28 Nisan Dünya İş Cinayetlerinde Ölen ve Yaralananları Anma / Yas Günü

Etkinlik iş kazalarında hayatı kaybeden emekçiler için bir dakikalık saygı duruşu ile başladı. Salondaki çocukların çokluğu çok dikkat çekiciydi. Çocuklar elbette ki ağırlıklı olarak iş kazalarında yakınlarını kaybeden ve Türkiye’nin dört bir yanından bu etkinlik için gelen ailelerin evlatlarıydı. Kim bilir belki de çoğu yetim kalmış çocuklardı.
Berna Müftüoğlu’nun başkanlık ettiği kürsüden, Ertuğrul Kürkçü’nün TBMM’de İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin hazırladığı raporu kullanarak bir soru önergesi verdiği anlatıldı.
Etkinliğe büyük toplantı salonunu açarak ev sahipliği yapan Petrol-İş Sendikasından İbrahim Doğangül önce söz aldı. “Bugün buradaki işçi aileleri ile keşke bu vesile ile tanışmış olmasaydık” diyerek sözlerine başladı ve kısa bir selamlama konuşması yaptı.
Ardından Aslı Odman “Dünyadan İşçi Aileleri Örgütlenmeleri Örnekleri ve 28 Nisan” başlıklı çok güzel bir sunum yaptı. Sunumda aldığımız notları paylaşalım, notlarda hatalı bir takım ifadeler bulunabileceği notunu düşelim.

Dünyadan İşçi Aileleri Örgütlenmeleri Örnekleri ve 28 Nisan
Aslı Odman
Kimi ülkelerde yakınlarını kaybeden ailelerin, emek örgütlerinin ve çeşitli sivil insiyatiflerin çabalarıyla 28 Nisan “Çalışırken Ölenlere Yas ve Adalet Günü” ilan edildi ve kimi diğer ülkelerde de bu yöndeki çabalar sürmekte. İş kazalarına dair dünya istatistikleri Uluslararası Çalışma Örgütü’nün verilerine göre kabaca şöyle:
•    Dünyada her sene yaklaşık 2,3 milyondan fazla insan (360 bin iş kazası + 2 milyon meslek hastalığı) iş koşulları yüzünden ölüyor.
•    160 milyon insan çalışmadan kaynaklı hastalığa kapılıyor.
•    Yani dünyada her gün yaklaşık 6.300 insan, yani 15 saniyede bir insan çalışma kaynaklı hayatını kaybediyor.
•    Yani dünyada gerekli önlemler alınmadığından ötürü çalıştığı için ölen insanlar, savaşlarda ölen insanlardan daha fazla.
Dünyada 28 Nisan Yas ve Adalet günü için uğraş veren kimi çevrelerin kullandığı bir sloganı andı Odman: “Tüm bu refah ve kalkınmanın bedeli kan ise, biz borcumuzu ödedik.”
Türkiye’de ise
•    Yılda en az 1500 çalışan iş kazalarında öldü. Yani günde 4 insan!
•    Kayıt altına alınamayan meslek hastalıkları sonucu senede en az 15 bin ila 30 bin çalışan ölüyor. (Kanser ölümleri içinde mesleki kanser vakalarının oranı % 10 civarı)
•    İşyeri intiharları ve sigortasız çalışanlar kayıtlara girmiyor bile.
•    Tüm iş kazaları ve meslek hastalıkları engellenebilir.
•    İşçi sağlığı ve iş güvenliği yatırımlarını yapma sorumluluğu işverene aittir ve maliyeti işveren üstlenir.
•    Bunu yapıp yapmadığını, kamu barışı ve güvenliği adına devlet denetler ve bu önlemlerin yerine getirilmemesi “iş suçu”dur.
•    T.C. Ceza hukukuna göre iş cinayetlerinin sorumluları şu suçlardan birini işlemiş olurlar:
o    Taksirle (hatayla), bilinçli taksirle, olası kasıt veya taammüden
Başkasını tehlikeye atma
Onura ve vücut bütünlüğüne saldırı
Tehlikede olan insanlara yardımcı olmama

