağlık harcamaları onu böylesi bir geri adıma zorluyor.
Solcularla mavra yapan liberal iktisatçıların kullanmayı çok sevdikleri meşhur bir laf vardır, mealen şöyle bir şeydir: “Solcu iktisatçılar son yüzyılda gerçekleşen 6 ekonomik krizden 36’sını önceden tahmin ettiler.” Evet, solcular kapitalizmin işleyişine dair karamsardır ve bu karamsarlık onları bazen gerçeklerden koparabilir. Kendi gidişatı açısından son derece kritik bir döneme girdiği seçim sürecinde Ak Parti’nin sağlık sisteminde halk sınıfları açısından böylesi bir geriye gidişin siyasal maliyetini yüklenmekten kaçınması muhtemeldir. Piyasalaşmayla beraber katlanarak büyüyen sağlık harcamalarının ekonomik maliyetinin bir kısmını vatandaşın cebinden karşılamak yerine, oluşan açığı finanse edebilecek başka bir yol bulabilir. Ak Parti’nin finansal kaynak bulma maharetinin epey gelişkin olduğunu biliyoruz, o işlere bizim aklımız ermez.
Ülkemizde yaygın bir söylem vardır. Yazar çizer takımının ekseriyesi, ülkemizde burjuvazinin yani “işadamları”nın devlet tarafından oluşturulduğundan ve beslendiğinden, cumhuriyetin ilk yıllarından beri her iktidarın böylesi bir uygulamaya gittiğinden yakınır dururlar. Bu durum, ülkemize ya da genel olarak “azgelişmiş” toplumlara/ekonomilere has bir anormallik, bir tuhaflık olarak lanse edilir. Oysa ki bu durum ne “azgelişmiş”lere has bir olgudur ne de kapitalizm içersinde aşılması mümkündür. Kapitalizm koşullarında devletler kapitalistleri her zaman ve her yerde destekler, onlara kaynak aktarır. Oyunun -zaten kendileri tarafından yazılmış olan- kurallarına uyarak ya da daha keyfi biçimlerde… Küresel finans krizinde “gelişmiş” devletlerin milyarlarca doları büyük şirketler batmasın diye bu şirketlere aktarması bu olgunun güncel ve bariz bir örneğidir sadece. Devletler ve kapitalistler arasındaki bu karşılıklı sevginin sebebi, liberal demokrasinin sivil toplumdaki eşitsiz ilişkileri biraz yumuşatarak da olsa devlet yönetimine aynen taşımasından ötürüdür. Sivil toplumdaki değeriniz satmak üzere pazara getirdiğiniz emek gücünüzün kalitesine denk iken, devlet gözündeki değeriniz mevcut “insan hakları”na ve bir adet oyunuza göre ölçülür. Devletlerin işverenlere göre biraz daha insaflı olması bundandır.
Ak Parti’nin şimdiye kadar iktidara gelen diğer partiler gibi kapitalistlerle arasını hoş tutmasının, hatta bizzat kapitalistleşmesinin ve tüm diğer alanlarda olduğu gibi sağlık alanında da kapitalistlere para kazandıracak piyasacı uygulamalara yönelmesinin arkaplanında yatan mantık aşağı yukarı budur. Türkiye İslamcılığı İslami ekonomi meselesine bunca az eğildiği; haklı sosyalizm korkusu, kapitalizme yönelik eleştirelliğin sesini kısmaya tahvil edildiği için geldiğimiz nokta bu. Geçmiş olsun. Bu bahsi bu arkaplana vurgu yapmak, büyük resme işaret etmek için açtım.
Adaletle ve ahlakla davranmak, böylesi bir işleyişi yaygınlaştırmakla emrolunmuşuz. Bugünün dünyasında bunu tatbik etmenin zorluğunun, köşe başların tutulmuş, dört bir tarafın çevrilmiş, zihinlerimizin örselenmiş olduğunun farkındayız elbette. Reçetemiz de yok, hazır cevaplarımız da. Bu biraz da geçmiş kuşakların bize doğru düzgün bir miras bırakamamış olmasındandır. “Çok daha önemli” meselelerle uğraşıp “bu teferruat”la haşır neşir olmaya “tenezzül” etmemelerinden; sonra da ilk imtihanda “serbest”leşmelerindendir. Ancak vahiyle muhatabız ve günümüzün karmakarışık üretim ilişkilerinin keşmekeşi içersinde belli belirsiz de olsa bir yön hissine sahibiz. Diyoruz ki emrolunduğumuz üzere adaletli bir şekilde üretebilir ve bölüşebiliriz. Kapitalizmin ahlaksızlığına ne muhtacımız ne de mecbur. Ufkumuz bu. Bu yolda fikir üretmek, eylemek ve inşa etmek boyunumuzun borcu.
