“Öğretmenler Eğitimdeki Dönüşüm ile İlgili Ne Düşünüyor?” – dünyabizim.com
14 Nisan Cumartesi günü Siyasal Vakfında düzenlediğimiz “Öğretmenler Eğitimdeki Dönüşüm ile İlgili Ne Düşünüyor?” isimli panelin panel katılımcılarından Beytullah Önce arkadaşımızın Dünya Bizim sitesi için yazdığı bir özetini sizlerle paylaşıyoruz.
Eğitimde bir kez daha model değişti ve yüz binlerce öğretmenin, milyonlarca öğrencinin ve velinin hayatını etkileyecek bu değişiklik hakkında ne öğretmenlere söz düştü, ne de ailelere. 4+4+4 tartışmaları, somut sorunlar ve veriler büyük ölçüde göz ardı edilerek yürüdü gitti ve geride herkesin kendine göre tepki verdiği bir süreç kaldı. Kör kavgaların, farklı hesapların, hezeyanların ve kamplaşmanın içinde “maarif meselemiz” konuşulamadan gitti.
Emek ve Adalet Platformu da, bu rahatsızlıktan hareketle geçtiğimiz günlerde bir panel düzenledi. “Öğretmenler Eğitimdeki Dönüşüm Hakkında Ne Düşünüyor?” başlıklı panel, yağmurlu bir günde, böyle bir panel için anlamlı bir mekânda gerçekleşti.
İlkokul öğretmenleri, öğrencileriyle ancak 5. yılda güzel bir iletişim kurabiliyorlardı
Siyasal Vakfı’nın faaliyetlerini yürüttüğü Şehzade Sıbyan Mektebi’ndeki panelin ilk konuşmacısı Nebahat Bükrek oldu. Daha çok 4+4+4 modelinin getirdikleri ve götürdükleri konusunda somut meseleler üzerinde konuşan Bükrek, 28 Şubat süreciyle başlayan modelin özellikle ilköğretim öğrencileri için sakıncalar taşıdığına katıldığını belirttti ama yeni sistemin de başka sorunlar getireceğine dikkat çekti.
Bükrek’in üzerinde dikkatle durduğu konu, ilköğretimin 4 yıla inmesi oldu. İlkokul öğretmenlerinin öğrencilerle en etkili ve en güzel 5. yılda etkileşime girdiğini, çünkü çocuğun artık bu yaştan itibaren soyut düşünmeye başladığını söyleyen Bükrek, tam bu çağda çocuğu öğretmenden koparmanın yanlışlığına dikkat çekti. Nebat Bükrek, değişikliklerin daha çok eğitimin özelleştirilmesiyle alakalı olduğunu; kararın ise birkaç yıl önce Milli Eğitim Şurası’nda belirginleştiğini, dolayısıyla tepki gösteren sendikaların çok geç kaldıklarını belirtti.
Din kültür değildir, ahlak da bilgi
Şair Hüseyin Akın, kendisinin sistemden ziyade sınıfta ne olduğuyla ilgilendiğini belirterek başladığı konuşmasında, öğretmenlerin öncelikle bu soruna dikkat çekmesi gerektiğini hatırlattı. 28 Şubat sürecinde gelen modelin doğru olmadığını ama yapılan değişikliklerin de sorunlarımızı çözecek bir değişiklik getirmediğini söyleyen Akın, sonuçta kendi hayatının okul duvarları arasında geçtiğini ve derdinin sınıflara gelen öğrencilerle kuracağı diyalog olduğunu belirtti.
“Milli Güvenlik Bilgisi diye bir ders var, bizimki de Dini Güvenlik Bilgisi” diyerek dersin işlevine eleştirel bir yaklaşım sergileyen Akın, adıyla ilgili olarak da “Din kültür değildir, ahlak da bilgi” dedi. Hüseyin Akın konuşması boyunca kendi öğretmenlik tecrübesinden hareketle eğitimle ilgili gördüğü sorunlara değindi.
Asıl mesele, güçlü ve irade sahibi bir kişiliği geliştirecek bir eğitim ortamı
Panelin bir diğer konuşmacısı öykücü Kamil Yıldız idi. “İnsanı savunmalıyız” diyerek konuşmasına başlayan Yıldız, daha sonra eğitim sürecinde kişiliğin oluşmasına değindi. İnsanın ancak zorluklarla karşılaştığında kendisini gerçekleştireceğini, iradesini güçlendirebileceğini ve böylece özgürce eyleyebileceğini belirtti. Yıldız, tezlerini derinleştirerek sunduğu konuşmasında, kişiliğin oluşmasında insanın belirli sınırlara çarpmasının ve onları aşarak yıkmasının söz konusu olduğunu, bunun otoriteye karşı gelmeyi de içerdiğini, dolayısıyla eğitim sürecinde kişiliğin güçlendirilmesinin gerekliliğini anlattı.