İntikam için değil ama bir sonraki iş suçunu engellemek için sorumluların cezalandırılması elzemdir.
İşveren için ölümler bir maliyet unsuru olarak görülüyor. “Şu işte muhtemelen şu kadar işçim ölür, şu kadar parayı kan parasına ayırmam gerekir” şeklinde. Eğer kamuoyu oluşmaz, ölenlere sahip çıkmaz, firmaları protesto etmez, onların canı gibi baktıkları firma imajlarını zedelemek için hareket geçmez ise ne yazık ki böyle oluyor.
Bunun böyle olmadığı dünyadan iki örneği sizlere anlatacam.
1. Dünyanın en büyük demir çelik şirketini mahkemede kim dize getirebilir?
Bu şirket Alman Thyssen Krupp demir çelik devi. Bu şirketin İtalya Torino’daki bir fabrikasında 6 Aralık 2007’de bir patlama gerçekleşiyor ve 7 işçi hayatını kaybediyor.
Bu fabrika aslında kapatılması planlanan, bu yüzden yatırım yapılmayan, harcamaları kısılan ve işçilerinin kendi rızalarıyla işlerini bırakmaları için onlara baskı yapılan, zor koşullara itilen bir fabrika.
4 sene süren kampanyada aileler, ilçe belediyesi, sendika ve farklı çevrelerin iş birliği ile mücadele veriliyor. Duruşmalara kitlesel katılım gerçekleştiriliyor.
15 Nisan 2011’da Krupp şirketinin İtalya Genel Müdürü Herald Espenbahn olası kasıt ile taammüden adam öldürme suçundan 16,5 yıl hapse çarptırılıyor. 5 üst düzey yönetici de “bilinçli taksir ile adam öldürme” suçundan 10 ila 14 yıla kadar hapse çarptırılıyor.
Krupp kararı temyize götürdü ve süreç temyizde. Espenbahn ise bu arada Brezilya’ya kaçmış.
2. Fransa’da asbestin halk hareketleri sonucunda yasaklanması
Fransa Clermont’ta Asbest bazlı Amisol fabrikasında 1970’lerde fabrikanın kadın işçileri ile başlayan bir hareket bu.
Asbestin insanları kanser ettiği 20. Yüzyılın başından beri bilinen bir gerçek ancak bu bilinmesine rağmen tekel şirketlerin lobisi ile bu madde yüzyıl boyunca kullanılıyor.
Asbest yalıtkan bir madde olduğu için tekstil ürünlerinde kullanılıyor ve bu fabrikada da durum bu. 74’te bu fabrikanın kapatılması gündeme geliyor ve işçiler buna karşı fabrikayı işgal ediyorlar. Bu işgal sürecinde, işçilere destek veren öğrencilerin, bilim insanlarının da desteği ile asbeste karşı bir duyarlılık gelişiyor. Aynı dönemde inşaatından asbest kullanılmış olan Jussieu Üniversitesi’ndeki yine öğrenci hareketinin öncülüğünde üniversitenin asbestten temizlenmesi kararı anlıyor. Bu iki hareket arasındaki işbirliği ile asbeste karşı ulusal çapta bir kampanya başlıyor. 20 yıllık bir süreçten bahsediyoruz, kurbanların aileleri, çevre örgütleri, öğrenci hareketleri, iş sağlığı uzmanları, sendikaların bir arada götürdüğü uzun soluklu bir mücadele. 90 yıllarda büyük platformlar oluşuyor bu talep etrafında.
Hareketin taleplerinden biri “Bizi zehirleyenler hem suçlu hem de sorumludur. Ceza Hukukuna göre yargılanmalıdırlar.”
Eşlerini asbeste kurban veren kadınlar grev önlükleri gibi “asbest kurbanından dul kaldım” önlükleri giyiyorlar ve önlükler kampanyanın sembolü oluyor.
Bu mücadelelerin sonucunda asbest Fransa’da 97’de yasaklanıyor.
Bu süreçte “sanayi suçları” ve “iş suçları” kavramları gelişiyor.
Fransa’nın La Ciotat Tersane bölgesinde “Asbest Kurbanı İşçiler Anıtı” dikiliyor.