Lafı burada bitirelim ve başladığımız yere, sağlık sistemindeki dönüşümün mahiyet ve gidişatına geri dönelim. Zeki hocanın yazısına bağlanıyoruz.
http://www.fikirzamani.com/sgk-dayanamiyor-buyurun-tamamlayici-saglik-sigortasina/
SGK dayanamıyor; buyurun “Tamamlayıcı Sağlık Sigortası”na
12 Kasım 2013
Zeki Kılıçaslan
Hükümet epey zamandır üzerinde durduğu Tamamlayıcı Sağlık Sigortasını 2014 yılı programına aldı. Uygulanan politikalar sonucu olarak hızla yükselen sağlık harcamalarını kontrol altına almak isteyen hükümet Genel Sağlık Sigortası kapsamını daraltarak temel bir teminat paketi oluşturacak. Bu paketin kapsamı dışında kalacak hizmetleri ise vatandaşın kendi cebinden nakit veya artık izin verilen ve özel sigorta şirketleri tarafından gerçekleştirilecek Tamamlayıcı Sağlık Sigortası aracılığı ile ödenecek.
AK Parti hükümetleri sağlık alanındaki organizasyon ve yönetimsel iyileştirmeler, sağlığa ulaşmadaki engelleri ve farklı sigorta türleri arasındaki eşitsizlikleri ortadan kaldıran politikalar, sağlık alt yapısını iyileştiren yatırımlarla halkın beğenisini kazandı ve bundan politik olarak da çok karlı çıktı. Fakat tümüyle Dünya Bankası ve IMF türü uluslararası güçlerin önerisi ile yürütülen politikaların bu yönetimsel düzeltmeler dışında orta uzun vadeli ana yönü sağlığın piyasalaştırılması ve özelleştirilmesi idi. Bu politikalar sonucu sağlık harcamaları çok önemli oranda arttı. Çok büyük kısmı SGK kanalıyla yapılan bu harcamalar sistemi zorlamağa başladığında ise ilaç ve muayene katkı paylarında artış, özel hastane farklarının %200 artırılması gibi uygulamalar başladı. Şimdiki yeni tedbir ise daha önce izin verilmeyen Tamamlayıcı Sağlık Sigortası uygulamasıdır. Bu uygulama ile hasta masraflarının bir kısmını SGK ile karşılarken, diğer kısmını yaptıracağı özel sigortası ile ödeyecektir.
Piyasalaşmış ve özelleştirilmiş sağlık sistemi ile öncelikle yapılan SGK yani kamu fonları üzerinden sektörün önemli ölçüde büyütülmesi ve bununla birlikte yeni bir “sağlık tüketim kültürü” nün yerleştirilmesi oldu. Uygulanan politikalar sonucu gerek piyasalaşmış ve yarı özelleştirilmiş kamu, gerekse özel sağlık kurumları SGK fonlarını sildi süpürdü. 2002 yılında 13.718.000 Dolar olan sağlık harcamalarının 2013 tahmini 58.872.000, 2014 tahmini ise 65.775.000 Dolara yükseldi. Bu dönem içinde kişi başı toplam sağlık harcamaları 200 dolar civarından 800 dolar civarına yükselmiş ve 2015 tahmini ise 900 dolar olarak belirlenmiştir.
Sağlığa daha fazla pay ayrılmasını kim istemez ki? Ama önce gelin şuna bakalım. Gerçekte aslında ne kadar sağlık harcaması yapıyoruz. Kişi başı 800-900 Dolar ve Gayri Safi Yurt İçi Hasılamızın %6,4’ü oranında olan bu harcama OECD ülkeleri içinde düşük düzeydedir. Örneğin ABD’de ortalama kişi başı sağlık harcaması 6500 Dolar ve ulusal gelirin %17’si civarındadır. Fakat bu rakamlar sizi yanıltmasın. Türkiye’de kişi başı ortalama yıllık doktor başvuru sayısı 8.2 iken, ABD de 3.9’dur. Türkiye’de 1000 kişi başına yılda çekilen ortalama MR sayısı 76,5 iken OECD ülkelerinde 46,3’tür. Türkiye’de yılda ortalama kişi başı tüketilen ilaç kutu sayısı ABD’nin 1,7 katıdır. Yani aslında ABD’ye göre çok daha genç nüfusa sahip Türkiye, ABD’den kişi başına çok daha fazla sağlık hizmeti tüketmektedir, sadece fiyatlar farklıdır. Bu aslında inanılmaz bir durumdur.