Bugün okullarımızın çoğunda öğrencilerle öğretmenlerin konuşamadıklarını, aralarında iyi başlatılmamış ve iyi düzenlenmemiş bir süreç işlediğini belirten Yıldız, öğretmenin bilgiye dayalı otoritesinin gittikçe çözüldüğüne dikkat çekti. Bu bağlamda kendisi için asıl meselenin güçlü ve irade sahibi bir kişiliğin geliştirilmesi, insanın değerlerini yok saymayan, onun özgürlüğünü arttıran, çoğaltan ve güçlü bir kişiliğin ortaya çıkabilmesini sağlayan bir eğitim ortamı kurmak olduğunu söyledi.
Adeta İslam’ın dili ile kapitalizme hizmet ediliyor
Rüstem Budak, paneldeki sunumunda daha çok Türkiye’deki toplumsal kutuplaşmanın eğitim sistemine yansımalarını anlattı. Dinî eğitimle meslekî eğitim arasındaki tartışmanın aslında toplumdaki dindar kesimlerin sistemde kendilerine yer açma taleplerinin neticesinde ortaya çıktığını anlatan Budak, süreci Cumhuriyet dönemindeki köy enstitüleri ve imam-hatip okulları etrafında dönen tartışmaları hatırlatarak özetledi.
Eğitimdeki son değişikliklerle meslekî eğitime ağırlık verilmek istendiğini belirten Budak, burada asıl dikkat edilmesi gereken sorunun mezun öğrencileri karşılayacak iş koşullarının olduğunu ve bu bağlamda kapitalist ekonomi modelinin tüm hayatı dönüştürürken, insanların emeğini sömürdüğünü ve bundan kimsenin geri durmadığını ifade etti.
28 Şubat süreciyle birlikte gündeme gelen “değerler eğitimi” meselesi üzerinde de duran Budak, “Ekonomik sömürü ve hâkimiyeti siyasi, kültürel alana yaymak isteyen kapitalizm, ürettiği kavramları dindarlara da ödünç vermektedir. Bu kavramlardan biri de ‘değer’dir. Ekonomik ilişkilerin ürettiği bu kavram 28 Şubat sonrası dindarların en önemli varlık kavramlarından biri haline geldi. İçeriğine bakınca değerler eğitiminde vahyin temel mesajlarının toplumsallaştığını görmüyoruz. Daha çok piyasa anlayışına ilişkin bir ‘din’ anlayışı örtük kavramlarla aktarılıyor. Dinî anlayış değiştirilmek isteniyor, yetişen nesiller de mevcut düzene uygun olarak dönüştürülmek isteniyor. Haliyle bu eğitimde örneğin siz kapitalizmin kutsallarına dönük en ufak bir itiraz ve çalışma göremiyorsunuz. Adeta İslam’ın dili ile kapitalizme hizmet ediliyor. Oysa dil ve eylem olarak kendi ruhu, aklı ve kalbiyle davranmayan hiçbir din etki ve gücünü gösteremez.” dedi.
Önce kendi eğitim felsefemizi kurmalıyız
Panelin son konuşmacısı Hasan Köse oldu. Kendimize ait bir eğitim felsefesi geliştirmemizin şart olduğunu vurgulayan Köse, bunun için de “nasıl bir eğitim istiyoruz” sorusundan önce “nasıl bir insan, nasıl bir toplum ve nasıl bir dünya istiyoruz” sorularını cevaplandırmamız gerektiğini belirtti. “Eğitim felsefesi eğitim politikamızı, eğitim politikamız stratejimizi, eğitim stratejimiz mevzuatımızı, o da müfredatımızı belirlemelidir.” diyen Köse, konuşmasının devamında ortaya attığı sorulara Kur’an ayetlerine referans vererek izah getirdi.
Bakara Suresi’nin, “(Yeryüzünde) Fitne kalkıp din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.” şeklinde meallendirilen 193. Ayetinin, Müslüman olsun ya da olmasın her vicdan sahibi için dünyada varoluş gayesini izah ettiğini belirten Köse, insanın, toplumun ve devletin konumlanması gereken yerin de tam burası olduğunu söyleyerek bu meseleyi tartıştı.
Eğitimin; zamanın küresel temel sorunlarını anlayan, bu sorunların ulusal ve yerel boyutlarını görebilen, ulusal ve yerel imkânlardan ve kaynaklardan çözümler üretebilen bir bilinç inşası süreci olduğunu belirten Köse, bu sürecin bireyi evrenle yer, dünya ile ülke, toplumsal katmanlarla birey ilişkilerinin zorunluluk ve uyumu hakkında ayıltması gerektiğine dikkat çekti.
Köse’nin konuyla ilgili bir diğer değerlendirmesi ise şu şekilde oldu: “Eğitimin en temelde üç amacı, aklî, ruhî ve fizikî gelişime yardımcı olmaktır. Aklî ve ruhî gelişimin en önemli unsuru bireyin içinde yaşadığı topluma aidiyet duyguları geliştirmesidir. Toplumları bir arada tutan doğal çıkar dengeleri değil, dayanışmanın ortak değerleridir. Bireyin kendisini kim olarak hissedeceği, ahlak3i değerleri ne kadar benimseyeceği ve ne kadar temsil edeceği çocukluğunda dinlediği masallar, öğretiler ve görgüyle şekillenmektedir. O halde bu alanın belirlenmesi ailelere bırakılmalıdır.”