-o-

Aslı Odman’ın bu güzel sunumunun ardından etkinliğin en anlamlı ve en de zor olan bölümü başladı. Yakınlarını iş cinayetlerinden kaybeden aileler, ağabeyler, ablalar, eşler, babalar birer birer kürsüye çıkıp, duygu ve düşüncelerini paylaştılar. Davutpaşa’da, Ostim/İvedik’te, Zonguldak madenlerinde, Tuzla Tersanelerinde, Enerji iş kolunda taşeron çalışırken ölenlerin, Gülseren Yurttaş’ın, Van depreminde hayatını kaybeden gazetecilerin, ev işçisi Fatma Aldan’ın, Sultanbeyli’den tekstil işçilerinin aileleri sırayla grup grup kürsüye çıktılar ve içlerinden birer ikişer yakın söz aldı ve hislerini anlattı.
Biz de en azından sözümüzle iş cinayetlerine vurgu yapıyoruz, en azından sitede duyurmaya, meseleyi anlatmaya çalışıyoruz. Bazen olayları, vakaları anıyor, verileri sunmaya çalışıyoruz. Ama sonuçta ateş düştüğü yeri yakıyor ve uzaktan da olsa duyarlılık uzaktan uzaktan kalıyor. Sayılar gerçekten yabancılaştırıcı ve anlamsız bir yerden sonra. Daha evelsi gün sayıları buldum, yazdım 1 Mayıs yazımız için, onlar, yüzler, binler. Ama insan karşısında bir anda, hem de üst üste bu insanları, hikayelerini, sorumlular tarafından adam yerine koyulmamalarını, acılarını, kayıplarını ve hissiyatlarını dinleyince sayıların ne kadar anlamsız ve meseleyi aslında anlatmaktan çok uzak şeyler olduğunu anlıyor. İşçi emekçi meselesidir, siyasidir, akademiktir, çok toplantıya katıldım, ama hiç birinden bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum. Ölüm Allah’ın emri. Ama bu insanların canını alan kullarının zalimleşmesi. Kullarının insanı maliyet unsuruna indirgeyen bir düzenin etrafında dolap beygiri gibi dön ha dönmesi.
Sözü canlarından parçalarını kaybeden yakınlara bırakıyorum. Notlarım kesik kesik ve dağınık. Gücümün yettiği kadar yazdım. Muhakkak bunlarda da eksik gedik olacaktır. Ama hissiyatı yanlış aktarmamış olacağıma inanıyorum.

OSTİM aileleri

“Öncelikle herkese merhaba. Dilek Güler’in abisiyim ben, Nihat Güler. Valla böyle bir konunun öznesi olmak gerçekten zor bizim için. Ama işte hayat insana böyle oyunlar oynuyor. Zor bir durum da, ne söyleyeceğimi bilmiyorum şu anda, biraz heyecanlıyım, bu işler kolay olmuyor. Yani, biz bir şirketin üç kuruşluk kârı yüzünden buradayız diyebilirim. Üç kuruş fazla kâr etmesi üzerinden ya da vurdumduymazlığı üzerinden. En son iki gün önce, burada İstanbul’da yine bir tüp patlaması oldu. Yani önlenebilecek, fazlasıyla önlenebilecek bir şey. İstanbul’daki mekan beş kere kapatılmış ardından tekrar açılmış yani her seferinde tekrar açılarak devam etmiş. Bizimki de yani biliyorsunuz işte tüplere, oksijen tüplerine doğalgaz basılmış sonra bu tüpler temizlenmeden içine tekrar oksijen basılıp servis ediliyor. Tabii kullanıcılar bunu bilmediği için de bu olay meydana geldi. İşte bu sebeple biz bir araya geldik. Aşağı yukarı 20 aile var ama bu olayı yürüten 15-16 aileyiz. Diğerleri de Türkiye’deki genel anlayıştan dolayı, yani bir şey çıkmayacağını düşünerek fazla gelmiyorlar. Tabii ara sıra geliyorlar da, öyle bir süreklilikleri yok. Biz işte davamızı takip ediyoruz. Tabii bu arada bize yardımcı olan ve bizim bir araya gelmemizde öncülük eden Davutpaşalı aileler var burada, onlara da teşekkür ediyoruz. Bir Umut Derneği var ve Bir Umut Derneği yöneticilerine, üyelerine de teşekkür ediyoruz, onlar bize önayak oldular. Şu anda altıncı duruşmamız bitti. Mahkemede yeni bir bilirkişi raporu istendi, o da İstanbul Teknik Üniversitesine gönderildi. Onun oluşturulmasını bekliyoruz çünkü daha önce oluşturulan bilirkişi raporu sadece olayı tüp firmasının üzerine yıkmıştı. Diğer denetleme görevini yapması gereken ya da diğer şirket yetkilileri hakkında hiçbir şey yoktu, sorumluluk yoktu. Biz bunu gündeme getirdik her davada,  her duruşmada, basın açıklaması yaparak, mahkeme sırasında da tabii mahkeme heyetine belirterek. Sonunda bizim taleplerimizi kabul ettiler, yeni bir bilirkişi raporu hazırlatacaklar, işte onu bekliyoruz. Haziranın sekizinde de 7. duruşmamız olacak Şu anda söyleyebileceklerim bu kadar.” [Nejat Güler’in konuşmasının dökümüdür]