Gerçekte sağlık kurumlarına ödenen paralar “sağlığımıza” mı yarıyor? Sağlığın tümüyle piyasa işi olduğu ABD’de yapılan hesaplamalara göre sağlık harcamalarının %30’u gereksizdir. Özel sigorta şirketlerinin çok sıkı kontrolü altında, daha eğitimli bir nüfus ve daha üst düzey eğitimli bir sağlık çalışanına sahip toplumda olan bu gereksiz harcamanın ülkemizde ne oranda olduğunu tahmin edebilirsiniz. Elimizde sağlıklı veriler yok ama sürekli hasta bakan bir hekim olarak bunun %50’den çok daha fazla olduğunu söylersem meslektaşlarım bana katılacaklardır sanırım. Normalde SGK’ya 20 liraya mal olabilecek bir sağlık sorununun maliyetinin, gereksiz “tanı “ve “tedavi “ uygulamaları ile binlerce liraya kadar yükselebildiği her gün defalarca karşılaştığımız yaygın bir gerçektir. Burada daha çok kar peşinde koşan sağlık kurumlarının yöneticileri ve onların baskısı altındaki hekimlerin ve yaşamın medikalize edilmesi (yani piyasa tarafından normal yaşam süreçlerinin tıbbi alana çekilmesi ve tıbbi müdahaleye tabi tutulması) nedeniyle talebi hızla artan “tüketici” vatandaşın da sorumlu olduğu söylenebilir. Ama aslında çoğu hekim de “hasta” da burada bir kurban durumundadır. Kazançlı olan sadece sağlık endüstrisidir.
Her şeyin bir sonu vardır. Giderek sürdürülemez boyutlara ulaşan harcamalar hükümeti vatandaşın cebine doğru hızla yöneltmektedir. Eskiden “elini kolunu sallayarak” özel dahi her hastaneye parasız gidecek denilen vatandaşımız özel hastanelerin farkları ile ciddi şekilde karşılaşmış, kamudaki katkı payları giderek artar olmuştur. Şimdi sıra SGK’nın karşıladığı sağlık giderleri paketinin daraltılmasına gelmiştir. Aslında olan sağlıktaki vahşi kapitalist piyasanın zorlaması ile gereksiz şekilde artırılan tüketim sonucu kamu fonlarının talan edilmesi ve başta uluslararası şirketler olmak üzere bazılarının ceplerinin doldurulmasıdır. Bunun sonucu ise halkın gerçekten ihtiyacı olan sağlık hizmetlerine daha az erişebilir durma gelmesidir.
Fakat bu sağlık endüstrisini pazarın küçülmesi endişesine sevk etmemektedir. Tersine pazar giderek büyüyecektir. Çünkü vatandaş gerçekten “sağlık endüstrisi” olmadan nefes bile alamayacağı “bilincine” yükseltilmiştir. Eskiden ameliyat için öküzünü, ineğini satan köylülerimiz vardı. Gidişatımız ise en büyük kişisel iflas nedeni sağlık harcamaları olan ABD yönündedir.
Her zaman ifade ettiğimiz gibi “sistem” çıkar çatışması üzerine kurulmuş bir sistemdir.
Dünyaya hakim olan sermaye sağlık sektöründe de ilaç ve diğer medikal ürünlerin kontrolünü elinde tutmaktadır. Sermaye için önemli olan kişilerin iyi olması,sağlıklı olması değil üretilen ilaç ve medikal ürünlerin pazarlanmasıdır.
Tüm ülkelerde ısmarlama şekilde çıkan kanunlarla da (her hizmet sektöründe olduğu gibi)sağlık sektöründe de çıkar çatışması üzerine bir sistem yerleştirilmiştir. Benim hastalığım ile doktorun veya ilaç şirketlerinin kazancı arasında doğu orantı mevcuttur. Halk ne kadar hastalanırsa sermaye o kadar kazançlı çıkacaktır. Sağlık sektöründeki çıkar çatışmasının temeli budur. O yüzden bugün yapılan birtakım düzenlemeler temelde bir değişikliğe yol açmamakta aksine bu çatışmayı daha da güçlendirmektedir. Bu sistem yüzünden doktorlar meslek ahlakından uzaklaşarak daha çok kazanmak için hasta olmayanı dahi hasta yapmanın peşine düşmektedirler. Suçlu yine kişiler değil sistemdir, her zamanki gibi.
Sistemin pansuma değil tedaviye ihtiyacı vardır. Tedavi için ise teşhisin doğru konulması gereklidir. Sistemin temeli bozuktur. İslami anlayışımız her yerde çıkar çatışması yerine çıkar paralelliğini emretmektedir. Sistemin temelini çıkar paralelliği noktasına nasıl getirebiliriz. Ana konumuz olan sağlıkta da benim hastalığımın, benim zararımın başkalarının kazancına kaynak olmamasını nasıl sağlarız, bunun üzerine düşünmeli ve proje üretmeliyiz.
Sistemi bu hale getirmeden ne sağlıkta ne de diğer sektörlerde tatmin edici sonuçlara ulaşmamız mümkün değildir.