“Ben de Dilek Güler’in kardeşiyim, Demet Güler. 3 Şubat 2011, hepimiz için biz burada 20 aileyi temsilen bulunuyoruz. Hepimiz için hayatımızın dönüm noktası oldu. Çok acı bir şekilde değişti. Yirmi canımızı kaybettik. Ateş hepimizin üstüne düştü. Üstünü örtmeye çalıştılar fakat o ateş, ne kadar örtmeye çalışsalar da o ateş kor halinde içimizde var. Aynı şekilde Davutpaşalı aileler için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Şöyle söyleyeyim biz bu davayı yirmi aile olarak yürütüyoruz. Biz sadece ağabeyimin de bahsettiği gibi bize destek olan, bize önayak olan, bizi yönlendiren derneğimiz dışında hiçbir yerden destek görmüyoruz. Her şekilde, her duruşmadan önce tüm basın olsun, diğer kurumlar olsun bize destek verebileceğini düşündüğümüz odalar olsun, her yere mail ya da faks yoluyla bildirmemize rağmen katılım olmuyor. Biraz önce söylendiği gibi, hani ne kadar çok, ne kadar kalabalık olursak o kadar çok sesimizi duyurabiliriz dediler. Biz yirmi aile olarak sesimizi duyurmaya çalışıyoruz ve bunu, sizlerden istediğimiz, ne kadar kalabalık olabilirsek bunu daha çok duyurabiliriz. Biz bir buçuk yıldır uğraşıyoruz, belki Davutpaşalı aileler beş yıldır uğraşıyor. Bu duruşmalara, bu davaya kamu kuruluşlarının da dahil olabilmesi için. Aslında bunun ilk duruşmadan itibaren olması gereken bir şey. Ama bu sürekli savsaklanıyor veya öteleniyor veya dahil edilmek istenmiyor. Bir tane suçlu bulunuyor ve onun üzerine gidiliyor. Bizim isteğimiz bu ve benim söyleyeceğim, sizlerden bu konuda destek bekliyoruz.” [Demet Güler’in konuşmasının dökümüdür]

Davutpaşalı aileler

“Hepiniz hoş geldiniz. Ben İdris Çabuk. Patlamada eşim Gülhan Çabuk’u kaybettim. Davutpaşa aileleri adına konuşuyorum. Onlar da kendi düşüncelerini söylerler. Yaklaşık 4,5 yıl önce başımızdan böyle bir kötü bir hadise geçti. Keşke böyle bir olayla değil de, daha farklı bir konumda karşılaşmış olsaydık. Ama maalesef bizim ülkemizde iş cinayetleri sürekli oluyordu bundan önce. Biz bunları hep göz ardı etmişiz. Ne zaman ki kendi başımıza gelince anladık ki bu tip şeylerin hiçbir zaman son bulmayacağı, sonlandırılmayacağı ya da bunlara engel olunmayacağını gördük. Bunun sebebi de, görmemizin sebebi şu, insanlar yakınlarını kaybettikleri zaman, ya da dostlarını kaybettikleri zaman hukuki yolda hiçbir arayışa gitmiyorlar. Sadece patronlar ya da devlet tarafından ödenen maddi tazminatları alıp seslerini çıkarmadan bir kenara çekiliyorlardı. Biz 15-16 aile 21 vatandaşımızı kaybetmiştik. Biz 15 aile olarak burada Bir Umut Derneğine, vasıtasıyla Erbay Beye ayrıca teşekkür ediyorum. Bize bu konularla ilgili ilk bilgi verdiği zaman, davamızı sürdürmemizi, herhangi bir şeye boyun eğmememizi, parayı alıp da kenara çekilmememizi bize anlattı. Tabii biz bu konularda, normal vatandaşlar bu tip konularda bilgi ve karşılaştığı olay olmadığı için ilk etapta biraz çekinerek baktık çünkü bizim ülkemizde hukuk sistemi güçlülerin yanında, paranın yanında oluyordu her zaman. Buna rağmen bir yola çıktık 4 yıl önce. Çok uğraştık, çünkü uğraştığımız kurumlar bilirkişi raporunda devlet kurumlarıydı. Devlet kurumlarıyla uğraşmak da kolay olmuyor, çünkü suçlarını örtmek için her türlü yolu seçiyorlardı. Yaklaşık olaydan 2 yıl sonra davayı açtırabildik, uzun uğraşlardan sonra. Ama bu arada biz bir arada durduk, yılmadık.

Çoğu insanlar bize, etrafımızdaki insanlar diyelim, bize bu konuda destek olanlar oldu fakat ne hikmetse bizim ülkede çoğunluk bu tip davalara herhangi bir sonuç çıkmaz, herhangi bir sonuç alamazsınız mantığıyla baktılar. Biz bu zinciri kırdık, ona inanıyoruz. İki yıl sonra Zeytinburnu Belediyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, BEDAŞ, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürlüğünü bilirkişi raporuyla beraber sanık sandalyesine oturtacaktık fakat yine burada devletimizin çalışan kesimi, Vali, Kaymakam, onlar da insan. Ne yazık ki bu tip insanlara biz de oy vererek seçiyoruz. Seçtiğimiz insanlar da bizi koruyacağına maalesef hırsızı, katili, dolandırıcıyı korumaya çalışıyorlar. Sadece Zeytinburnu Belediyesi çalışanlarını sanık sandalyesine oturtabildik ilk etapta. İstanbul valisi o zaman, adını şükranla anıyorum, inşallah, şu anda bir milletvekili bu kişi. Şükranla dediğime bakmayın, nefretle aslında o, hiç utanmadan sıkılmadan, biz aile heyeti olarak aramızdan her zaman olduğu gibi 4-5 kişi seçerek Valiliğe göndermiştik, İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışanlarının yargılanmasına izin vermesi için, herhangi bir engel olmaması için. Bunun da sebebini şöyle açıklayalım. Çünkü bir ay önce Zeytinburnu Belediye çalışanlarının yargılanmasını engellemek için Zeytinburnu Kaymakamı izin vermemişti. Burada da böyle bir olayla karşılaşmamak için Muammer Güler denen şahsiyetten randevu talep etmeye gittik. Maalesef, ne yazık ki o vali denen kişi vatandaşını koruyacağına memurunu koruma yolunu seçti. Ama o haklıymış sonradan bunu anladık. Neden haklıymış, çünkü terfi edecekmiş, bunu bilmiyorduk maalesef. Çünkü o kişi sonradan önemli bir göreve getirildi, valilikten sonra. Daha sonra milletvekili olarak bu insanların haklarını savunacağım diye Meclise gönderildi. Bu tip insanlara oy verip de oraya getiriyorsak bilin ki, kesinlikle hiçbir vatandaş hakkını tam anlamıyla alamaz. Çünkü onlar paranın ve hırsızlığın yanında yol alıyorlar ne hikmetse, vatandaşın uğradığı haksızlığa kesinlikle gözleriyle bakmazlar. Hatta engel olmak için büyük patronların ne dediğine bakarak ona göre karar alırlar. Maalesef İstanbul Büyükşehir Belediyesini bu yüzden davaya ekleyemedik.

Sonra Zeytinburnu Belediye Başkanı için Danıştay’a itirazda bulunduk. Danıştay’dan kararı zor bela iki yıl içinde çıkarttık. Karar 8. duruşmamızın sonunda bize gelmişti. Mahkemeye sunduk. Mahkemeye sunduktan bir hafta sonra, çok ilginç, insan hayatı çok ilginç bu ülkede, savcının biri çıkıyor, cumhuriyet savcısı, cumhuriyetin anlamını bilmiyor galiba, çıkıyor, bir hafta içinde takipsizlik kararı veriyor Zeytinburnu Belediye Başkanı hakkında. Ve utanmadan sıkılmadan bu kararı bize tebliğ ediyorlar. Ama yılmadık. Biz yine avukatlarımız ve yanımızda olan kişilerle beraber İstanbul Ağır Cezaya itiraz dilekçesinde bulunduk. Sağolsun orada hakim, kim vermişse kararı, onun ellerinden öpüyorum. Böyle bir cesaret örneği göstermiş, Zeytinburnu Belediye Başkanı’nın yargılanmasına izin verdi. Şu anda dokuzuncu duruşmamızın sonunda bu sevinçli kararı aldık. İddianame düzenlenecek hakkında inşallah. Biz suçlu demiyoruz, yargılanan her kişi suçlu anlamına gelmez, ama insanlar sorumlu olduğu şeylerden yargılandığı sürece sorumlular cezasını çeker. Eğer herhangi bir suçu yoksa, hüküm giymeden kurtulur. Biz şunu istiyoruz, şu anda bugün burayı bize ayıran Petrol-İş’e teşekkür ediyorum ama yalnız bir de sitemde bulunuyorum. Bu tip davalara daha çok destek olmalarını, en azından dava günlerinde arkamızda maddi değil ya da herhangi bir flamayla afişle değil, kişi olarak, sayı olarak arkamızda bulunsalar biz bu 4,5 yıl içinde belki de OSTİM’in olmasını engelleyebilirdik, belki de Bursa Karadon’un olmasını engelleyebilirdik, belki de Adana’da baraj patlamasını engelleyebilirdik. Belki de Erzurum’da 5 tane TEDAŞ işçisinin göz göre ölmesini önleyebilirdik. Ama biz bir yol açtık, açtığımıza inanıyoruz. Bu yolda güçlü bir şekilde tüm arkadaşlarımızla beraber yürümek için devam ediyoruz. Yılmayacağız, korkmuyoruz çünkü biz bir hata işlemedik. Biz çalışan kesimin ve bu ülkenin çalışan insanlarının hakkını arıyoruz. Onların hakkını korumak için de elimizden gelen desteği vermeye ve destek bekliyoruz. Teşekkür ediyorum.” [İdris Çabuk’un konuşmasının dökümüdür]

“İsmim Hakkı Güleç, Davutpaşa’da kardeşimi kaybettim. Türkiye’de başka canlar yanmasın diye uğraşıyorum. Boy boy tv’ye çıkıp işçileri temsil ediyorum diyen insanların, sendikacıların arkamızda olmalarını beklerdik, isterdik. Biz Taksim’de eylem yaparken, bir hafta sonra OSTİM meydana geldi. Bize dediler ki “Karşınızda devlet var, devletle başa çıkılmaz.” Tazminat için yapmıyoruz bunu, bana İstanbul’u ne İstanbul’u Türkiye’yi verseler ben kardeşimin tırnağına değişmem. İş güvenliği için bundan sonrası için bir önlem alınsın istiyoruz. Davutpaşalı aileler diye anılıyoruz, keşke böyle anılmasaydık.”
“İsmim Salih Temel. Ben kuzenimi kaybettim. Arkadaşımı kaybettim. İş güvenliği raporlarına imza atan mühendisler, ben onları da anlamıyorum. Onlar da işçi olarak çalışıyorlar, ama o raporlara imza atıyorlar.”
“İsmim Adnan Saray, ben 26 yaşındaki oğlumu Adnan’ı kaybettim. Bizim yanımızda kimse olmadı. Ne vali, ne bakan, ne başbakan. Maraş Elbistan’a bakıyorum, o insanların baştaşı bile yok. Bizim en azından bir taşımız var, ona sarılıyoruz. Bir simit çalanın, bir baklava çalanın gidip ifadesini alıyorsun, bir belediye başkanını niye getirmiyorsun? Nasıl getirmiyorsun? İSKİ’den çok afedersiniz lağım bağlayan bir arkadaşı, elektrik teknisyeni bir arkadaşı getirip önümüze sorumlu diye suçlu diye atıyorlar.”

Zonguldak’tan aileler
“17 Mayıs 2010’da 30 kişinin hayatını kaybettiği kazada ölen maden mühendisinin babasıyım.”
“Sadık Kocakaya’nın babasıyım. Ben konuşamayacam.”

Tuzla tersanelerinden aileler
“Herkese merhaba. Sanıyorum tersanelerde çok fazla hayatını kaybeden olmadığı için fazla da bir aile katılmamış. Önce ölenlere Allah’tan rahmet, yaralılara da acil şifalar diliyorum. Çünkü bu tersanelerde çok sık yaşanan bir olay. Adım Ruhiye Levent, 2006’da Dearsan Tersanesindeki gaz sıkışması sonuncunda patlamada vefat eden İbrahim Levent’in eşiyim. Az önce dinledim bütün arkadaşları. Ama bana göre en fazla tersanelerde ve sıkça yaşanıyor bu kazalar, haksızlıklar, ölümler. Ben isterdim ki bu salonun yarısı tersanelerde aileleri kaybolmuş insanlarla dolsun ama ne yazık ki öyle bir şey yok. Bugün burada dünyadaki iş cinayetlerinde kaybettiklerimizi anmak, iş cinayetlerine dikkat çekmek için bir aradayız. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi olarak bizi bir araya getirdiği için herkese teşekkür ediyorum. Biz Limter-İş Sendikası’yla birlikte Tuzla tersanelerinde iş cinayetlerine karşı mücadele ediyoruz. Amacımız bu meclis aracılığıyla İstanbul veya ülkenin neresinde olursa olsun buradan tepki koymak. Sizlerden tek istediğim ailemizden bir parçamızı kaybedenler olarak içimizdeki acıyı biraz olsun dindirebilmek için ve bizim gibi bir başka ana evlatsız, bir başka çocuk babasız, bir başka eş boynu bükük kalmaması için yüreklerinden birer parça kopmuş aileler olarak, birlikte olalım diyorum. Benim eşim gaz sıkışması sonucu patlamada vücudunun % 95’i yanarak vefat etti diyim. Yani beş gün hastanede yattı ama ne o bizi bildi ne de biz onu görebildik. Hemen bir kan pazarlığına oturduk biz. Biraz sinirleriniz gerilcek ama. Çocuklar perişan ben perişan. Kan parasına oturmasan açız. Otursan bir kanın pazarlığını yapıyorsunuz. Ama o parayı yiyemiyeceksiniz siz almasanız çocuklarını aç ve borçlu kapıda. Oturduk, aldık, mahkeme karşısında imzamızı attık. Hiçbir hakkımız kalmamıştır diye. Ama o parayı alıncaya kadar bile üstün çıktıkları halde çok hakaretlere uğradım. Tersanenin avukatı bana telefonda, “Yeter ya ne kadar yüzsüz bir insansın, sade senin eşin mi öldü” dedi bana. O arada biz sağolsun Limter-İş hep arkamdaydı, bazı eylemlerde bulunduk, basın açıklaması filan yaptık. O arada tersane sahibi beni provakatör olarak nitelendirdi. Yani evime gelip bir baş sağlığı, tersanelere çok yakın evim, bir başsağlığı veya hastaneye gelip bir geçmiş olsun bile demediği için beni tanıyamadı, beni provakatör olarak nitelendirdi. O arada işte internette bir sayfa açılmıştı, orada yorumlar filan vardı, tartışmalar vardı. O ara mecazi anlamda sağolsun diyorum çalışma bakanı Faruk efendi şöyle bir açıklamada bulundu: “Bu kadar ağır bir sanayi kolunda ayda 10-15 işçinin ölmesi gayet normaldir. Trafik kazalarında her gün o kadar insan ölüyor.” Yani Türkiye’de insan hayatına verilen değeri, kendi açıkça anlattı. O zamanda kimse yoktu tersane ailelerinden. Çünki benim eşim 16 yıl çalıştı, çok fazla ölümler gördük biz, yaralanmalar, yakınlarımızdan, komşularımızdan. Şimdi de bugün burada yok, ama umuyorum bundan sonra belki inşallah bir arada olalım. Bu toplantılara katılalım. Bu sadece içerde kalmasın, dışarılara da taşırabiliyorsak bunu yapalım. Eğer bir can kurtarabilirsek bundan sonra, gidenleri geri çeviremeyiz ama ne mutlu bize diyorum. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Hepimizin başı sağolsun. 22 Haziran’da Tuzla adliyesinde duruşmamız var. Gelebilecek olanları bekliyorum.” [Ruhiye hanımın konuşmasının dökümüdür.]
“Ben Hakkı Demiral, Limter İş sendikasını genel sekreteriyim aynı zamanda tersane işçisiyim. Ben de tersanelerde 20 yaşında oğlumu kaybettim. Tabii burası acılarımızı paylaşacağımız bir yer. Sorun şurda tuzla tersanelerinden ölmeye devam ederken tedbirlerin alınması, işçi ölümlerinin son bulması için bağrıyoruz…”

BEDAŞ işçisini ailesi
“Erkan Keleş’in abisiyim. 2 yıldır dava açamıyoruz. Uğraşıyoruz, koşturuyoruz. BEDAŞ’a bağlı taşeron firmada çalışıyordu benim kardeşim. Gaziosmanpaşa’da bir tamir sırasında elektrik akımının verilmesi sonucu hayatını kaybetti. İnsan yerine koyup da geçmiş olsun diyen olmadı bize, en çok koyan o.”
“Enerji Sen’den Kamil Kartal benim ismim. 2 ay önce aynı yerde yine bir arkadaşımız çarpıldı, kolunu kaybetti, hastanede şimdi iyileşiyor. Bu bir maliyet sorunu. Bizim sektörde işlerin yaklaşık % 70’i taşeron şirketlerde, hiçbir iş güvencesi yok, tekniker, teknisyen arkadaşlar.”

Gülseren Yurttaş’ın kardeşi
“İşçi sağlığını sağlamak maliyetli geldiği için ölen insanlar bunlar. Maliyetten kaçınıldığı için yaşanan olaylar. Harita mühendisiydi benim kardeşim. Vincin bir vidası kırılmış, değiştirilmesi, yenilenmesi gereken ama yenilenmeyen bir vida ve benim kardeşim altında kalıyor.”

Fatma Aldan’ın eşi
“Fatma Aldan’ın beyiyim. Pencereden düşerek vefat etti. İşverenler bizi bir yıl aramadılar, adam yerine koymadılar.”

 

Not: Agos gazetesi, Davutpaşa’da ölen Orhan Seday’ın ailesi ile mülakat yapmış (Sayı: 837, 27 Nisan 2012, s. 4). Çok etkileyici bir mülakat. Keşke bu aileleri, bu hikayeleri daha da görünür, duyulur hale getirebilsek… Mülakat için tıklayınız.

Programın tamamının ses kaydını buradan dinleyebilirsiniz:

1 Response

  1. 16 Mayıs 2012

    […] İş cinayetlerinde yakınlarını kaybeden aileler, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi ile birlikte 28 Nisan’da çok anlamlı ve etkileyici bir toplantı düzenlemişlerdi. Toplantıya dair kaleme aldığımız notları şuradan okuyabilirsiniz: http://www.emekveadalet.org/28-nisan-dunya-is-cinayetlerinde-olen-ve-yaralananlari-anma-yas-gunu/ […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir